Fil suresi, kronolojik olarak on dokuzuncu sıradadır. İlk yıllarda nazil olan surelerin çoğunda kâinattaki varlıklardan özellikle ay, güneş, yıldız, dağ, hayvan, bitki türleri gibi bütün insanların tecrübe edebildikleri örnekler verilir. Ayrıca sembolik isimler üzerinden insanların insani duygularına ait ve Kur’an’ın mesajı karşısında takındıkları tavırlara yer verilir. Bu surenin Nübüvvetin ikinci yılında nazil olduğu tahmin edilmektedir. İlk nazil olan sureler insanın varlık algısını kökten değiştirerek yeni bir dünya görüşü kazandıracak niteliktedir. Ayetler muhataplarının varlık algısını gözden geçirerek hayata bakışlarını kökten değiştirmeye davet eder. Böylece, hayatı anlamlandırmayı ve yeni bir bakış açısıyla kâinata bakmayı öğretir.
أَلَمْ تَرَ كَيْفَ فَعَلَ رَبُّكَ بِأَصْحَـٰبِ ٱلْفِيلِ
105.1: “Görmedin mi, Rabbin fil ordusuna ne yaptı?”
Buna benzer ayetlerde geçen “görmedin mi” ifadesi genellikle ‘farkında değil misin’ şeklinde çevrilir. Fil vakası tarihsel olarak Hz. Peygamber (SAV) doğduğu yılda yaşanmıştır. Resulullah bu olayı bizzat görmemiştir. Buna rağmen böyle bir sorunun sorulmasındaki maksadı anlamak gerekir. Ayeti okuyan, kendi şartlarında bu sorunun muhatabıdır. Fil ordusu nedir? Bu ordu günümüzde çok büyük bir askeri, sosyal, siyasi ve ekonomik gücü temsil eder. Öyle ki, insanlar üzerinde baskı oluşturarak caydırıcılığını gösterir. İnsanlara varoluş gayesini unutturarak “bu hayatta benden başka dikkate alınacak güç yoktur, benim belirlediğim şartlarda yaşayacaksınız” iddiasıyla ortaya çıkarlar. Kur’an, daima insanlara bu sahte güçler hakkında uyarıcı mesajlar verir. Bu güçler her zaman bütün varlıkları Var Eden Yaratıcıya meydan okurlar. Gerçekten var ediliş gayesini bilerek Yaratıcısını tanımaya çalışan insanların esas vazifesi ise bu sahte güç odaklarını reddetmek ve Yaratıcıya teslim olmaktır.
أَلَمْ يَجْعَلْ كَيْدَهُمْ فِى تَضْلِيلٍ
105.2: “Onların kötü planlarını boşa çıkarmadı mı?”
Fil ordusu ve komutanı, Yaratıcıyı yok sayan ve ilahlık iddiasında bulunan sahte güç odaklarının tipik bir örneğidir. Kâinatın gerçek Sahibi olan Yaratıcı, bu sahte ilahlık iddiasında bulunanlara nasıl muamele edildiğini ve akıbetlerinin ne olacağını bu olay üzerinden açıklamaktadır. Bu sözde güçlü ordu ve komutanı, kâinatın Sahibini düşman bellemiş ve O’na karşı savaş planları yapmıştır. Fakat onların bütün planları boşa çıkmıştır. Hakikatte bu sahte güçler, hangi hain planı yaparsa yapsınlar eninde sonunda yenilmeye mahkumdurlar. Çünkü zaten var edilmeye muhtaç olan varlıklar Mutlak Varlık Kaynağı karşısında bir şey yapabilecek değillerdir. Mutlak Varlık Kaynağı onları var ederse savaşabilirler aksi halde bir adım dahi atamazlar.
Bu ayetler, fil olayı örneğiyle muhatabına kâinat türünden hiçbir varlığın Mutlak Varlık karşısında varlık iddiasında bulunamayacağını anlatır. Çünkü zaten var edilmeye muhtaç olmaları bakımından kâinattaki bütün varlıklar, velev ki bu koca bir ordu olsun, O’nun karşısında acizdir. İnsana Yaratıcısını tanımak için verilmiş vicdani özellikleri hiçbir güç ortadan kaldıramaz. Öyleyse, Yaratıcısını gerçekten tanıyan ve O’na bağlanan insanlar için hiçbir ordunun caydırıcılığı söz konusu değildir. Kâinat türünden olan güçler, ki bu zenginlik ve kariyer gibi başka türden de olabilir, insana ebedi mutluluk duygusu veremez. İnsanı geçici biçimde oyalamaktan başka bir şey yapamazlar. Bu nedenle, insanın ebedi olanı araması ve gerçek Varlık Kaynağını tanıyarak O’ndan ebediyeti istemesi gerekir. Bütün insani özellikler bu talep ve arayış için uyumludur. İnsana düşen, bu özelliklerini kullanmasıdır.
