وَاضْمُمْ يَدَكَ إِلَى جَنَاحِكَ تَخْرُجْ بَيْضَاء مِنْ غَيْرِ سُوءٍ آيَةً أُخْرَى
20:22 – Şimdi elini koynuna şok; bir başka mucize olarak, o da hiç kusursuz, bembeyaz parlar halde çıksın.
Maddi yaratılış ile ilgilenirken, maddenin “mülk” yönüyle değil de “melekutiyet” (Yaratıcısının Mutlak özelliklerini gösteren) yönüyle ilgilendiğin zaman, geçici, fani bir dünyanın, seni, Mutlak, Ebedi bir Yaratıcıya bağlar olduğunu anladın. Böylece Ebediyeti varlığında hissederek yaşamayı sağlamak gibi bir mucize tecrübe ettin. Fenadan bekaya giden yolu buldun, fani yaratılışın Baki Yaratıcısına mucizevi bir şekilde şahitlik yaptığını öğrendin. Şimdi bak, kuru, ışık ile hiçbir alakası olmadığını düşündüğün bir maddeden sana ışık yaratıyorum. Emin ol ki, dünyanın bizzat kendisinin kendi kendine böyle bir özelliği kazanması mümkün değil, anlarsın. Fakat bu yaratılış aleminin her durumunda, eşyanın bizzat kendisi ile izah edemeyeceğin sonuçların yaratılıyor oluşuna dikkat et.
لِنُرِيَكَ مِنْ آيَاتِنَا الْكُبْرَى
20:23 – ki böylece sana büyük mucizelerimizden (Ayatuna’l-Kübra) bir kısmını göstermiş olalım.
En büyük mucize, varlık aleminin, Yaratıcısının Mutlak özelliklerine şahitlik yapacak şekilde yaratılmış olmasıdır. Şu gördüklerin ancak bu mucizelerden bir kısımdır. Varlık alemini incelemeye devam edersen daha çok mucizelerin farkına varırsın.
Evet, şimdi öğrendin ki, varlık aleminin bizzat kendisi değil, işaret ettiği, öğrettiği manalar önemli. Bundan sonra, işaret ettikleri manalara dikkat ederek varlık alemiyle ilişki kuracaksın. Bu senin temel prensibin olacak. Kainatı bu şekilde yaratmamız senin için en büyük bir mucize kaynağıdır. Gerçekten akılsız, şuursuz, iradesiz, güçsüz maddenin, böylesi özelliklere sahip kılınarak var edilişinden daha büyük ne “mucize” olabilir ki? Maddenin bizzat kendisi, kainatın tümü, hatta insanların tümü böyle bir yaratılışın bir parçacığını bile gerçekleştiremezler. Mucize budur.
Not: Said Nursi yazmış olduğu bir Risalesine “Ayet’ül Kübra” (En büyük Mucize) ismi verir. Bu risalesinde varlık aleminin nasıl Yaratıcısının Mutlak Özelliklerine (Kur’an dilinde, Esmasına) şahitlik yapmak üzere mucizevi bir şekilde var edildiğini inceler. Nursi’nin, Kur’anî terimlerin nasıl anlaşılması gerektiğini bize kitap isimleriyle de öğretmesi dikkatimizi çekiyor. MaşaAllah, Kur’an’ı anlamaya yardımcı olmak gibi önemli bir vazife ifa ediyor.
اذْهَبْ إِلَى فِرْعَوْنَ إِنَّهُ طَغَى
20:24 – Şimdi artık Firavun’a git, şüphe yok ki, O pek azdı.
