Ders Notları

‘İman Tanımı’ Üzerine

‘İman Tanımı' Üzerine | Ha-Mim

Geçen hafta yapılan müzakereli bir derste, Risalelerdeki “iman” tanımı üzerine, benim çok faydalandığım tefekkürler paylaşıldı. Tanım şu: “İman, Resul-i Ekrem (asm)’ın tebliğ ettiği zarûriyât-ı diniyeyi tafsilen, gayrisini icmâlen tasdik etmekten hasıl olan nurdur”. Önce katılımcılar tanımın çağrıştırdığı soruları sıraladılar. Birisi, “İman tanımına Resul-i Ekrem neden dahil ediliyor?” dedi. Diğeri, “Zarûriyât-ı diniye nedir?” diye sordu. Öteki, “Zarûriyât-ı diniyenin tafsilen tasdikini nasıl anlamak lazım?” sorusunu gündeme getirdi. Bir başkası, “İmanın nur olarak tanımlanması hakiki anlamda mı yoksa mecazi mi?” diye sual yöneltti.

Bence sorular yerinde idi. İlk soruyla ilgili olarak özetle şöyle bir müzakere paylaşıldı: “Ha-mim derslerinde geçtiği üzere, biz kainattan iman hakikatlerini araştırırken önce ‘kainatın anlamlı oluşundan’ hareket ediyoruz. ‘Melek inancı’ kainatın anlamlılığını temsil ettiği için, -sıralama açısından değil, süreç açısından-, Allah’a imandan önce geliyor. Aynı şekilde biz Kur’an’dan iman hakikatlerini takip ederken de önce ‘resul’den başlıyoruz. Yani kendisinin Yaratıcı tarafından gönderildiğini söyleyen bu kişi ‘tutarlı mı, getirdiği mesaj evrenle ve benim insanî gerçekliğimle uyumlu mu, yaşadığı hayat getirdikleri ile doğrulanıyor mu?’ diye bakıyoruz. Dolayısıyla Resulullah’ın (asm) iman tanımına dahil edilmesi bu sürece işaret ettiği için çok yerinde görünüyor. Zira iman hakikatleri onun vasıtasıyla geliyor, gönderiliyor”.

Başka bir katılımcı bu vesile ile yapılan müzakerelerin çağrıştırdığı “evrensellik” konusuna temas etti: “Resul’ün belli bir dönem ve belli bir coğrafyada yaşamış olması onun getirdiği hakikatlerin evrensel olmadığı anlamına gelmez. Baktığımızda şunu görüyoruz: Peygamber, gönderilen mesajı taşıma, yani risalet, elçilik görevi verildikten sonra Mekke’de on üç yıl kadar kaldı, sonra Medine’ye hicret etti. Mekke’de nâzil olan ayetlerin neredeyse tamamı iman hakikatlerine dair idi. Resul, Medine’ye gelince müslümanlarla sosyal bir bütünlük oluşturduktan sonra, hem iman hakikatlerini temellendirmeye yönelik mesajlar gelmeye devam etti hem de imanın hayata yansımasına yönelik ibadetler ile muamelata dair hükümler gelmeye başladı. Özellikle muamelata dair hükümler Medine döneminin sonlarına doğru geldi. Ayrıca içkinin haram kılınması örneğinde olduğu gibi, bunlar zaman olarak belli bir sürece yayılarak son şeklini aldı. Fakat nereden bakılırsa bakılsın, Kur’an’ın mesajları arasında bunlar sınırlı bir sayıda kaldı. Resul kendisi bir topluluğa gider veya elçisini gönderirse, önce ‘iman’ teklif ederdi. Bu teklifi uygun görüp tasdik ederlerse, arkasından ‘namaz’ teklifinde bulunurdu. Buna da kabul edip uygulamaya başlarlarsa, ‘zekat’ teklifini yapardı. Burada iman ile amel arasındaki ilişkiyi iyi tahlil etmek gerekiyor. Zira aslında ibadet hatta muamelat alanındaki hükümler iman hakikatlerinin daha iyi anlaşılması ve yaşanması açısından tamamlayıcıdır, zaruridir. Mesela iman teklifinden sonra neden namaz teklifi var? Çünkü Yaratıcının alemde gördüğümüz kemâline karşı secdede bulunmak namazla gerçekleşiyor. Onun verdiği imkan ve nimetlerine karşı insanî bakımdan ‘teşekkür’ namazla gerçekleşiyor… Zekatın da böyle bir rolü var. Sahip olunan şeylerin gerçekte Onun tarafından verildiğinin canlı tutulması ve yaşanması böyle bir uygulama ile gerçekleşiyor. Öte yandan yaşanan hayatta değişen şartlar karşısında imanî hakikatlere uygun hareket tarzının ne olduğu, ayetler ve Resul’ün uygulama örnekleri ışığında, alan uzmanları tarafından ortaya konulacaktır. Bu uygulamalar zaman ve mekan sınırlarını aşarak gerçekleşebilecek türdendir. Sonuç olarak bütün bunlar düşünüldüğünde İslam’ın evrenselliği, en azından benim dünyamda belli bir yere oturuyor, diye görüyorum.

