وَٱلْعَـٰدِيَـٰتِ ضَبْح
100:1. “Savaşta, soluk soluğa koşan atlara yemin olsun!”
İlk inen ayetler ilginç biçimde Allah kavramını, Allah’ın varlığını ve birliğini öğretmeye odaklanmıyor. O zamanın insanlarında ahiret, diriliş, ölümün yeni bir varlık biçimi olduğu ve insanın varlığının sonu olmadığı hakkında hiçbir fikir yoktu. Kur’an’ın ilk vahyedilen sureleri, dünyanın faniliği, ölümden sonraki hayat ve var olma koşullarını insanlara tanıtmıştır. Bu Surede, insanın kendi gerçekliğine karşı nasıl direndiğinin tasvir edilişini görüyoruz. Kur’an’ın ilk muhatapları, ölümden sonraki hayatın varlığından haberdar değillerdi çünkü bu kabile ve çevresindekilere uzun süre peygamber gönderilmemişti.
Kendilerini vahye açmamış yani insani özelliklerle mesajın getirdiği manayı anlayamamış tüm insanlarda da sanki ölümden sonra bir hayat yokmuş gibi bir anlayışla yaşamak söz konusudur. Bu anlayıştakiler, ölümden sonraki hayatın varlığına delalet eden yaratılışları dikkate almazlar. Kur’an, varlıkların varlık sahnesine getirilmeleri yani yaratılışlarındaki bu özelliklere insanların dikkatini çeker. Örneğin, bir meyve ağacının tohumu canlı mı yoksa ölü müdür? Tohum canlıdır. Ancak tohum, bir anda ağaç olmaz. Hem tohum hem de ağacın varlığı farklı yaşam koşullarında devam ettirilir. Tohum ağaç olmadan önce farklı bir şekilde var edilirken ağaç olduktan sonra da ağaçla birlikte var edilmeye devam eder. İnsanın da benzer biçimde varlığı farklı şartlarda devam eder. Bu varlık biçimi bir tohum gibi de olabilir bir ağaç gibi de olabilir. Ölüm, varlığın sonu olamaz. Öldüğümüzde, varlığımız bitiyor mu yoksa başka bir şekilde var edilmeye devam mı ediyor? Tohum bir ağaç olacak yeni bir varlığa ulaşabilmek için ölüm diye adlandırdığımız bir süreçten geçmektedir. İnsan da böyle bir süreçten geçeceğinin delilini bu dünyada birçok örnek yaratılışın yan sıra tohumun ağaca dönüşmesinde de görebilir.
Eğer bir insan bu sınırlı hayattan memnun olduğunu özellikle gençlik dönemlerinde zannetse bile, er ya da geç kendisine verilmiş kapasitenin sınırlı varoluşla asla tatmin olamayacağını anlar. Çünkü insan, hep var olmak ister. İnsan, bilinçsiz biçimde var olabilir mi? Hayır, bilinçsiz insan olmaz. İnsanın duyguları, özellikle de bilinci madde cinsinden değildir. Beden artık çalışmadığında yani öldüğünde insanın hislerine ve bilincine ne olur? Bilinç olmadan, bu bedenin varlığının bir anlamı olur mu? Bilinç olmadan hayatın ne anlamı olabilir ki? İnsanın yaratılışı böyledir. İnsan, varlığının ve duygularının farkında olmak ister. Ruh veya bilincin kapasitesini idrak eden bir insan, maddiyatla tatmin olmaz. Örneğin, bir portakalın tadını almadan yemek insana zevk vermez. Çünkü portakalın tadını, kokusunu ve lezzetini almadan sadece bir madde biçiminde bedenimize dahil etmenin hiçbir cazibesi yoktur. Buna portakal yemek denmez. İnsanın yaratılışında yediklerinin tadını, kokusunu ve lezzetini alma isteği vardır. Fakat bu isteklerin en kuvvetlisi insani duygularımızın sonsuz ve en güzel bir şekilde tatmin olmak isteğidir. Bu istek ise o portakalın yaratılış biçimiyle gönderilen Yaratıcısının sonsuz özelliklerini tanıyıp sonsuzu arzulayan duygularımızın yaratıcısı olarak ancak Onun bu sonu gelmeyecek olan tatmin duygusuna cevap verebileceğini anlaması beklenir bir insandan. Bu şekilde yaratılmıştır. Bu özellikleri tutup gen denilen şuursuz varlıklara atfetmek ise hem mantıklı değildir ve hem de insan olmanın gerçeği ile çelişir.