Varlık alemini kendi kendine sahip, üzerindeki özelliklerin eşyanın kendi ürünü olduğunu iddia edenlere bu mesajımı ilet. Firavun, tarihi bir figür olarak, kendisinin kendisine sahip olduğunu iddia eden, ve dolayısıyla kendisini “Rab” bilen bir kişi olarak temsil edilmektedir. Yani “eşya bizzat kendisinde görünen özelliklerin sahibi, kaynağı” diye izah etmeye yeltenmenin sembolü. Dikkat edersek, zamanımızda “bilimcilik” adına yapılan seküler yorumlar bu kategoriye girer. Yani, Yaratıcıya inanmadığını söyleyerek varlık yorumu yapan düşünce ve bu yorumu onaylayan kişiler burada “Firavun” olarak anılıyor. Elimize “Ayet’ül Kübra”yı alıp, düşünce tarzımızı bu mucizevi yaratılışın mucizevi yönünün eğitiminden geçirip, ancak ondan sonra işte bu Firavunlara mukabele edebiliz. Elinde “Ayet’ül Kübra” olmayanlar, Firavun ile mücadele edemezler, yalnızca tarafgirlikle Firavun anlayışını tahkir eden konuşma yaparak insaniyete yakışmayan, insaniyetin onaylayamayacağı bir duruma düşerler.
…………………………..
فَقُولَا لَهُ قَوْلًا لَّيِّنًا لَّعَلَّهُ يَتَذَكَّرُ أَوْ يَخْشَى
20:44 – Ona yumuşak bir dil kullanın; olur ki öğüt alır veya saygı duyar.
Elimizde en büyük ayet var diye böbürlenmeden, muhatap olduğunuz insanların zafiyetlerine dikkat edin, saygılı davranın. Sizin göreviniz insanları itham etmek, onlarla yarışmak, onlara hakaret ederek insanî haysiyetlerini ezmek değildir. Yalnızca sizin farkına vardığınız hakikatleri onlara da ulaştırın, çekinmeyin ve fakat yarışmacı bir tonla da muhatap olmayın, bildiğiniz gerçekleri paylaşın onlarla. Yani şefkatle, yardımcı olmak için muhatap olun. Meşhur örneği ile, doktor, hastasına yardımcı olmak ister, hastasını, “Niçin hasta oldun?” diye itham ederek yardımcı olamaz. Biz de, bir Firavun tavrı takınana, veya Firavun fikri savunan bir felsefeye, hakaret ederek, “Nasıl inanmazsın, nasıl kafir olursun ki?” veya “Vay kafir vay! Vay zındık vay! Kahrolsun kafirler!” diyerek muhatap olamayız.
قَالَا رَبَّنَا إِنَّنَا نَخَافُ أَن يَفْرُطَ عَلَيْنَا أَوْ أَن يَطْغَى
20:45 – Dediler ki: “Rabbimiz, onun bize karşı saldırı ve taşkınlıkta bulunmasından korkuyoruz.
İnsanız, duygularımızı inkar edemeyiz. Evet, mesajı götüreceğiz ama emin olmak da isteriz bize zarar gelmesin. Korkuyoruz bizi işten atarlar, iş yerimizi kapatırlar veya cezalandırmaya kalkarlar diye. Evet, bu endişeler herkeste var. Bu duygular bize tedbir almamız, tedbirli olmamız için verilmiş. İki tane Peygamberin temsiliyle bize bu ayet önderlik yapıyor. Sizde böyle duygular var ama siz bunların üstesinden şu hakikati idrak ederek gelebilirsiniz:
قَالَ لَا تَخَافَا إِنَّنِي مَعَكُمَا أَسْمَعُ وَأَرَى
20:46 – [Allah:] “Korkmayın!” diye cevap verdi, “Şüphesiz Ben her şeyi işiten ve gören olarak, sizin yanınızda olacağım.
Madem anladınız ki, Yaratıcınız Mutlak Özelliklere sahip, bu hakikatin delillerine şahit oldunuz. Şimdi hatırlayın, kâinatın Yaratıcısı, sizin de Yaratıcınız, sizin yanınızda olmaz mı? O, sizi yaratıyor, size görme, işitme özelliği vererek Kendisinin bu özelliklerin Mutlak Kaynağı olduğunu öğretiyor. Bu gerçeğin farkında olarak gidin ve konuşun bu kişilerle, Benim sizi ihmal ettiğim zannına kapılmayın.