Resul kendisi bir topluluğa gider veya elçisini gönderirse, önce ‘iman’ teklif ederdi. Bu teklifi uygun görüp tasdik ederlerse, arkasından ‘namaz’ teklifinde bulunurdu. Buna da kabul edip uygulamaya başlarlarsa, ‘zekat’ teklifini yapardı. Burada iman ile amel arasındaki ilişkiyi iyi tahlil etmek gerekiyor. Zira aslında ibadet hatta muamelat alanındaki hükümler iman hakikatlerinin daha iyi anlaşılması ve yaşanması açısından tamamlayıcıdır, zaruridir.

Söz alan başka bir müzakereci “zarûriyât-ı diniye” terimi konusunda şunları paylaştı: “Dinin olmazsa olmazları diye meallendirilen zarûriyât-ı diniye ‘temel iman ve ibadet esaslarını kapsıyor’ diye biliyorum. Teknik olarak da bu terim, ‘Sübûtu ve delaleti ayet ve hadislerle kesin olan belli başlı iman ve ibadetlere ait hükümler’ diye tanımlanıyor. Okunan metinde, müellif imanı tarif ederken bu kabil hükümlerin ‘tafsilen’ tasdikinden söz ediyor. Ben bunu ‘tahkiken’ diye anlıyorum. Yani içinden geldiği yahut içinde bulunduğu şartlar ne olursa olsun, bir kimse gerek inanç konularını gerekse dinin ibadete yönelik temel konularını taklidi olarak değil, kendi basit, yalın ve insanî özellikleriyle tahkik ederek benimseyecektir, diye düşünüyorum”.

Tanımda, imanın “…tasdikten hasıl olan bir nur” diye ifade edilmesine gelince, bir müzakereci özetle şunu dile getirdi: “Müellif okunan kısmın birkaç paragraf sonrasında Sa’deddin Teftezânî’nin iman tarifini verirken, ‘Cenab-ı Hakkın ilka ettiği nur’ tabirini kullanıyor, burada ise ‘tasdikten hasıl olan nur’ ifadesine yer veriyor. Bence bu ikisi birbiriyle çelişmiyor. Burada anahtar kelime ‘tasdik’. Kul kendisine verilen iradeyle imanı tercih ettiğinde, kesin bir kabule, bir benimsemeye, bir doğrulamaya ulaşmış oluyor. İman bu doğrulamanın bir sonucu olarak görülüyor. Yani tahkiki olarak iman esaslarını benimseyen bir kimse, imanının verdiği bakış açısıyla varlık alemine baktığında, iman adeta varlığın gerçeğini gösteren bir ‘ışık’ fonksiyonu görüyor. Varlıklar birer ayna ve o aynalarda Yaratıcının özelliklerini (esma-i ilahî) yansıtarak insanı bu alemin Yaratıcısı ile başbaşa bırakıyor. İnsan his ve idrak dünyasında bu nuru kalbinde hep taşıyabiliyor. Aynı şekilde böyle bir kimse kendi geçmiş ve geleceğini yahut karşılaştığı birtakım olay ya da sıkıntılarını anlamada, imanın ‘lamba’ işlevi gördüğünü fark ediyor. Dolayısıyla tanımda imanın nur olarak yer alması bu gibi hususlara işaret ediyor, diye anlıyorum”. Ders öncesinde, cümle olarak ezberimde olan iman tanımı, bu soru ve cevaplarla birlikte dersten sonra, zihnimde daha esaslı, daha iyi yerleşmiş oldu diye hissettim. Bilmem siz ne dersiniz?

Yazar hakkında

İlyas Üzüm

Dünyalıyım. Güneş Sistemi sokağında oturuyorum. Yaşadığım Samanyolu galaksisi şehrini bile gezemedim. Yolda mıyım, emin değilim ama "yolda olmak, yolcu olmak" istiyorum; zaman ve varlığın sonsuz yolculuğunda.

Yorum yazın