وَلَآ أَنَا۠ عَابِدٌ مَّا عَبَدتُّمْ
109.4: “Ve ben asla, sizin ibadet ettiğinize ibadet edecek değilim.”
Surenin dördüncü ayetinde geçmiş zaman kipinin kullanılmış olması dikkat çekiyor. Bu durum inkâr edenlerin yapmış oldukları tercihin geçmişte kalıp şimdi devam edebilecek nitelikte olmadığı mesajını veriyor. İman edenin ise tercihinin bilinçli biçimde ve kendi anlayışıyla tutarlı olduğunu ifade ediyor. Ayet inkârcılara, yaptığınız tercih doğru değil diyerek bir daha düşünüp değerlendirmelerini öneriyor. Tercihleri karşılaştırmak fikirlerin netleşmesine yardımcı olur. Yani sen şuna tapıyorsun, ben de buna tapıyorum. Benim taptığım benim yararıma, senin taptığın ise senin yararınadır. Ben kendi seçimimin sorumluluğunu taşıyorum ve sen de kendi seçiminin sorumluluğunu taşıyorsun. Bir insan başkalarının ne yaptığına bakarak bu sorumluluğu üstlenebilir mi? Anlayış ve tercihler arasında mukayese yapmak insanın kendini daha iyi hale getirmesine yardımcı olabilir. Fakat bilinçsizce rekabet etmek veya yarışa girmek hakikati görmeye engel olabilir. İnsan bir fikri diğeriyle mukayese etmeden makul bir sonuca ulaşamaz. Çünkü insan, bu dünyadaki farklılıkları görerek, kıyaslayarak, karşıtlıklar yaparak öğrenir. Dolayısıyla neye ibadet edeceğini belirlemek için de mukayeseler yapar. Bu süreçte insanın ibadet nedir, neye ibadet edeceğim, bu ibadet anlayışı bana mantıklı geliyor mu ve varlığımın mana arayışına cevap veriyor mu gibi önemli sorulara da cevaplar bulabilmesi gerekir. Bunu yaparken bir yarış ve rekabet değil de insani sorulara cevap bulma arayışı içinde olmak lazımdır. Zira bu sorgulamalar boyunca insan ne yaparsa kendi yararınadır ve yaptığı tercihlerin sorumluluğunu üstlenmiş olur.
وَلَآ أَنتُمْ عَـٰبِدُونَ مَآ أَعْبُدُ
109.5: “Siz de benim ibadet ettiğime ibadet etmezsiniz.”
Bu ayette yine fiilin zaman kipinin değişmesi dikkat çekiyor. “İbadet eden” fiili isim olarak sürekli ibadet anlamına gelmekle beraber mesleği ibadet olan kimseyi de ifade eder. “Tapınılan” veya “ibadet edilen” bir şeyin geçmişteki durumu ve ona karşı takınılan tutum değişebilir. Ayet, kişinin kararını değiştirmesini ve neye ibadet edeceği konusunda doğru bir anlayışa ulaşmasının beklendiğine işaret etmektedir. Bir insanı hangi fikir tatmin etmezse onu reddeder. Geçmişte ibadet nesnesi olarak gördüğü bir şeyin artık ibadet edilecek nitelikte olmadığını anlaması ondan yüz çevirmesini gerektirir. Dolayısıyla insandan, ibadet edilebilecek ve insani duygularına cevap verebilecek tek Varlık Kaynağının onları Var Eden olması gerektiğini anlaması beklenir.
لَكُمْ دِينُكُمْ وَلِىَ دِينِ
109.6: “Sizin dininiz size, benim dinim banadır!”
Siz hayatı anlamlandırmak için yaptığınız seçiminizden yani dininizden sorumlusunuz, ben de kendi din seçimimden sorumluyum. Bu noktada ayet, kesin biçimde tarafları belirleyen ifadeler kullanmaktadır. İnsan hangi tarafı seçerse ona göre bir tutum geliştirir. Bu cümlenin yapısı kesin bir ayrışmayı gerektirmektedir. Sizinki size, benimki banadır. “Lekum” (sizin için) ifadesindeki “le” edatı bunu açıkça ortaya koymaktadır. Bu edat benzer biçimde, “Onlar, boş söz işittikleri zaman, ondan yüz çevirirler ve bizim işlerimiz bize, sizin işleriniz size. Size selam olsun. Biz kendini bilmezleri istemeyiz derler” (28.55) ayetinde de kullanılmaktadır. Herkesin kendi tercihinden sorumlu olduğu burada da vurgulanmaktadır.
