Ders Notları

Kur’an’ı Kainat İle, Kainatı Kur’an ile Okumak!

Kur’an’ı Kainat İle, Kainatı Kur’an ile Okumak! | Ha-Mim

Ha-mim’de geçtiğimiz hafta sonu yapılan (14. 07. 2024) kayyûmiyet dersinde, önceki hafta dersin sonlarına doğru gündeme getirilen bir soruyla bağlantılı olarak “kainat çalışmaları” üzerinde kıymetli tefekkürler paylaşıldı. Bir taraftan İslam ilim tarihi ve geleneği hakkında kuş-bakışı bilgiler paylaşılırken bir taraftan da günümüze dönük dikkate değer göndermeler yapıldı. İlk dönemlerden başlanarak ilmî çalışmaların seyrini belirlemede siyasî ve sosyal şartların rolüne değinilerek hem Kur’an çalışmalarında hem de kainat çalışmalarında gözlemlenen temel eksikliğe vurgu yapıldı; şu genel ve çok anlamlı tespitin altı çizildi: “Kur’an kainat ile okunmayınca, kainat da Kur’an ile okunamadı”. Dersin zaman bakımından yarısından fazlasını alan mütalaalardan sonra kayyûmiyet bahsine dönülerek On Sekizinci Mektup’un Üçüncü Mesele başlığındaki metnin okunmasına ve müzakeresine devam edildi. Ben gerek İslam düşünce tarihindeki ilim geleneği ve bugünkü duruma gerekse söz konusu Mektup’taki paragrafın müzakeresine dair zikrolunan tefekkürleri ilgili video kaydına (https://www.youtube.com/watch?v=gU8xGI77dag) havale edip “Kainat ve Kur’an’ın birlikte okunmasına” dair bana çok kıymetli görünen yaklaşımın bazı çağrışımlarına işaret etmek istiyorum.

Dersin ilk kısmının adeta bir sonucu olarak ifade olunan “Kur’an’ı kainat ile, kainatı Kur’an ile okumak” cümlesindeki “okumak” fiili ile “Kur’an” ve “kainat” sözcüklerinin anlamını birer cümle ile hatırlamak gerekiyor. Bilindiği gibi “okumak” çok geniş kapsamlı bir fiil olup burada “sözlü veya yazılı ifade yahut sembol ve işaretleri anlama süreci” diye tanımlanabilir. Kainat ise “başta dünyamız olmak üzere tüm gök cisimleri, her türlü oluşum, madde ve enerji yapıları dahil olmak üzere uzay ve zamanın tamamı” demek olup bugün daha çok evren sözcüğü ile ifade olunuyor. Kur’an’a gelince, -en azından bir tanımına göre- “Kur’an, kainatın Yaratıcısının insana, insan düzeyinde sözlü konuşması ya da mesajı”dır. Bu küçük hatırlamalar dahilinde “kainat okumaları” ya da “kainat çalışmaları” fizik, kimya, biyoloji, anatomi, zooloji, botanik, astronomi gibi evrenin çeşitli alanlarına odaklanan fen bilimlerini, “Kur’an okumaları” yahut “Kur’an çalışmaları” da Kur’an’ı anlamaya yönelik her türlü çabayı ifade ediyor.

Böylece kainat ile Kur’an; a) kaynağı, b) anlamı, c) dikkat çektiği hakikatler, d) verdikleri mesajlar itibariyle birbirinden ayrılmaz bir bütünlüğe ulaşıyor. Bir bakıma, Said Nursi’nin ifadesiyle, kainat “Yaratıcının Kudret kalemiyle yazdığı kitap, Kur’an da Onun “kelam sıfatıyla konuştuğu kitap” hükmünü alıyor. Yine onun -çok ikna edici ve hakikatli ifadesiyle- Kur’an “kainat kitabının tercümesi”, -dolayısı ile-, Kainat da “Kur’an’ın orijinal hali” demek oluyor. Bu takdirde, derste altı çizilen yaklaşım çerçevesinde “kainatı Kur’an ile okumak, Kur’an’ı kainat ile okumak” şirinlik olsun diye söylenmiş bir söz olmayıp hakikatin ifadesi olarak insaniyetimden onay alıyor.