İnsan, hayatını garanti edemez. Bununla beraber, içinde bulunduğu şartlar ve kâinattaki düzenli yaratılışa göre hareket etmek durumundadır. Beklentilerini karşılamak için evrendeki düzenli yaratılış kurallarına uyarak hareket etmekten başka seçeneği yoktur. Örneğin buğday elde edebilmesi için toprağa buğday tohumu ekmesi ve gerekli bakımları yaparak beklemesi gerekir. Tohumun ekilmiş olması da buğdayın geleceğini garanti etmez çünkü tohum toprak içinde kalıp çürüyebilir. Buna rağmen insanın, tohumu ekip istediğini yaratması için Kendisine nasıl müracaat edeceğini öğreten Yaratıcıya ve O’nun yaratma düzenine uyarak O’na müracaat etmesi şarttır. İnsanın seçimleri de hiçbir şeyin gerçekleşmesini garanti edemez; insan kendisi de hiçbir şey yaratamaz, ancak yaratılması için Yaratana müracaat eder ve bekler ki, bir an sonraki yaratılış gerçekleşsin.
Evrenin düzeni değişmez ama insanın beklentileri söz konusu olduğunda bilinmeyen birçok faktör devreye girer. İnsan, evrenin düzenini bütünüyle kavrayamaz. İnsanın beklentilerinin ne kadarının bu dünyada karşılanacağı da belli değildir. Bu bilgiyi ancak kâinatın Var Edicisi bilir. Buna ilahi kader denir. İlahi kader, Mutlak İrade tarafından belirlenmiştir ve değişmez. Mutlak İrade Sahibinin bir şeyin olmasını irade etmesi, o şeyin gerçekleşmesi için yeterlidir. Kur’an’da bu durum “kun fe yekun” (ol der ve o olur) yani olmasını irade eder ve o olur biçiminde ifade edilmiştir. Bütün varlıklar ve olaylar bu şekilde Mutlak İradenin dilemesiyle var olmak durumundadır. Mutlak İrade Sahibi ise tanım gereği herhangi bir emre ve şarta kayıtlı olamaz. Mutlak Varlık Kaynağı, kâinatı ve onun işleyiş tarzını var ederek belirli bir düzen dahilinde olaylar ve varlıkların var olmasını irade eder. Her şey O’nun iradesine bağlıdır.
Kâinat, Tek ve Mutlak İrade Sahibinin var etmesiyle vardır. Herhangi bir insan veya varlıkla ilgili bütün olaylar ve varlıkların neler olacağını Mutlak İrade Sahibi tam olarak bilir. Çünkü tanım gereği, kâinatı var eden Mutlak İrade Sahibinin her şeyi ve olayı biliyor olması gerekir. Aksi halde var edemez veya Yaratıcı, yani ilah olamaz. Yine tanım gereği, Mutlak İrade değişmez. Değişkenlik, var edilmeye muhtaç olan kâinat türünden varlıklar için söz konusudur. Mutlak İrade sahibinin yaratması ve bilgisi her şeyi, her an kuşatır. Galaksiler, güneş sistemi ve bir insanın hücreleri şu anda yaratılıyor ve bütün varlıklar aynı anda O’nun tarafından var ediliyor.
Varlığın kaynağı Mutlak ise Mutlak için belirli bir mekân ve zaman yoktur. Zira zaman ve mekân bu Mutlak Varlık tarafından var edilmektedir. Zaman ve mekâna Varlık Verenin tanım gereği, zaman ve mekâna tabi olmaması gerekir. Mutlak Varlık Kaynağı, her şeyi aynı anda var edebilen olmalıdır. Evrenin var oluş şekli, varlık kaynağının Mutlak olması gerektiğini göstermektedir. Bütün kâinat, bir anda O’nun ol demesiyle var oluyor. Bunu, en küçüğünden en büyüğüne kadar bütün varlıkların birbirleriyle sonsuz bağlantılılık ilişkisi içinde olmasından anlıyoruz.
Mesela eğer kalp mükemmel bir şekilde çalışmazsa insan bedeni canlı olarak kalamaz. Canlılık olmadığı için evrimci anlayışın iddia ettiği gibi diğer organlar kendi kendilerini geliştirme sürecine giremez. Bütün organların, bütün parçacıkları aynı anda mükemmel biçimde çalışıyor olması gerekir ki beden canlı kalabilsin. Bütün organların, bütün parçacıkları mükemmel ise o zaman evrimleşme süreci nedir ve neden böyle bir gelişim süreci var olsun ki? Zaten organlar mükemmel olmalıdırlar ki insan bedeni canlı kalabilsin. Ayrıca mükemmelliğin ötesinde ne var ki, evrimleşerek mükemmelleşsin? Varlıkların herhangi bir anda mükemmel olması şarttır aksi halde canlılık devam edemez. Öyleyse, canlılığın kendi kendine ortaya çıkması ve canlıların evrimleşerek mükemmelleşmesi mümkün değildir. Bu tür iddiaların tamamen akla ve mantığa aykırı olduğunu anlamak hiç de zor değildir. Evrendeki sonsuz ilişkiler ve varlıkların birbirleriyle olan sayısız bağlantıları bu gerçeğin tanığıdır.
Islam From Within Youtube kanalında yayınlanan “Quran-Universe Parallel Reading: Chapter Fil – Part 1 –05/29/19” başlıklı video kaydı çalışılarak hazırlanmıştır.