Ders Notları

“Levh-i Mahv, İsbât” Kavramı

“Levh-i Mahv, İsbât” Kavramı | Ha-Mim

Ha-mim’de, geçtiğimiz hafta sonu yapılan (11. 08. 2024) “kayyûmiyet” dersinde “tahavvülât-ı zerrât”a dair olan Otuzuncu Sözün İkinci Maksadı’nın Mukaddime’sindeki uzun haşiyenin ikinci kısmı okunup müzakere edildi. Haşiyenin ilk kısmında yer alan “imâm-ı mübin” ve “kitâb-ı mübin” kavramlarından sonra, bu ikinci kısmında “levh-i mahv ve isbat” kavramı açıklanıyor:

“Ammâ, Levh-i Mahv, İspat ise, sabit ve dâim olan Levh-i Mahfuz-u Azam’ın daire-i mümkinâtta, yani mevt ve hayata, vücud ve fenâya dâimâ mazhar olan eşyada mütebeddil bir defteri ve yazar bozar bir tahtasıdır ki; hakikat-i zaman odur. Evet, her şeyin bir hakikati olduğu gibi, zaman dediğimiz, kâinatta cereyan eden bir nehr-i azîmin hakikati dahi Levh-i Mahv, İspat’taki kitâbet-i kudretin sayfası ve mürekkebi hükmündedir.” (Sözler, İstanbul 2020, s. 519). 

Geçen hafta okunan parçada ‘imâm-ı mübin’in Allah’ın ilminin unvanı olduğu, ‘kitâb-ı mübin’in ise ilahî kudretin unvanı olduğu ifade olunmuştu. Benim ulaştığım sonuç şu oldu: İmâm-ı mübin ve kitâb-ı mübin yaratma işleminin iki yönünü ifade ediyor. Yani iki ayrı olay değil, bir yaratılışın ilme ve kudrete bakan yönlerini ifade ediyor.

Derste, moderatör önceki haftaya atıf yaparak şöyle söyledi: “Geçen hafta okunan parçada ‘imâm-ı mübin’in Allah’ın ilminin unvanı olduğu, ‘kitâb-ı mübin’in ise ilahî kudretin unvanı olduğu ifade olunmuştu. Benim ulaştığım sonuç şu oldu: İmâm-ı mübin ve kitâb-ı mübin yaratma işleminin iki yönünü ifade ediyor. Yani iki ayrı olay değil, bir yaratılışın ilme ve kudrete bakan yönlerini ifade ediyor.” Ardından şunları söyledi: “Haşiyenin bu kısmında dile getirilen ‘levh-i mahv, isbât’a gelince bunu da iyi anlamak gerekiyor. Çünkü bu, hassas bir konudur. İyi anlaşılmadığı zaman sabit bir ‘var oluş’ söz konusudur gibi kayyûmiyete aykırı sapmalara kapı aralanabiliyor. Bunun için bir giriş olarak Kur’an’daki ‘halaka’ ve ‘ce’alea’ fiillerinin kullanımına bakmak uygun olur diye düşündüm. Bunlardan ‘halaka’ Kur’an’da 261, ‘ceala’ ise 346 kez geçiyor. Her ikisinin birlikte kullanıldığı örneklerden birisi şu ayettir:

اَللّٰهُ الَّذ۪ي خَلَقَكُمْ مِنْ ضَعْفٍ ثُمَّ جَعَلَ مِنْ بَعْدِ ضَعْفٍ قُوَّةً ثُمَّ جَعَلَ مِنْ بَعْدِ قُوَّةٍ ضَعْفًا وَشَيْبَةًۜ يَخْلُقُ مَا يَشَآءُۚ وَهُوَ الْعَل۪يمُ الْقَد۪يرُ ‘