İnsan, asla kendi varlığını ve bilincini kaybetmek istemez, hep varlık ister. Ama dünya şartlarındaki beden, insanın ebedi varlık arzusunun yerine gelmesi için uygun değildir. İnsan, bedenin sınırlayıcılığını kabul etmez. Bu hayat tıpkı bir tohumun hayatı gibidir. Tohumun varlığındaki özellikler canlıdır ve tam manasıyla ancak ağacın varlığında tezahür eder. İnsanın bilinci veya ruhu, ebedi mutluluk ve huzuru aramak için kendisine verilmiş bütün özellikleri kullanmak ister. İşte bu hakikat, Peygamber (SAV) zamanındaki insanların hayatlarında yoktu. Bu durum, günümüz için de geçerlidir. İnsanlar, ebedi mutluluk ve huzur beklentisini karşılamak için arayışa girmek yerine şan, şöhret, mevki, makam, para, güç, iktidar ve hüküm sürmeyi temsil eden sembollere yani kendilerinin putlaştırdığı bu unsurlara kendilerini feda ediyor. Aslında insanın hayatı da ağaç olma yolunda çeşitli aşamalardan geçen bir tohumun hayatına benzer. Ağaca dönüşen tohumun varlığı farklı biçimde devam eder. Tohum, artık toprak altında değil bir ağaç biçimindedir. İnsan, birbiriyle zıt iki çeşit ağaca dönüşme potansiyeli olan bir tohum gibidir. Bunlardan biri, hayatı gerçek Sahibine atfederek yaşamanın sonucu ortaya çıkan, güzel kokulu ve meyveli Tuba ağacıdır. Yani, insani değerlerin onayladığı, memnun olduğu bir sonuç. Diğeri de hayatı Bilinçli Bir Varlık Kaynağına atfetmeden, tesadüf veya maddi sebeplere atfederek yaşamanın sonucu ortaya çıkan kötü kokulu ve zehirli Zakkum ağacıdır. Yani, insani değerlerin reddettiği bir sonuç. İnsan, bu dünya hayatında ruhuna taşıdığı manalarla aldığı eğitimin sonucunda bu iki ağaçtan birine dönüşme potansiyeline sahiptir. Peygamberlerin getirdiği mesaj, insanın dünya hayatının sonunun nasıl olacağına odaklanarak bu dünyada nasıl bir hayat sürdürülmesi gerektiğinin uygulamasını yapar. Tuba ağacına dönüşmeyle bitecek bir hayatı yaşamak için kibir ve kölelikten kurtulmayı öğretir. İnsan, yaratılışı itibariyle kimseye boyun eğmek istemez, hürriyet ister. Özgürlüğü sevme duygusuyla yaratılmıştır. En iyi olmak için bilgi, beceri ve yeteneklerini geliştirmek ister. İnsandaki potansiyelin sınırı yoktur. Ebedi olma arzusu vardır. Eğer bir insan, ölümden sonra ebedi hayat kavramına sahip değilse kendi gerçekliğine ters biçimde ebedi olma arzusunu bu geçici ve sınırlı dünyada gerçekleştirmeye çalışır. Bu mücadele, ebedi hayatı kabul etmeyenler arasında çok belirgindir ve onları hiçbir surette ümitsizlikten kurtarmaz. “Türkçede ‘züğürt tesellisi’ denilen, “Nasıl olsa öldükten sonra hiçbir şey hissetmeyeceğiz, çünkü yok olacağız” diyerek kendilerini avutuyorlar. Acaba insan yalnız bedenden mi ibarettir, insani insan yapan beden midir yoksa insani duygular mıdır, diye hiç düşünmüyorlar. Mesela, bir hayvan olan kediyi kedi yapan onun kedilik özellikleridir. Köpeği de köpek yapan onun kediden farklı olarak köpeklik özellikleridir. Öyleyse insanı insan yapan da onun insani özellikleridir ki bunlar canlı bedenden öteye insandaki şuur, akıl ve duygu örgüsüdür.