Tekrar söz konusu tespite dönersek, bu cümle iç içe iki teklifi ihtiva ediyor: a) Kur’an’ı kainat ile okumak, b) Kainatı Kur’an ile okumak. Bu iki tekliften hangisinin öncelikli olduğu sorusunu saklı tutarak “kainat okuması”nın ne demek olduğunu açmak gerekiyor. Ben insan olarak ilkin kainata muhatap oluyorum. Kendimden başlayarak varlıkları, var oluşları, varlık çeşitlerini, sayısız olay ve olguları, bunların birbiriyle uyumlu ilişkiler içinde olduğunu görüyorum. Bu var oluş, olay ve olgular ile uyumluluğu daha yakından incelediğimde hiçbir şeyin gelişigüzel varlık alemine getirilmeyip amaçlı, ölçülü, dengeli, planlı, sanatlı… olduğunu fark ediyorum. Başka bir ifadeyle kainatta yaratılış, hikmet, rahmet, ilim gibi özellikler görüyor; sorguladığımda varlıkların aslını oluşturan ana maddesinin bu özelliklere kaynaklık etmesinin imkansız olduğunu anlıyorum. Sonuçta bunların ötesinde, -hangi isimle anılırsa anılsın- mutlak bir Yaratıcı Gücün bulunması gerektiğine ulaşıyorum. Bu muhakemem ya da kainat çalışmam hem beni zorunlu olarak kendisi -Ha-mim’de çok tekrarlanan ifade ile- kainat cinsinden olmayan, olmaması gereken “mutlak bir Güç”ün varlığına hem de Onun ilim, irade, kudret, hikmet ve rahmet gibi özelliklere sahip olması gerektiğine götürüyor. Diğer taraftan hayvanların birbirleriyle, bir biçimde iletişim kurmaları, insanların konuşarak meramını ifade etmeleri kainatın ve dolayısıyla insanların Yaratıcısının aynı zamanda, -Kendine mahsus- mutlak bir konuşma, mesaj verme özelliğine (kelâm sıfatı) sahip olması gerektiğini de kanıtlıyor. Ayrıca insanın bu aleme niçin gönderildiği, bu alemde varlığı devam ettirildiği sürece bu amacı gerçekleştirmek için kendisine verilen seçme özelliğini nasıl ve nerede kullanması gerektiği, ölümden sonra akıbetinin ne olacağı gibi temel konularda sorular sorması, bu soruların cevabını bilmeye muhtaç olarak yaratılmış olması Yaratıcının mutlaka insana sözlü konuşmasıyla bu sorulara cevap vereceği hakikatini de beraberinde getiriyor. Nitekim insanlık tarihinin bir realitesi olan “vahiy” hakikati ve bunun sonuncusu olan Kur’an mesajı da bunu doğruluyor, tekit ediyor.

Tamamen insanî düzlemde gerçekleşen bu basit ve yalın sorgulama ve muhakeme, başka bir tabirle “kainat okuması” beni hem Yaratıcının varlığına ve mutlaklığına hem de Onun ilim, irade, kudret, rahmet, hikmet, kelâm gibi sıfatlara sahip olduğu, olması gerektiği vakıasına götürünce, -deyim yerindeyse-, benim yaşadığım çağda, elime Kur’an’ı verdiğini anlıyorum. Böylece kainat ile Kur’an; a) kaynağı, b) anlamı, c) dikkat çektiği hakikatler, d) verdikleri mesajlar itibariyle birbirinden ayrılmaz bir bütünlüğe ulaşıyor. Bir bakıma, Said Nursi’nin ifadesiyle, kainat “Yaratıcının Kudret kalemiyle yazdığı kitap, Kur’an da Onun “kelam sıfatıyla konuştuğu kitap” hükmünü alıyor. Yine onun -çok ikna edici ve hakikatli ifadesiyle- Kur’an “kainat kitabının tercümesi”, -dolayısı ile-, Kainat da “Kur’an’ın orijinal hali” demek oluyor. Bu takdirde, derste altı çizilen yaklaşım çerçevesinde “kainatı Kur’an ile okumak, Kur’an’ı kainat ile okumak” şirinlik olsun diye söylenmiş bir söz olmayıp hakikatin ifadesi olarak insaniyetimden onay alıyor.

İnsanların çoğu bilim adamı olmadığı için bilimsel tespitlerinin arkasına yaslanıp inkarcı anlayışa dayanan insanların sözlerine inanıveriyorlar. Teknoloji ürünlerinin mükemmel çalışıyor olması, materyalist görüşün haklı olduğunun delili olamaz. Teknoloji ürünleri, eğer bu ürünleri tasarlayanlar evrenin yaratılış biçimine uygun tercihler yapmışlarsa, evreni böyle mükemmel bir düzende yaratanın yaratmasıyla sonuçta bir teknoloji ürünü güzel bir şekilde çalışabilir.

