فَأْتِيَاهُ فَقُولَا إِنَّا رَسُولَا رَبِّكَ فَأَرْسِلْ مَعَنَا بَنِي إِسْرَائِيلَ وَلَا تُعَذِّبْهُمْ قَدْ جِئْنَاكَ بِآيَةٍ مِّن رَّبِّكَ وَالسَّلَامُ عَلَى مَنِ اتَّبَعَ الْهُدَى
20:47 – “Hadi gidin ona! Deyin ki; “Biz senin Rabbinin iki resuluyuz. İsrailoğullarını bizimle gönder, onlara işkence etme! Senin Rabbinden sana bir mucize getirdik. Doğru yolu izleyenlere selam olsun.
“Biz senin Rabbinin elçileriyiz, yabancı değiliz. Senin gerçeğinin dışında bir anlayışa seni davet ediyor değiliz. Senin gerçeğini sana hatırlatmak için elçilik yapıyoruz.” Hz. Musa ve Harun temsil ettikleri elçilikleriyle, “Bizim dinimize tabi ol, İslam hak dindir vs.” gibi konuşmuyorlar. Dikkat etmemiz gerekir.
İsrailoğulları kimler? Hz Musa’nın tebliğ ettiği hakikati benimseyenler. Sakın ola ki, senden ve benden, şu anda ona muhatap olandan başka birilerinden bahsediyor diye bu Ezeli Hitap olan Kitabı (Kur’an’ı) okumayalım. Onun Ezeliyetine hakaret olur.
“Bizim sana hatırlatmakla görevli olduğumuz haber şu: İnsanların varlık hakikatini benimseyenlerine engel olma, onları zorla senin anlayışına tabi kılmak için beyinlerini yıkama! Çocuk iken onları zorunlu eğitim adına, seküler, varlık alemini, kendi kendine oluşuyor, çalışıyor, gelişiyor diye açıklayan bir eğitim sisteminin kurbanı yapma. Onların insaniyetine tam ters düşecek, anlamsız, geçici, yok olmaya mahkum zannedecekleri birer varlıklarmış gibi işkence çekerek yaşamalarına vesile olma.”
“Senin Rabbinden sana bir mucize getirdik.” Hangi mucizeden bahsediyorlar? Ayetlerde hangi mucize gündeme gelmişse o mucizeden bahsediyor olmalılar. Yani, Ayet’ül Kübra! Şu kainatın yaptığı şahitlik mucizesinden bahsediyorlar. Dini kaynaklardan referans getirerek, “Biz böyle inanırız, bizim kitabımız Kur’an böyle diyor” diyerek değil, kainatı şahit göstererek konuşuyorlar.
Kendi gerçeğini kabul edenlerin selamette olacağı haberi veriliyor. Kainat ile gönderilen mucizeye tabi olanların daima barış içerisinde yaşacağı haberi veriliyor, yani hatırlatılıyor. Yeter ki insan kendisi ile çelişmeyecek bir anlayışa ulaşsın, barış içerisinde, esenlik içerisinde, selamette yaşayacaktır.
إِنَّا قَدْ أُوحِيَ إِلَيْنَا أَنَّ الْعَذَابَ عَلَى مَن كَذَّبَ وَتَوَلَّى
20:48 – Bize şu da vahyedildi ki, azap yalanlayanların ve yüz çevirenlerin üzerinedir.
Biz insaniyetimizi kullanarak anladık ki, kendi gerçeğini kabul etmeyip, kendi gerçeğini inkar ederek kendisi ile çelişenlerin insaniyeti azap içinde olur. Gel, kendini gerekçesiz bir şekilde, anlamsız, sahipsiz, kendi kendine tesadüfen oluşmuş değersiz, yok olmaya mahkum bir şey olarak görerek kendi insanî duygularına azap çektirme.
