وَأَرْسَلَ عَلَيْهِمْ طَيْرًا أَبَابِيلَ
105.3: “Ve onların üstüne kuş sürüleri gönderdi.”
تَرْمِيهِم بِحِجَارَةٍ مِّن سِجِّيلٍ
105.4: “Üzerlerine pişirilmiş çamurdan taşlar atıyorlardı.”
فَجَعَلَهُمْ كَعَصْفٍ مَّأْكُولٍ
105.5: “Böylece onları, çiğnenip yenilmiş ekinlere döndürdü.”
Bu ayetler bir taraftan anlaşılması kolay, diğer taraftan da belli bir tarihi olayla ilgili gibi göründüğü için anlaşılması biraz zordur. Tarihi kayıtlarda görüldüğü kadarıyla ne Peygamber (SAV) ne de herhangi bir sahabe bu sureyi yalnızca Fil Vakasıyla ilişkilendirmiştir. Kur’an, temel olarak okuyana mesaj verir. Her ne kadar bu tarihi olaydan bahseden rivayetler olsa da surenin pratik hayata fayda sağlaması için okuyucunun bu mesajı kendi şartlarına taşıması gerekiyor. Yani bu sözler kâinatın Yaratıcısına aitse neden fil ordusu ve onların planının başarısızlığından söz ediyor? Neden fil ordusunu nasıl mağlup ettiğini anlatıyor? Bu sözlerin pratik hayatla ilgisi olmalıdır. Yaratıcı, bu sözleri okuyana söylediğine göre bunların gerçek hayatla ilgisi olmalıdır. Takip eden ayetlerde kuşlardan bahsediliyor. Anlaşıldığı kadarıyla kuşlar filden ve fil ordusundan daha başarılı görünüyor. Neden? Neden namazlarımızda bu ayetleri okuyup duruyoruz? Kâinatın Rabbiyle irtibat kurabilmek için bu sözlerin bir anlamı olsa gerek. İnsan, bu ayetlerden yola çıkıp Rabbini tanıyarak Onunla irtibat kurabilir ve kurmalıdır.
Buna benzer konuları içeren Kur’an ayetleri evrensel bir mesaj olarak okunmalıdır. Okuyucu, şimdi bana bu ayet ne gibi bir rehberlik yapıyor ki ben ona göre hayatımı düzenleyeyim demelidir. Böylece bu ayetlerdeki ifadelerin ihtişamını anlayabilir. Ayetlerdeki karşılaştırmalar muazzam. Kuş ile fil mukayese ediliyor. Burada kuş ve fil karşılaştırması yapılıyor ki okuyucu mesajı benzetmeler üzerinden anlayabilsin. Bilindiği gibi bir kuş ağzında yalnızca küçük çakıl taşlarını taşıyabilir, büyük kayaları taşıyamaz. Yenilmiş ekin, geriye kalan faydasız ot yığınına benzer. Bu benzetme neden yapılıyor? Savaşı kazanan kim, kuşlar mı yoksa fil mi? Kuşlar fillerden daha zayıf görünmekle beraber bu ayetler kuşların galip geldiğini anlatıyor. Fil ve kuşun mukayese edilmesi nasıl yorumlanmalıdır?
Bu ayetler insanın gerçeklik algısını tümden değiştiriyor. Fil gibi çok güçlü görünen bir varlığın kuş gibi zayıf bir varlığa mağlup olması insanı şaşırtıyor. Bu çarpıcı anlatım insanı düşünmeye sevk ediyor. Gerçekten güç nedir? Güçlü olan kimdir? Kur’an her zaman basit bir dille konuşur ama insanın önyargıları verilmek istenen mesajı almayı zorlaştırır. İnsan genellikle ne kadar güçlüyse o kadar başarılı olduğunu zanneder. Bu dünyadaki güç odakları ve güçlülerin davranışları sürekli olarak güçlü olan haklıdır mesajını veriyor. Güçlü olanın hep kazanacağı düşünülür. Bu yaygın kanaate karşı insanın kendini koruması ve taraf tutmaması, insaniyetine uygun biçimde davranmasına ve hakikatten yana olmasına yardım eder. Bu ayetler, sanılanın aksine güçlünün haklı olmadığını ima ediyor.
Fil ordusunun niyeti Kâbe’yi yıkmaktı. Kâbe, Yaratıcının mutlaklığı ve mükemmelliğini temsil eder. Kâbe’nin içinin boş olması kâinatta hiçbir şeyin Yaratıcıya benzemediğini ifade eder. Fil ordusu hem şehri fethetmek hem de bu yapıyı yıkmak için yola çıkmış fakat başarılı olamamıştır. Zamanın ve bölgenin en güçlü ordularından biri olmasına rağmen bir kuş sürüsüne mağlup olmuştur. Oysa, böyle bir ordunun kolayca galip geleceği düşünülür. Demek ki, güçlü olmak haklı olmayı gerektirmiyor. Hak, güçte değildir. Güç, haktadır. Haklı olan, güçlüdür. Bu kâinatı ve ondaki düzeni Var Eden ve her varlığı olması gerektiği gibi hakkıyla Var Eden her zaman haklıdır. Varlıkların var ediliş biçimi, Varlık Kaynağının her varlığın hakkını gözettiğini göstermektedir. Hiçbir varlık kendini var edemiyor. Varlığını tamamen Mutlak Var Eden’e borçludur. Öyleyse, Mutlak Var Eden’in tüm varlıklar üzerinde hakkı vardır. Bütün bu varlıklarla beraber kâinattaki düzeni de var ederek insanlara uygun hayat şartlarını yaratmaktadır.