Kafirun suresinin son ayetinde daha önceki ayetlerde geçen ibadet veya tapınma kelimesinin yerine “din” kelimesi geçmiştir. Bu değişiklik bize ibadet ile din arasındaki bağlantıyı da açıklar. İbadet, insanın varlığını anlamlı kılar ve ne için var olduğunu açıklar. İnsan, ibadet vesilesiyle hayatına anlam kazandırır. Din de benzer biçimde olmalı. Zira din, hayat tarzıdır. İnsan, hayatının her anında nasıl yaşıyorsa öyle bir dini vardır. Din, insanın yürüdüğü yol iken ibadet o yolda yapıp ettikleridir. Biri diğerinden bağımsız değildir. İnsan, hangi yolu seçerse o yolun gerektirdiklerini yapar. Mesela bir insan bilinçli biçimde İslam dininin gereği olarak oruç tutar. Oruç vesilesiyle açlığın ne olduğunu tecrübe eder. Acıkmasına rağmen ihtiyacı olan yiyecek ve içeceklerin gerçek sahibinin, yani yaratıcısının izni olmadan yememek suretiyle pratik hayatında inancının uygulamasını yapar. Kendisini yaşatanın bedenine aldığı gıdalar olmadığını anlar. Gıdalarla birlikte, bedeninin ve hayatının var edilmeye muhtaç olduğunu idrak eder. Kendisi ve diğer tüm varlıkların var edilmeye muhtaç olduğunu fark eder. Hiçbir varlık ve duygu kendisini var edemediğine göre, bütün kâinatı Var Eden, Yaratıcının merhameti ve şefkati sayesinde varlığın devam ettiği sonucuna ulaşır. Yiyeceklerin yaratıcısının bedeninin de yaratıcısı olduğunu anlama imkânı bulur. Tersine, açlığın yiyeceklerle ortadan kalktığını zannederse büyük bir yanılgı içine girer. Oruç ibadetinden gafil olur. İbadetler, din anlayışıyla yakından alakalıdır.
İnsan hür iradesini kullanarak neye ibadet ederse onun sonucuna katlanmayı seçmiş olur. Uğruna hayatını feda etmeyi göze aldığı her ne varsa ona ibadet ediyor demektir. Veya hayatının ve varlığının anlamını nede buluyorsa ona ibadet eder. Yaptığı seçiminin sorumluluğu tamamen insana aittir. Eğer yanlış bir tercih yaparsa zorluk ve sıkıntıyla karşılaşır çünkü yanlış tercih demek insanın yaratılışına ters düsen, yani çelişen bir tercih demektir. Mesela hayatının ve varlığının varlık kaynağı olarak eğitim ve kariyeri görüyorsa o zaman ibadet nesnesi olarak bunu seçmiş olur. Bu seçimin yanlış olduğunu onların faniliğinden anlamak mümkündür. İnsan fani olanı sevmez ebediyeti ister. Bütün varlıkları Var Eden asıl Varlık Kaynağı olan Yaratıcıyı tanımak ister. Bütün varlıkları ve duyguları Var Eden’in özellikleri sonsuz yani mutlak olmalıdır. Aksi halde varlıkların var edilişi izah edilemez. Her insan, insani özelliklerini kullanarak bu sonuca bizzat ulaşmalıdır ki ibadetleri anlam kazansın. İnsani sorularının ve ihtiyaçlarının nasıl cevaplandığına dikkat etmelidir. Örneğin, su olmasaydı hayat da mümkün olmazdı. İnsan, ışığa muhtaç olduğu gibi suya da muhtaçtır. Hayatın anlamlı olması en temel insani ihtiyaçtır. Bütün bu ihtiyaçların hepsi Mutlak Varlık Kaynağı tarafından karşılanmaktadır. Kâinattaki bu düzen kendi başına mevcut olamaz. Bu düzen, insanlar için bilinçli ve kasıtlı olarak yaratılmıştır. Düzenin Yaratıcısını ve Onun kurallarını tanımadan yaşamak ve sonra da tatmin olmak için varlığının maksadıyla çelişen yanlış kararlar vermek, kaçınılmaz olarak insanı doyumsuzluğa ve sıkıntıya düşürür. Bu yüzden Yaratıcı, insana düzene uymazsan cezalandırılırsın mesajını veriyor. Düzen, ancak bilinçli bir Yaratıcı tarafından kurulabilir fakat bu düzen içinde tercih yapan insanın kendisidir. Bazı durumlarda düzene aykırı davranıldığında hemen ceza veriliyor. Örneğin, bir kişi uzun süre havasız kalırsa hayatı sonlandırılır ve ölüm cezası verilir. Bedenin yaşaması için gerekli gıda, hava ve ışık kurallarına bu yüzden uymak şarttır.