Yukarıda değinildiği üzere “kainat çalışmaları” ya da “kainat okumaları” profesyonel düzeyde kainatın çeşitli alanlarına yahut birimlerine yönelik gelişen “fen bilimleri”ni ifade ediyor. Söz gelimi, jeoloji “yer küremizi”, biyoloji “canlılar dünyasını”, astronomi “gök cisimlerini” konu ediniyor; deney ve gözlemlerle elde edilen tespitleri paylaşıyor. Peki mevcut haliyle fen bilimleri ya da modern bilimler, -yaslandığı fikir ve kullandığı dil itibariyle- kainatın tercümesi olan Kur’an’ın yansıttığı hakikatle örtüşen bir mahiyet taşıyor mu? Hayır! Bütün tespit ve tasvirleri pozitivist, natüralist ve determinist bir karakter arz ediyor. Diğer bir ifadeyle kainattaki özellikleri kainatın kendisine atfeden, dolayısıyla mutlak bir Yaratıcı fikrine değinmeyen bir seyir izliyor. Bu da bir biçimde fıtratından yahut aileden bazı inanç değerleri almış olsa bile insanları kainata “materyalist” bir gözlükle bakmaya sevk ediyor. İşte derste “kainatı Kur’an ile okumak” ifadesi tam da bu dehşetli zulme neşter vuruyor. Daha somut ifade edecek olursak, fen bilimlerinin kainatı açıklamaya yönelik pozitivist açıklamaları, Kur’an’ı Yaratıcının kitabı olarak değil de sıradan bir kitap olarak okumaya benziyor. Kur’an’ı Yaratıcının konuşması olarak görmemek ne kadar büyük bir vahameti barındırıyorsa, kainatı Yaratıcının eseri olarak görmeyen bir yaklaşım da aynı derecede vahamet barındırıyor!

İnsanların çoğu bilim adamı olmadığı için bilimsel tespitlerinin arkasına yaslanıp inkarcı anlayışa dayanan insanların sözlerine inanıveriyorlar. Teknoloji ürünlerinin mükemmel çalışıyor olması, materyalist görüşün haklı olduğunun delili olamaz. Teknoloji ürünleri, eğer bu ürünleri tasarlayanlar evrenin yaratılış biçimine uygun tercihler yapmışlarsa, evreni böyle mükemmel bir düzende yaratanın yaratmasıyla sonuçta bir teknoloji ürünü güzel bir şekilde çalışabilir. Bilim adamları ise, yalnız o yaratılış biçimini öğrenip, yine düzenin müsaade ettiği imkanları laboratuarlarda araştırırlar ve bu imkanları tercih ederek amaçladıkları sonucun yaratılması için beklerler. Kimse bir an sonrasını kendisi yaratamaz, yalnızca yaratılması için beklerler. Bir çiftçinin tohumu ekip, bitkilerin, ağaçların, meyvelerin yaratılması için bekledikleri gibi. Çiftçi yaratılış kurallarına uygun tercih yaptı ise, sonuçta ağacı, meyveyi çiftçi yaratamaz, bekler ki yaratılsın.

Kur’an, kainatın tüm parçacıkları ile birlikte her an yenilenerek düzenli bir şekilde, çelişkisiz yaratıldığını ve yaratıcısının ise ancak kainat cinsinden olmayan Mutlak bir Yaratıcı olduğunu bize bildirir. Öyle ya, bir telefonun mühendisi telefonun bir parçası veya bir parçacığı gibi olamaz. Mühendis telefon cinsinin tamamen dışında, farklı bir varlık sahibi olan insandır.

İşte derste “kainatı Kur’an ile okumak” ifadesi tam da bu dehşetli zulme neşter vuruyor. Kur’an, kainatın tüm parçacıkları ile birlikte her an yenilenerek düzenli bir şekilde, çelişkisiz yaratıldığını ve yaratıcısının ise ancak kainat cinsinden olmayan Mutlak bir Yaratıcı olduğunu bize bildirir. Öyle ya, bir telefonun mühendisi telefonun bir parçası veya bir parçacığı gibi olamaz. Mühendis telefon cinsinin tamamen dışında, farklı bir varlık sahibi olan insandır.