Kâinattaki düzeni ve hayatı Var Eden, keyfi olarak hiçbir neden yokken bu düzeni bozar mı? Görüldüğü kadarıyla her şey bir düzen içerisinde var ediliyor. Bu düzen, kâinata iradesini uygulayan bir Düzenleyicinin var olduğunu gösteriyor. Bu düzen dahilinde insan, varlıkları algılayıp düşünerek nasıl var edildikleri hakkında fikir sahibi olabiliyor. Kâinatın Yaratıcısı, kendi iradesiyle kurduğu düzene aykırı mı davranıyor, yoksa özellikle bu benim kurduğum düzendir mi diyor? Bu ince ayrıma dikkat etmek gerekiyor. Mesela, bir insanın hiçbir nedeni yokken evindeki eşyaları saçıp dağıtarak düzenini bozması makul mudur? Hayır. İnsan bunu yapabilir ama yapması anlamsız olur. Benzer biçimde kâinatın Yaratıcısı da hikmetsiz bir şekilde kurduğu düzeni bozarsa hikmetli oluşuyla çelişir. Çünkü kâinatın Yaratıcısı tanım gereği Mutlak hikmet sahibidir. Mutlak hikmet ise keyfi ve anlamsız değişikliklerle bağdaşmaz. Mantıken, kâinatın düzenini hikmetle kuran kendisiyle çelişmemelidir.
Dini literatürdeki “O, dilediğini yapar, Mutlak İradeye, İlme ve Kudrete sahiptir’ ifadeleri ilk bakışta bu sonuçla çelişik gibi görünebilir. Fakat asıl olan Yaratıcının mutlak oluşudur. Hikmeti de mutlak olduğuna göre, O hikmetsiz iş yapmaz demektir. Yani evrendeki düzeni kuranın, koyduğu düzene aykırı davranması beklenmez. Hiçbir amacı olmaksızın düzeni bozmaz. İnsanın sabrı ve anlayışı yetmediği için yaşadığı olaylar karşısında aceleyle yanlış hükümler verebilir. Oysa sabrederek hikmetini anlamaya çalışsa insaniyetine daha uygun davranmış olur. Sabır ve iman birbiriyle yakından alakalıdır. Sabrederek imanını geliştirenler, olaylar karşısında daha hikmetli ve anlayışlı davranabilir.
Evren ve ondaki düzen, Yaratıcının Mükemmel olduğuna şahitlik ediyor. Mükemmel Olan Kendisiyle çelişmemelidir. İnsan, evrenin gerçekliğini ne kadar çok kavrarsa Yaratıcısını da o kadar çok tanır. Bütün varlıklar Yaratıcının eseridir. Bu eserlerdeki özellikler ise Yaratıcıdan yansır. İnsan bu özelliklerin farkına vardığı kadarıyla manen temizlenir ve bir nevi miraca çıkar. Bu miracın dünya şartlarındaki fiili bir uygulaması da hacdır. Haccı gereği gibi idrak eden bir insan, bu kâinatta hiçbir şeyin kendi kendini var edemediğine ve başka varlıklara da varlık veremediğine şahitlik eder. Kâinat türünden olmayan ve bütün varlıkları Var Edenin mutlak olması gerektiğini anlar. Kâinatın ötesindeki bu Var Edene İslam Dini “Allah” adını verir. Onun azameti hiçbir varlıkla mukayese edilemez, çünkü mutlaktır. Bu mukayese, sonsuzun herhangi bir sayıyla karşılaştırılması gibi anlamsızdır. Bu anlayışın veciz ifadesi ise Allah u Ekberdir. Yani, Allah’ın büyüklüğü var edilmeye muhtaç olan varlıklardan hiçbirinin büyüklüğü gibi var edilmeye muhtaç değildir. O’nun azameti mukayese kabul etmez.
