قَالَ فَمَا بَالُ الْقُرُونِ الْأُولَى
20:51 – “Peki geçmiş nesillerin hali ne olacak,” dedi.
Konuyu saptırmak için kullanıldığı anlayışın bir tezahürü olan bu sorunun iki yönü olabilir. Peki ölüp gidenlere ne oldu? Hani yaratılıyorlar ve yaratılış gayesine göre yönlendiriliyorlardı? Yaratıklara bakarak Yaratana ait olan işaretlere, ayetlere, mucizelere dikkat etmek istmeyenlerin gözünde ölenler, çürüyüp gittiler gibi telakki edilir. Yani, ölüm onların anlayışında yokluğa gitmektir.
Diğer taraftan, bu ayet bize itirazcıların, “Ne yani, şimdi sen, böylesi bir anlayışı onaylamadan ölüp gitmiş olan atalarımızın yanlış yaptıklarını mı söylemek istiyorsun?” diyeceklerini öğretiyor. Yani, yaratılmışlığına dikkat etmek istemeyenlerin en önemli kaçamak noktası, atalarına laf söyletmek istememeleridir. Bu öylesine yaygın bir hastalıktır ki, Yaratıcıya inandığını söyleyenlerin bile içine düştüğü bir hatadır. İsterseniz bir deneyin. Belli bir milletin atasının, geçmişinin, ecdanının sapıklık içinde olduklarını söyleyin ve seyreyleyin siz gümbürtüyü! Bilmem dünyada atalarıyla övünmeyen bir millet kaldı mı? Kendimizden başlayarak bir tahlil yapalım: Kim atalarımızı övüyorsa, onun peşinde koşulduğu toplumsal bir vakıa olarak görülüyor. Dikkat etmek lazım.
Ayetteki geçen Firavun’un itiraz etmek için uydurduğu bu soruya ne cevap verilir? Musa as’ın cevabı şu:
قَالَ عِلْمُهَا عِندَ رَبِّي فِي كِتَابٍ لَّا يَضِلُّ رَبِّي وَلَا يَنسَى
20:52 – Onların bilgisi Rabbimin yanında kayıtlıdır. Rabbim yanılmaz, unutmaz.
Dikkatli bir okuma hemencecik bize hatırlatıyor ki, insanlar hakkında hüküm vermekten kaçınmalıyız, çünkü hüküm verecek bir kapasitemiz yok. İnsanların kişisel durumlarını bilemeyiz. Ve de kişiler hakkında konuşmanın hiçbir faydası yoktur. Biz, ancak bir anlayışın doğru veya yanlış, yani fıtrata uygun veya ters olduğunu kavramak ve insanları bu noktada düşünmeye davet etmekle mükellefiz.
Ve devamına iyi dikkat edelim:
الَّذِي جَعَلَ لَكُمُ الْأَرْضَ مَهْدًا وَسَلَكَ لَكُمْ فِيهَا سُبُلًا وَأَنزَلَ مِنَ السَّمَاء مَاء فَأَخْرَجْنَا بِهِ أَزْوَاجًا مِّن نَّبَاتٍ شَتَّى
20:53 – O ki yeryüzünü sizin için yaşanılır kıldı, sizin için onda yollar açtı, gökten bir su indirdi ve nitekim onunla çeşit çeşit bitkiler çıkardık.
Bu ayette iki nokta dikkatimize sunuluyor:
Birincisi: Hz Musa, konuyu tekrar aslî mecrasına döndürüyor, polemiğe imkan vermiyor. Kişiler hakkında kendi kanaatini belirtmeye kalkmıyor. Tekrar kainatın yaratıcısının “ayetlerine,” “mucizelerine” dikkati çekiyor. Biz de kişiler hakkında şahsi kanaatlerimiz etrafında dolaşan spekülatif argümanlardan uzak olmalıyız.
İkincisi: Ayeti dikkatlice okuduğumuzda, önce Hz Musa kendi gözlemlerinin sonuçlarını paylaşırken kullanılan zamir “O” ile takdime başlıyor. Sonra da konuşmaya Yaratıcı bizzat Kendisinin gerçekleştirdiği mucizeleri bizzat Kendisi adına takdime dönüştürüyor. Yani, “onunla çeşit çeşit bitkiler çıkardık.” deniliyor. “Biziz bunları yapan” diye direkt konuşmaya müdahele ederek, yaratılışta gerçekleştirilen her bir özelliğin doğrudan doğruya bu yaratılışı gerçekleştirene ait olduğu vurgulanmalıdır. Şahsi kanaatiniz olarak kalmamalı, deniliyor. Yani, “Bana öyle geliyor ki…” gibi konuşmayın. Önce kendinizde çıkarımlarınızın hak olduğunu perçinleyin, ondan sonra doğrudan doğruya yaratılışın kaynağına işaret edin, diye öğretiliyoruz. Yani, “Kendi adınıza değil, Benim Adıma konuşun” diyor.