Başlığa da taşıdığımız söz konusu tespitin ikinci kısmını teşkil eden “Kur’an’ı kainat ile okumak” fikrine gelince, kainatın Yaratıcısı ile Kur’an’da konuşanın aynı kaynak olması aslında böyle bir okumanın sadece faydalı değil aynı zamanda zorunlu olduğunu, olması gerektiğini düşündürüyor. Nitekim Kur’an’ın içeriğine baktığımızda (ahkam ayetleri hariç) onun adete varlık varlık, kelime kelime, harf harf kainat okuması yaptığını görüyoruz. Açık beyanları ile, peygamber kıssalarına yerleştirilen mesajlar ile hatta kasemler ile (yeminler) ana mesajı olan Yaratıcının tanıtımını kainat üzerinden ispatladığını fark ediyoruz. Onun yalnızca tevhidi değil başta ahirete iman olmak üzere diğer inanç konularını da yine kainata atıf yaparak temellendiren bir usul takip ettiğini müşahede ediyoruz. Uzatmadan zikretmek gerekirse, Kur’an; a) kainattaki her şeyi Yaratıcıya delalet eden “ayet” olarak anıyor, b) insanın yaratılması yanında görme, işitme ve düşünme gibi özelliklerinden açıkça söz edip sayılmayan diğer özellikleri de hesaba katılarak Yaratıcının “marifet”ine yani, bu insanî aletlerle Yaratıcının tanınması gerektiğine vurgu yapıyor, c) yer küremizde hemen dikkatimizi çeken dağlar, denizler, nehirler… ismen zikredip “diğer gördüklerinizi de buna kıyaslayın” demeye getirerek mesajlarını tekit ediyor, d) aynı şekilde, aynı maksat etrafında zeytin, üzüm, hurma, incir gibi meyveleri, keza sair bitkileri gündeme getiriyor, e) keza inek, koyun, deve, at gibi insanların çok tanıdık oldukları bazı hayvanları ismen sayıyor, f) yine ay, güneş, yıldız gibi gök cisimlerinden bahsediyor. Böylece verilen örneklerle aynı tür diğer örnekleri düşünmemize işaret ederek Yaratıcısı adına kainat okuması yapıyor; daha doğrusu kainatın nasıl okunması gerektiğinin usulüne dikkat çekiyor.

Kainatı Kur’an ile okumak bütün kainat çalışmalarını, diğer ifadeyle, fen bilimlerindeki araştırma ve incelemeleri; a) Yaratıcısı adına yapma, b) Yaratıcısını tanıtan boyutlara dikkat çekme, c) Kur’an’ın ana aksadı olan tevhid, nübüvvet, haşir ve adaleti temellendirdiğini gösterme eksenli olmalıdır, diye anlaşılıyor.

Özetin özeti olarak ifade etmek gerekirse, kainatı Kur’an ile okumak bütün kainat çalışmalarını, diğer ifadeyle, fen bilimlerindeki araştırma ve incelemeleri; a) Yaratıcısı adına yapma, b) Yaratıcısını tanıtan boyutlara dikkat çekme, c) Kur’an’ın ana aksadı olan tevhid, nübüvvet, haşir ve adaleti temellendirdiğini gösterme eksenli olmalıdır, diye anlaşılıyor. Kur’an’ı kainat ile okumak ise, -ahkam ayetleri hariç-; nahiv ve belağat kurallarına dayanmanın yanında; a) kainatın şahitliğine baş vurma, b) başta tevhid olmak üzere iman esasları kainattaki yaratılış, olay ve olgularla delillendirilerek sunma, c) ayetlerin açıklama ve yorumlarında -teori yahut hipotezleri değil- deney ve gözlemlerle tespit edilen sağlıklı verileri kullanma, d) Kur’an’ı bir ansiklopedi yahut fen kitabı pozisyonuna düşürmeden fakat bilimsel verilerin de Kur’an’ın malı olduğunu dikkate alarak tefsir etme, şeklinde tezahür ediyor.

İslam ilim tarihinde kainat çalışmalarının ne kadar yapıldığı, yapılanların bu çalışmalarda kainatı Kur’an ile okuyup okumadıkları ayrı bir konudur. Aynı şekilde tefsir tarihinde, Kur’an çalışmalarında Kur’an’ın kainatla okunup okunmadığı yahut ne kadar okunduğu da ayrı bir konudur. Ancak derste, takdimcinin dikkat çektiği üzere her iki hususla ilgili olarak da -istisnalar bulunmakla beraber- pek çok sebep dolayısıyla tablonun çok parlak olmadığı görülüyor. Ancak bu karamsarlık sebebi de olmamalı, özellikle genç kuşaklar problemin önemini görerek yüksek bir sorumluluk şuuru içinde uhdelerine düşen görevleri yapmaya azmetmeli diye bir sonuç çıkıyor. Risale-i Nur da bu konuda yaptığı tecdit ve ortaya koyduğu usulî prensiplerle büyük bir hazine olarak ortada duruyor.

Ben derste gündeme getirilen bu çok önemli ve çok faydalı söz ile ilgili çok yüzeysel bazı çağrışımlara işaret ettim. Bilmem siz ne düşünürsünüz?

Yazar hakkında

İlyas Üzüm

Dünyalıyım. Güneş Sistemi sokağında oturuyorum. Yaşadığım Samanyolu galaksisi şehrini bile gezemedim. Yolda mıyım, emin değilim ama "yolda olmak, yolcu olmak" istiyorum; zaman ve varlığın sonsuz yolculuğunda.

Yorum yazın