NOT: Musa ve Harun as birer peygamber olarak Sözlü Vahiy ile de muhatap olurlar. Fakat sen ve ben, böyle bir Sözlü Vahye muhatap olmadığımız için kendimize emanet edilmiş olan aletleri kullanarak bu sonuca ulaşabiliriz. Bu aletleri kullanırken bize peygamberler aracılığı ile naklen gelen vahiy haberini dinleyip, o haberin doğruluğunu yine kendimizdeki aletleri kullanarak kontrol edebiliriz. Bu Sözlü Haberi (vahyi) taklit ederek değil, kainatın ve kendimizdeki aletlerin şahitliği ile tasdik etmek için incelemeye, sorgulamaya geçeriz. Rasuller de, kendilerine verilen vahyi inceleyerek tasdik etmek ile mükelleftirler. (“Peygamber, kendisine Rabbinden indirilene iman etti, mü’minler de.” Bakara(2): 285)
قَالَ فَمَن رَّبُّكُمَا يَا مُوسَى
20:49 – Firavun, “Ey Mûsâ! Sizin Rabbiniz de kimmiş!” dedi.
Dikkatimiz şu noktaya çekiliyor: Eğer bir kişi kendi gerçeğini görmek istemezse, hemen konuyu “sen, ben, senin, benim” noktasına getirir. Musa, “senin Rabbin” diye hitap ederek, “Sana varlık veren, senin ihtiyaçlarını karşılayacak şekilde kainatı yaratanı düşün” teklifine karşı, kendi varlığını incelemeye niyetli olmayanlar, “senin inancına göre” diye konuşmaya başlarlar. Bu davranışı biz çok müşahede ediyoruz. “Sen kendinin nasıl var olduğunu bir düşün” denildiğinde, inanmak istemeyenler tarafından “Müslümanların, veya inandığını söyleyenlerin haline bir bak,” şeklinde cevap aldığımızı biliyoruz. Mesela, Kur’an’ın temel mesajı olan, kanınatın, kainat cinsinden olmayan, Mutlak özelliklere sahip olması gereken bir Yaratıcısı olduğu anlatılırken, yaratılmışlığını kabul etmek istemeyenlerin konuyu hemen değiştirip, pratikte kendilerini Müslüman diye tanıtan kişilerin yaptıkları hatalara dikkati çeken argümana çevirdiği bir vakıadır.
Fakat, Hz. Musa bunun farkındadır ve bize de farkında olmamız hatırlatılmaktadır.
قَالَ رَبُّنَا الَّذِي أَعْطَى كُلَّ شَيْءٍ خَلْقَهُ ثُمَّ هَدَى
20:50 – Rabbimiz herşeye yaratılışını veren ve sonra onu, yaratılış gayesine uygun yola yöneltendir” dedi.
Dikkat edelim, “Bizim güzel dinimiz,” gibi anlamsız bir savunmaya girmeden konuşuluyor. ”Bizim Rabbimiz” yani hepimizin Rabbi tanıtılıyor. Kainatın Varlık Kaynağı olan, sonra da her yarattığı şeyi yaratılış maksadına uygun olacak özelliklerle donatan, dolayısıyle insana da yaratılış maksadını anlayıp o maksada ulaşacak özelliklerle donatarak yaratandır, diye cevap veriliyor. Demek ki, biz de, öncelikle varlık kaynağını araştırmaya yönelmeliyiz, eşyadaki ve bizdeki özelliklerin de varlık kaynağını sorgulamalıyız. “Nasıl oluyor da herşey belli bir görevi varlık âleminin tümüyle tam bir uyumluluk içerisinde üstlenecek şekilde donatılıyor? Bu sonucu kendi kendilerine, tesadüfen oluşturabilirler mi vs?” Diğer insanlara muhatap olurken de bu konuları dikkatlerine sunmalıyız. “Dini görevlerimiz” adı altında yapılması gereken bir takım ibadet formlarıyla insanların dikkatlerini dağıtmamalıyız. “Müslüman olursan, şunları yapmak ve şunlardan kaçınmak zorundasın” gibi konuşmamalıyız. Kendimizde ve başkalarında temel varlık anlayışının yerleşmesine dikkat etmeliyiz.