‘Allah, sizi güçsüz olarak yaratan, sonra güçsüzlüğün ardından bir güç veren, sonra gücün ardından bir güçsüzlük ve yaşlılık verendir. O dilediğini yaratır. O hakkıyla bilendir, hakkıyla kudret sahibidir.’ (30: 54) Kur’an okumaları söz konusu olduğunda her zaman söylediğimiz bir prensibi hatırlamak gerekiyor: ‘Kur’an ‘tenezzülât-ı ilahi’ olup insana, insanın düzeyine ve gözlem dünyasına göre konuşur.’ Dolayısıyla buradaki ‘sonralık’ ifade ediyor gibi görünen hususları ‘bizim gözlemimiz, bizim algı dünyamız açısından’ diye anlamak icap ediyor. İsim zikretmek gerekmez, mesela bir Kur’an mealinde yukarıdaki ayete şöyle meal veriliyor: ‘Allah’tır başlangıçta sizi güçten yoksun yaratan…’. Peki nereden çıkarıyor ‘başlangıçta’ ifadesini? Dam üstünde saksağan diyesi geliyor insanın. Tercümelerde kullanılan böylesi ifadelere dikkat etmek gerekiyor. Çünkü bu tür ifadeler genellikle mütercimin, varlığı Allah’ın yaratmasına bağlamada takip ettiği anlayışın yansımalarını içerir. Varlıkların Yaratıcısının mutlak oluşu, yani Yaratıcının kayyûmiyet özelliğinin tecellisi, yerini, ‘başlangıçta yaratan Allah’ ve fakat sonra da ‘yarattığı düzene müdahale eden Allah’ anlayışının almasına imkan tanıyor. Her ne ise… Tekrarlamak gerekirse, buradaki ‘sümme’ yani ‘sonra’ kelimeleri konunun bizim müşahedemize bakan boyutuyla ifade edilmesinden dolayıdır. Nitekim biz, söz gelimi, bir bebeğe baktığımız zaman önce onu yeni dünyaya gelmiş minik bir yavru olarak görüyoruz. Diyelim, altı ay sonrasında baktığımızda biraz daha gelişmiş görüyoruz. Üç yıl sonrasına baktığımızda konuşmaya başladığını görüyoruz… Burada süreçler var ama önceki kayyûmiyet derslerinde ispat edildiği üzere, bu süreçlerde en küçük bir zaman aralığı dahi söz konusu olmaksızın ‘yeniden yeniye, daimî bir yaratılış tecellisi’ söz konusudur. Aksi halde zamanın bir aralığında, -o zaman aralığı ne kadar küçük olursa olsun-, ‘kayyûmiyet’i devre dışarı bırakmış oluruz ki bu bir tür, yaratmanın eşyanın kendisine mal edilmesi anlamına gelir. Yani yaratılışın sürekliliği var. Yaratılışın sürekliliği biz insanlar tarafından çeşitli aşamalar şeklinde gözlemleniyor. Ayet-i kerime bizim gözlemimize konuştuğu için ‘halaka’ fiilinden sonra yine ‘yaratma, var etme, kılma’ anlamına gelen ‘ceale’ fiili ile buna işaret ediyor. Sonra da ‘yahluku mâ yeşâü: O dilediğini yaratır’ diyerek Onun irade sıfatını zikrediyor. İrade, ilim, kudret aynı anda tezahür ediyor. Her bir zerre, her bir varlık; her ânda, her aşamada daimî olarak Onun yaratması, Onun var etmesi, Onun ca’l etmesiyle var kılınıyor. Zaten ‘kayyûmiyet’in özü de budur: Yaratma işleminin devamlı şekilde kâim kılınması!”

Her bir zerre, her bir varlık; her ânda, her aşamada daimî olarak Onun yaratması, Onun var etmesi, Onun ca’l etmesiyle var kılınıyor. Zaten ‘kayyûmiyet’in özü de budur: Yaratma işleminin devamlı şekilde kâim kılınması!