İnsanın en temel meselesi ebedi mutluluğa ulaşmaktır. Vahiy, bu meselenin çözümünü meselenin kaynağında bulmayı önerir. İnsandaki ebediyet duygusunu var eden kim veya ne ise bu duygunun karşılığını da o var eder. Kâinat tümden yaratılmaya muhtaç olduğu için ebediyet arzusuna cevap veremez. Öyleyse ebediyet ihtiyacını ancak özellikleri mutlak olan Yaratıcı karşılar. Bu arayış sürecinde her insana örnek olması bakımından Hz. İbrahim’in (AS) Rabbini arayışı anlatılır. Hz. İbrahim (AS), ebedi varlık kaynağının yıldızlar, ay ve güneşte olduğu, yani varlık kaynağının varlık aleminden bir parça olduğu zannıyla gözlem yapmıştır. Fakat bunların her birinin bir süre sonra batması ve sönüp gitmesi üzerine, yani varlıklarını kendilerinin devam ettiremediklerini ve kâinattaki hiçbir şeyin varlık kaynağı olmadığını anlayınca, “ben batıp gidenleri sevmem” diyerek insanın yaratılışındaki ebediyet duygusunun değişmezliğine işaret etmiştir. Her insan, bu süreci bizzat tecrübe ederek Rabbini bulabilir. Kâinatta öyle bir düzenli yaratma gerçekleştirilmiş ki, her varlık fenaya giderken Varlık Kaynağının ebediliğine şahitlik eder. İnsan kendisine verilmiş olan insani özelliklerle her an bu şahitliği gözlemleyebilir. Fanilik insanı mutlu etmez. Ebediyeti verebileni araması için insan, ebedi mutluluğa muhtaç olma özelliğiyle yaratılmıştır. İnsan, hep var olmak ve mutlu olmak ister. İbadetler aslında insana bu hakikati daima hissettirmek içindir. Ama alışkanlıklar ve kültürel kalıplar ibadetlerin bu canlılığını gölgeleyebilir. Bu nedenle her insan neye, niçin ibadet ettiğini bizzat kendisi sorgulayıp ulaştığı sonuçların şahitliğinde canlı ve şuurlu biçimde ibadet etmekle sorumludur. Aksi halde, alışkanlık haline gelmiş eğilip kalkmalar ve diğer ritüeller “vazifemi yapmak zorundayım” anlayışı ile yapılırsa, insanın ruhuna, vicdanına, aklına itminan ve ferahlık vermez olur. İbadetler anlamlı, insanın fıtratına uygun bir hayat yasamak için yapılmalıdır. Kur’an her zaman insanın varlığından duyduğu itminan hissine işaret eder. İnsan, varlığını manalı kılan ve onu gerçekten mutlu eden ne ise ona ibadet eder.
Islam From Within Youtube kanalında yayınlanan “Quran-Universe Parallel Reading: Chapter Kafirun – Part 4 –05/29/19” başlıklı video kaydı çalışılarak hazırlanmıştır.