Sözü şahitleri, fiilleri gerçekleştiren aldıktan sonra, yine yaratılıştaki deliller Yaratıcının Kendi dilinden insanların dikkatine sunuluyor:
كُلُوا وَارْعَوْا أَنْعَامَكُمْ إِنَّ فِي ذَلِكَ لَآيَاتٍ لِّأُوْلِي النُّهَى
20:54 – Hem siz yiyin, hem de hayvanlarınızı otlatın diye. İşte bunda, akıllarını kullananlar için âyetler vardır.
Yaratılış o şekilde gerçekleştiriliyor ki, yalnızca insanların kendilerinin faydalarına değil, bütün varlıkların faydalarına sunuluyor. İnsanlara da, “Siz de diğer yaratıkların, canlı olsun, cansız olsun, varlık hakkını ve hayat hakkını tanıyın” diye ihtar ediliyor. Böyle bir düzen içinde yaratmak suretiyle iç içe birçok yararlandırma fiilinin gerçekleştirildiği dikkatimize sunuluyor. Hiçbir varlık, yalnızca kendi başına değerlendirilmemelidir. Her bir varlık, bütün kainat çapındaki ilişkiler ağı içinde var edildiğine göre, bir şeye varlık veren ancak bütün herşeye varlık veren olabilir, diye öğretiliyor.
“Bunların anlaşılması için size gerekli aleti verdim, aklınızla düşünüp bu mucizevi yaratılışın (ayetlerin, mucizelerin, delillerin) gerçeği ifade ettiğini anlayabilirsiniz.” Yani, “Ben anlamadım, anlayamadım, yeterli kapasitem yoktur,” diyemezsiniz. Yeter ki, verilen aletleri kullanın.
مِنْهَا خَلَقْنَاكُمْ وَفِيهَا نُعِيدُكُمْ وَمِنْهَا نُخْرِجُكُمْ تَارَةً أُخْرَى
20:55 – Sizi, ey insanlar, Biz yerden yarattık. Yine oraya göndereceğiz ve oradan tekrar Biz çıkaracağız.
NOT: Dikkat edelim, Firavun ile konuşulurken hangi “mucizeler, ayetler, deliller” gündeme getiriliyor. Yoksa elindeki bir sopa ile Hz Musa, Firavun ile konuşuyor ve sopayı “mucize” olarak göstermiyor. Bu mesele, ileride dile getirilecek olan Firavun’un sihirbazlarına karşı Hz Musa’nın hangi “sopa” (asa) ile meydan okuduğunu anlamamızda önemli bir unsur olacak. Hatırımızda tutalım.
“Yaratış düzenimiz gereği, yeri, toprağı, arzı vesile yaparak sizi yaratan Biziz. Toprak kendisi bir şeye varlık veremez. Yine bu yaratılış düzeninde sizin bedeninizi bu toprağa geri göndeririz. Nasıl ki, topraktan yaratan Biziz, yine bedeninizi o topraktan çıkarıp yeni bir yaratılış düzenine tabi kılacak olan da Biziz.” Kur’an’ın en önemli mesajlarından olan “tekrar diriltilme” meselesi, Yaratıcıya inanmak için gerekli delillerin sunumundan hemen sonra gündeme getiriliyor. Dikkat etmek gerekir ki, bu sunumda da yine “tekrar yaratılmanın” delillerini göstererek inanmaya davet ediliyor. İlk yaratılışa dikkat çekiliyor ve bu ilk yaratılışı gerçekleştiren yine aynı şekilde tekrar yaratılışı gerçekleştirebilir. Yani, ikinci yaratılışın mümkün olup olmadığını anlamanız için bu dünya şartlarındaki ilk yaratılışınıza dikkat edin, deniyor.
وَلَقَدْ أَرَيْنَاهُ آيَاتِنَا كُلَّهَا فَكَذَّبَ وَأَبَى
20:56 – Ona tüm işaret ve delillerimizi göstermemize rağmen yalanlayıp reddetti.
Davetin delil ile olması gerektiği vurgulanıyor. Ve yalnızca bir delil değil, kainatta gözlemleyebildiğimiz kadariyle Yaratıcısına işaret eden deliller ile konuşmak gerekiyor. Her zaman ve çağda kainatı inceleme düzeyi farklı olduğu için gösterilmesi gereken deliller de farklı olması gerekir. Biz delilimizi göstermekle görevliyiz. Fakat muhatabımızın hür iradeye sahip olduğu ve bu hür iradesini kullanarak bir karara ulaşması kendisinin sorumluluğu altındadır. Kimseyi zorlayamayız. Musa ve Harun as’ın en sonunda “selam” vererek ayrılışlarına dikkat etmek gerekir (47. ayet.) Hakaret ederek, itham ederek ayrılmıyorlar. Fakat selamın hangi şartlarda gerçekleşeceği de yine aynı ayette açıklanıyor: “Doğru yolu izleyenlere selam olsun.”