“Bakıldığında, büyüklüğü ne olursa olsun bütün var olmalar, vücuda gelmeler yahut yaratılmalar ‘mutlak bir Yaratıcının olduğunu gösteriyor. Yani kendisi var olmaya muhtaç olmayan, yaratıklar cinsinden olmayan, sonsuz olan bir Varlık Kaynağının varlığını gerektiriyor. Buna ‘sonsuz bir azamet’ de diyebiliriz. Biz, yaratılışın aralıksız sürekliliğini gözlemleyerek Yaratıcının mutlak olması gerektiğine, mantıken sonsuz olmasının zorunluluğuna ulaşabiliriz ama sonsuzluğun ve mutlakiyetini mahiyetini tam olarak idrak edemeyiz. Hatta Nursi, insanların çoğunun ‘azamet-i ilahiye’yi idrak edemediği için inkar ettiğini söyler.”

Bundan sonra moderatör ‘levh-i mahv, isbât’ konusuna intikal etti. Bilindiği gibi bu terim şu ayete referans veriyor: “Allah dilediğini ‘mahv eder’, dilediğini ‘isbât eder’. Ümmü’l-kitab (ana kitap) Onun yanındadır” (13: 39). Buradaki ‘mahv’ silmek, geçersiz kılmak, yok saymak; isbât da ‘geçerli kılmak, ibkâ etmek’ anlamına geliyor. Moderatör şunları söyledi: “Şimdi gelelim, yeni konuya: Levh-i mahv, isbât konusuna. Ne demektir bu? Metin diyor ki, ‘Levh-i mahv, isbât ise sabit ve dâim olan Levh-i Mahfuz-u Azam’ın daire-i mümkinâtta, yani mevt ve hayata, vücud ve fenâya dâimâ mazhar olan eşyada mütebeddil bir defteri ve yazar bozar bir tahtasıdır…’. Burada ‘levh’ kelimesi ‘yazı yazmaya uygun yüzey’ mânâsına geliyor; paragrafta bu ifade aynı zamanda ‘sahife’ olarak karşılanıyor. Levh-i mahfuz-ı a’zam ise kaynaklarda ‘bütün nesne ve olaylara ilişkin ilahî ilim ve takdirin bulunduğu kitap’ şeklinde tanımlanıyorsa da ben bunu -yalın olarak- ‘mutlak olan Yaratıcının ezeli ilmi’ diye anlıyorum. Yaratıcı ‘mutlak’ ise tanım gereği, Onun sıfatları da ‘mutlak’tır, mutlak olmalıdır. Dolayısıyla Yaratıcının ilmi -bizim açımızdan- geçmiş-gelecek yahut mazi ve müstakbel dediğimiz bütün zamanları yani ezel ve ebedi içine alır. Metindeki ‘daire-i mümkinat’ da kendiliğinden var olamayan, yaratılmaya muhtaç olan, Yaratıcı yaratmasaydı kendilerinin vücuda gelmesi söz konusu olmayan varlıklar demektir. Başka bir ifadeyle daire-i mümkinat kainat demektir. Baktığımızda kainatta biz sürekli mevt ve hayat, ölüm ve diriliş, var oluş ve yok oluş var diye algılıyoruz. Metindeki ifade ile sürekli ‘tebeddül’ yani değişiklik var. Kainatta sabit bir şey yok. Daima yenilenme var. Aralık yok. Süreklilik var. Çizgi noktalardan oluşur. Kainatta çizgi de, nokta da yok. Yaratılış noktalardan oluşmaz. Ne var? ‘Ittırat’ var. Bir filmde karelerinin akışı gibi sürekli akış var.”

Baktığımızda, kainatta biz sürekli mevt ve hayat, ölüm ve diriliş, var oluş ve yok oluş var diye algılıyoruz. Metindeki ifade ile sürekli ‘tebeddül’ yani değişiklik var. Kainatta sabit bir şey yok. Daima yenilenme var. Aralık yok. Süreklilik var. Çizgi noktalardan oluşur. Kainatta çizgi de, nokta da yok. Yaratılış noktalardan oluşmaz. Ne var? ‘Ittırat’ var. Bir filmde karelerinin akışı gibi sürekli akış var.