Kâbe, evreni kendine varlık veremeyen bir varlık olarak temsil eder. İçi boştur. Bütün varlıkların Varlık Kaynağı, kâinatın ötesindedir mesajını verir. İnsan, Yaratıcısını böyle tanımlayabilir. İnsan için evren, Yaratıcısı olan Allah’ın kendi cinsinden hiçbir şey ile temsil edilemeyeceğine tanıklık yapar. Kâbe de “Allah’ın evi” anlamındaki “Beytullah” ismini taşır ve evrenin küçük bir örneği olarak içi boştur. Allah, o evin içinde oturmamaktadır, dolayısıyla Kâbe, Allah’ın evrende bulunamayacağını temsil eder. Hac yapan bir insan Kâbe’ye yönelir, oraya gider ve etrafında dönerek kâinattaki hiçbir şeyin varlık kaynağı olamayacağını anladığını tekrar tekrar ifade eder. İnsan kendi şahsi miracıyla bu evrende yaratıcı olacak hiçbir şeyin olmadığını anlayıp evrenin Yaratıcısının özelliklerini tanıyabilir. Kâinat, bu şahitliğin yapıldığı eğitim alanıdır.
Fil ordusunun sembolü olan kocaman file, bu kâinatın Yaratıcısı tarafından varlık verilmiştir. Yaratıcıdan başka, hiçbir şey ona varlık veremez. Filler, yaratıldıkları gibi davranırlar. Kendilerine verilmiş fıtri özelliklere uyarlar. Kendilerinden kaynaklanan güçleri ve bilgileri yoktur. Peki, bu özelliklerin varlık kaynağı nedir? İnsan, bütün evreni dikkate alarak hiçbir şeyin Yaratıcı olamayacağı sonucuna varabilir. Çünkü hiçbir şey kendi kendine varlık veremiyor. İslam, bu temel hakikati “la ilahe” yani “ilah yok” biçiminde ifade eder. Kendi kendini var edebilen bir varlık yoktur. Bu gözlemden sonra insan “illa Allah” yani “Allah’tan başka” sonucuna ulaşır. Bu hakikat, “la ilahe illallah” yani bütün kâinatı var eden Allah’tan başka var edici, diğer bir ifadeyle ilah yoktur biçiminde ifade edilir. İslam’a girişin temelinde bu hakikatin yani tevhid fikrinin teyit edilmesi yer alır.
Fil ordusu ise bu tevhid inancının temsilcisi olan Kâbe’yi yıkıp kendi gücünü ilan etmek istiyordu. Kendinin zannettiği ilim ve kudretiyle Kâbe’yi yok edebileceğini sanıyordu. Fakat bir küçük kuş ve ağzında tuttuğu çakıl tanesi, bu iddiadaki orduyu yok etmeye yetiyor. Buradan hareketle kimsenin, kendi gücüne güvenerek mutlak Varlık Kaynağına karşı çıkıp başarılı olamayacağı anlaşılabilir. Diğer taraftan, bu tür ayetler hiç kimsenin “la ilahe” yi temsil eden Kabe’yi yıkamayacağı, yani evrende yaratma özelliği olan bir şey getiremeyeceğini de temsil eder. Bir tek kuşun varlığının, böylesi bir iddiayı reddetmek için yeterli delil olduğunu haber verir.
Bu ayetler, küçük bir çakıl taşı taşıyan bir kuş, bir virüs veya bir sivrisinek ısırığı gibi küçücük bir şeyin, Allah’ın tek ve mutlak Yaratıcı olduğunun şahitliğini yok etmek isteyen herhangi bir gücü veya iddiayı ve teoriyi yok edebileceğini ifade etmektedir. Hiç kimse varlığının Allah’tan olmadığını ve kendi gücüne sahip olduğunu iddia edemez. Böyle bir iddianın başarısızlığa uğraması kaçınılmazdır. Kur’an, varlığına ve gücüne malik olduğu iddiasında bulunanların yenilmiş ekin yığını gibi yenilerek bir tarafa atıldığını bu ayetlerle ifade ediyor.
Sonuç olarak, hiçbir şey veya varlık teorisi, Onun varlığına şahitlik yapan deliller bütünü olan şu evrenin tüm parçacıklarının ilanatını yok edebilecek veya yok sayacak kadar güçlü olamaz. İnsanın vicdanı ve fıtri özellikleri de Kâbe gibi Allah’ın varlığının şahitleridirler. Hiçbir güç insanın vicdanı ve insaniyetini yok edemez. Vicdan her zaman Yaratıcısını tanımaya meyillidir. Var edilişteki hikmet ve düzenlilik değişmez. Böylesi bir yaratılış örneği sergileyerek Kendisini bilinçli insanlara tanıtan kâinatın Yaratıcısının şahitlerine karşı reddedici, inkâr edici, yok sayıcı her türlü iddia ve teori eninde sonunda “onları, çiğnenip yenilmiş ekinlere döndürdü” ayetinin verdiği habere mahkûm olur.
Yaratıcı, insanın alışkın olmadığı veya sevmediği bir şeyi yarattığında hikmetine aykırı davranmış olmaz. İnsan bu yaratılıştaki hikmeti, kendini eğitmeye vesile kılma fırsatı bulur. Bu ayetleri, tarihi olaylar ve kültürel kalıplara hapsetmeden bu şekilde anlamak da mümkündür.
Islam From Within Youtube kanalında yayınlanan “Quran-Universe Parallel Reading: Chapter Fil – Part 2 –06/05/19” başlıklı video kaydı çalışılarak hazırlanmıştır.