Resmi resim yapan, üzerindeki sanattır. Sanatı çıkardığınızda, kalan şeye resim denmez, kağıt, boya, çerçeve denir.
Bir resim tablosu gördüm, üzerinde bugünün tarihi vardı. Bu tarih, resmi yapan ressamın, ressamlık sanatının bugün var oldunu göstermez. Ressamlık sanatını benim bugün görme imkanına sahip olduğumu gösterir. Ressam, resimden “önce” vardı, fakat bu “öncelik”in yalnızca resme muhatap olan ben tarafından tanımlanması mümkün değildir. Çünkü ressam, resim düzeyinde bir varlık değildir. Resim, ressamın ve resimde gördüğüm ressamlık sanatının, resimden önce var olduğunun inkar edilemez şahididir.
Resim tablosu denince fiziki bir “görsel” varlıktan bahsedilir. Fakat sanat için “zihinsel” (intellectual-idraki) bir varlıktan bahsedilebilir. Fiziki varlık, tablonun bugün varlık aleminde görünüşünün şahidi iken, zihinsel varlık olan sanat, ressamın ressamlık sanatının tablodan önce varlığının sahidliğini yapar.
Bir varlığın “görsel” ve “zihinsel” olan iki özelliği bu alemde tezahür ettikleri vakit, “zaman” tanımı “görsel” olanın bu alemdeki göründüğü ana göre yapılır. Örneğimizde zaman, bugün idi. Sanatın varlığı ise zaman tayin etmek mümkün değildir. (Bu bir temsildir. Resim ile sanat arasındaki farklılığı, yani, görsel ve zihinsel varlıkların farklı değerlendirilmesini belirtmek içindir. “Sanatkarın ne zaman eğitim aldığını bilebiliriz” demek temsili hatalı kullanmak demektir.)
Bir başka örnek, kısaca: Ben bugün bir kağıdın üzerine bir üçgen şekli çizdiğimde, siz bu kağıt üzerindeki üçgenin bugün vücud bulduğunu söylersiniz. Fakat, “üçgenlik” özelliğinin bugün vücud bulduğunu söylemek “makul” değildir, insan kabul etmez. üçgenlik özelliğinin varlık tarihini vermek mümkün değildir; dünya var oldukça var olan bir özellik olarak tanımlamamız gerekir.
Bu konunun bizi ilgilendiren tarafı: Bizim burdaki yazışmalarımızın esas amacı olan Kur’an’ı anlamada takip edilecek usûl’ü belirlemektir.
Kur’an belli bir tarihte (miladi 610-632 miladi tarihleri arasında) dünyada duyulur hale geldi. Kur’an, tarif gereği, Kainatın Yaratıcısının Konuşması, Kelamı. Ses o tarihler arasında duyuldu. O tarihler arasında olan olaylara ilişkin açıklamalar yapıldı. Tarihte belli bir zaman dilimi içinde vuku bulan olaylara referanslar içerdi.
Kur’an’da bildirilen bilgi ile Kur’an’ı dinleyen arasındaki ilişkiler açısından bir değerlendirme yaparsak, dinleyenler zaman içinde o bilgileri duydular. Fakat o bilgilerin varlığını, Kur’an’ın duyulduğu zamana hasretmek mümkün değildir. O bilgilerin varlık boyutunun Kur’an’ın duyulduğu zaman boyutundan tamamen farklı olduğunu anlamak zor olmasa gerek.
Yani, Kur’an belli bir zaman diliminde insanlığa inmiştir; fakat içerdiği bilgi, Kur’an ile Konuşana ait olduğu için ve Konuşan da Kainatın Yaratıcısı olduğu için, o bilgiler Yaratıcı ile kaimdir. Yani, kainatın sınırları dahilinde düşünülemez; kısaca, ebedi, ezelidir, Mutlaktır, deriz.
Kur’an’daki bilgiler sınırsız bir Kaynaktan gelmektedir, dolayısıyla biz Kur’an’ı belli bir zaman diliminde duysak dahi, içindeki bilgileri sınırsız bir zaman boyutunda değerlendirmemiz zorunludur.
Kur’an mahluk değildir, bu demektir diye anlıyorum. Bu bir nokta.
İkinci ve daha önemli olan nokta da, Kur’an’a muhatap bir kişinin, onun içindeki bilgileri zamana bağlı olarak algılamaya çalışması, yanlış bir algılama metodudur.
Kur’an’da “Biz Beni İsrail’e dedik ki, …” gibi bir bilgiyi, Beni İsrail’in yaşadığı ana ait bilgi veriyor diye değerlendirmek, Kur’an’ın tarifine aykırıdır. O andan bahseden Mütekellim, şimdiki okuyucusunun kendisinin içinde yaşadığı anı da bilerek Konuşandır.
Kur’an’ı dinleyen kişinin, hem Kur’an ile Konuşan’ın (Mütekellim-i Ezeli’nin) doğrudan kendisine konuştuğunu bilerek dinlemesi zorunludur, hem de, Kur’an ile kendisine ulaşan bilgilere, doğrudan kendi şartlarında değerlendirecek bir yaklaşım ile muhatap olması gerekir. Kur’an ile Konuşan, benim şu andaki durumumu bilerek bana Konuşandır. Konuşmanın içeriğinin doğrudan kendisini ilgilendirdiğini bilerek dinlemelidir.
Başka türlü bir anlayış ile Kur’an’ı dinlemek, Kur’an’ın, Kelam-ı Ezeli olduğunun tam farkında olunmadığını gösterir.
Biraz daha genellemek gerekirse: Yeni doğmuş bir bebeğin masum haline bakıp da, “Bu bebek bugün yaratıldı” demek doğrudur. Fakat, Yaratma özelliğinin varlığı bugüne ait olamaz. O hep vardı.
Öyleyse, bugün yaratılan bir eşyada gözlemlediğimiz özelliklerin (resim örneğindeki resim sanatında, üçgen örneğindeki üçgenlik özelliğinde olduğu gibi) hep var olagelen özellikler olduğu bilinciyle o eşyaya muhatap olmalıyız.
Hem şu anda var olan kainata bakıp, veya şu an okunan bir Kur’an’ı dinleyip, hem de Ezeli Yaratıcının huzurunda olarak yaşamak hiç de zor değil.