“Peki metindeki ‘sahife’yi veya ayetteki ‘levh’ kelimelerini nasıl anlayacağız? Yıllarca önce okullarda kara tahta vardı. Beyaz tebeşirle yazı yazılır sonra silinirdi. Baktığımızda, yani bizim müşahedemiz açısından, mesela bitkiler, hayvanlar var oluyor, sonra bizim gözlem alanımızdan çıkıyor ve bize sanki yok oluyor diye görünüyor; doğuyor, yaşayıp bir süre sonra ölüyor. Yukarıdan baktığımızda tıpkı yazı tahtasına bazı yazılar yazıp sonra onları silmeyi andırıyor. Ama tekrarlayalım, bizim açımızdan böyle görünüyor. Gerçekte ise ortada sabit bir tahta yok. Öyle bir şey olsa tahtaya ezeliyet atfedilmiş oluruz. Maddenin daima değiştirilerek varlıklarının sürdürülmesi ve maddede kendi varlığını kendisinin sürdürebilme özelliğinin olmaması maddenin ezeliyeti anlayışını reddettirir. Aynı husus ‘sayfa’ açısından da geçerlidir. Sabit bir sayfa var da var oluş ve yok oluşlar bu sayfada cereyan ediyor değil. Tekrar bebek örneğine dönelim. Bir bebeği üç günlükken görüyoruz, üç aylıkken görüyoruz, üç yıllıkken görüyoruz. Diyelim, bebek şimdi altı yaşında ise altı yaşındaki halini görüyoruz. Ama önceki halleri, dönemleri de var. Nerede? Hafızamızda. Zihin sayfamızda. Ama yaratılış ve -çalıştığımız kayyûmiyet açısından- düşündüğümüzde çocuğun her halinin, her yıl veya ay veya gününün daha doğrusu her ânının müstakil, sürekli yaratılış olduğunu biliyoruz. Aksi halde zaman aralığını ne kadar kısa tutarsak tutalım, yaratma yahut var olma özelliğini, Yaratıcının yaratma işlemini tekrarladığı anlamına gelir. Bu anlayış ise Yaratma özelliğinin sınırlı oluşunu ifade eder. Biz kainattaki hiçbir eşyanın varlığa gelişinde böyle bir aralık görmediğimiz için, ‘hallâk’ veya ‘hâkık’ özelliğinin mutlak olan, yani sınırsız olan bir özellik olduğunu anlıyoruz.  Böylece kainatta gözlemlediğimiz bu aralıksız varoluşların, yani yaratılışların kaynağının ‘Kayyûm-u Bizzât’ olan bir Yaratıcı olmasının zorunluluğuna mantıken ulaşmış oluyoruz. Dersin başında ifade ettiğimiz ‘halaka’ ve ‘ceale’ fiillerini hatırlamaya çalışarak belirtmek gerekirse, Kur’an genel anlamada yaratılışı ‘halaka’ ile, biz insanların gözlemlerine göre sanki sonraki bütün yaratılışlardaki gelişmeleri de ‘ceale’ kelimesi ile dile getiriyor.”

“Metnin devamında, bu vesile ile zamanın hakikatine değiniliyor: ‘Evet, her şeyin bir hakikati olduğu gibi, zaman dediğimiz, kâinatta cereyan eden bir nehr-i azîmin hakikati dahi Levh-i Mahv, İsbât’taki kitâbet-i kudretin sayfası ve mürekkebi hükmündedir.’ Burada kainattaki değişimleri, olup bitenleri, yazılıp silinenleri akan, büyük bir nehre benzetmesi çok anlamlı görünüyor. Kainatta sabit bir şey yok. Her şey bir nehrin akması gibi akıyor yani yaratılışları daimi değiştirilerek yeniden bir yaratma işlemi gerçekleştiriliyor. Zaman da, biz insanların kavrayabilmesi için, Kudret kaleminin bir çeşit sayfası ve mürekkebi hükmünde oluyor diye bir temsil ile açıklanıyor. Böylece kayyûmiyetin bütün görkemiyle tecelli edişi biz insanlarda ‘zaman’ kavramının sürekliliği şeklinde bir algıyla anlaşılabiliyor.”

Kainatta sabit bir şey yok. Her şey bir nehrin akması gibi akıyor yani yaratılışları daimi değiştirilerek yeniden bir yaratma işlemi gerçekleştiriliyor. Zaman da, biz insanların kavrayabilmesi için, Kudret kaleminin bir çeşit sayfası ve mürekkebi hükmünde oluyor diye bir temsil ile açıklanıyor.

Moderatör haşiyedeki metni kısa açıklamalarla okuduktan sonra önceden kaleme aldığını ifade ettiği şu uzun notu okudu: “Bu kavram ile metin, Yaratıcının sonsuz ilminde tesbit ettiği projenin bizim tarafımızdan gözlemlenen zaman-ı hâzırdaki bir ân bile elimizde tutamadığımız tecellisinin, bir ân önceki var edilenin bizim gözlem sahnemizden alıp (mahv) gölzem anımızda yeni bir yaratma tecellisinin bir önceki tecellinin yerine geçmesi (isbât) ilişkisinin bizim açımızdan algılanmasından bahsediyor. Değilse, Mutlak olan Yaratıcı ilmini yani bilgisini insan iradesine göre değiştiriyor değildir. İnsanın, iradesiyle hür bir şekilde tercih edeceğini (dikkat edelim, bu bizim dilimizdeki ifadedir. Yaratıcı için geçmiş gelecek aynı anda vardır) Mutlak ilim sahibinin bilmesi, zamana tabi olamaz. Bazı alimlerin literal hadis okumaları neticesinde ‘Allah insan iradesinin tercihine göre, yani yeni duruma göre ilmini değiştirir’ şeklindeki yorumları ‘mutlakiyet’i dikkate almadığı için yanlış bir değerlendirmeden ibarettir. Dikkat etmek lazım, biz de böyle bir hatalı anlayışa kapılabiliriz.”

Bu kavram ile metin, Yaratıcının sonsuz ilminde tesbit ettiği projenin bizim tarafımızdan gözlemlenen zaman-ı hâzırdaki bir ân bile elimizde tutamadığımız tecellisinin, bir ân önceki var edilenin bizim gözlem sahnemizden alınıp (mahv) gözlem anımızda yeni bir yaratma tecellisinin bir önceki tecellinin yerine geçmesi (isbât) ilişkisinin bizim açımızdan algılanmasından bahsediyor.

Ders okunan metinle ilgili olarak yapılan diğer açıklama ve yorumlarla devam etti. Anlayabildiğim kadarıyla, söz konusu kavram daha çok “kayyûmiyet” açısından tahlil edildi. Zira eğer kayyûmiyet doğru anlaşılmazsa “levh-i mahv ve isbât” kavramının da, mesela sabit bir levha varmış gibi yanlış anlamalara veya sanki bu kainat cinsinden tanımlanamaz olan Yaratıcının bir özelliği olan mutlak ilminin yeni durumlara göre değiştiği gibi yine yanlış anlamalara yol açabileceğine dikkat çekildi. Allah razı olsun (link: https://www.youtube.com/watch?v=xewuGbbx2XI).

Yazar hakkında

İlyas Üzüm

Dünyalıyım. Güneş Sistemi sokağında oturuyorum. Yaşadığım Samanyolu galaksisi şehrini bile gezemedim. Yolda mıyım, emin değilim ama "yolda olmak, yolcu olmak" istiyorum; zaman ve varlığın sonsuz yolculuğunda.

Yorum yazın