“Allah, insanı Kendi suretinde yaratmıştır.” Bu söz çok derin bir hakikati ifade ediyor. İnsanın, Yaratıcısının sonsuz özelliklerini yansıtabilecek özellikte yaratıldığını anlatıyor. Bir küçük su damlasının güneşi yansıtmasına benzer biçimde insan da Allah’ın evrenin yaratılışıyla gösterdiği özelliklerini yansıtır. Allah’ın bilmesi görmesi, işitmesi, sanatla yapması, güzel yapması ve diğer tüm özellikleri bir varlığın aynada yansıyan görüntüsüne benzer biçimde insanın ruhunda yansır. Bu özelliklerin sonu yoktur. Eğer bunların sonu yoksa, o zaman bunların yaratıcısının özellikleri de sonsuz olmalıdır. Yaratıcı, insana bu sınırsız özellikleri verdi. Sınırsız özellikleri verebilen, mutlak yani sonsuz olmalıdır. Bunun bir başka yönü de bu sonsuz özelliklerin karşılık bulması gerektiğidir. İnsana sonsuz özellikler ve onları gerçekleştirme özelliğini veren Zat, maden bu dünya hayatı karşılamayacak biçimde yaratılmıştır, o halde bunu karşılayacak biçimde ebedi bir hayatı da verebilmelidir. Bu arzuya karşılık verebilecek olan insanın kendisi, atmosfer veya galaksiler gibi kâinat türünden olan varlıklar olamaz. Çünkü bunların hepsi aciz ve var edilmeye muhtaçtır.
Kâinat türünden olmayan bir özellik sonsuz yani mutlak olmalıdır. İnsan kâinat türünden olan her şeyi kavrayabilir fakat zihni kâinat türünden olmayan bir şeyi kavrayamaz. Bu dünya şartlarında sonsuz veya mutlak olanı somut biçimde gösteremez. İnsanın bu hayattaki gayesi Varlık Kaynağının özelliklerinin olabildiğince farkına varmaktır. Bu özellikler sonsuzdur ama insan elinden geldiğince daha çok farkındalık kazanmak için çalışmalıdır en azından onların sonsuz olması gerektiğini kavramalıdır. Eğitim sürecinde mezun olunan her okul kademesinden sonra daha üst düzey ve kapsamlı bilgiler kazanmak için okuyup araştırmaya benzer biçimde bu farkındalık düzeyi de geliştirilmelidir. Bu eğitim, insaniyetimize yerleştirilmiş özelliklerin kullanılmasıyla gerçekleşir. Varlıkların özellikleri incelenerek Yaratıcının özelliklerinin daha çok farkına varılır. Eğitimin gayesi geçici dünya hayatının imkânları değil ebedi olana kavuşmaktır. İnsanın özlemini duyduğu ebedi huzur ve mutluluğu ancak bu duyguyu Var Eden karşılayabilir. Kur’an-ı Kerim ilk olarak bu dünyanın geçiciliğine vurgu yaparak yeni ve ebedi bir hayatın zorunluluğuna işaret eder. İnsana da bu mesajla, kendisini sınırlayan ve dünyaya hapseden şeylerden kurtulmayı öğretir. Bunun için insana verilmiş özelliklere değil bunların Varlık Kaynağına minnettar olması gerektiğini söyler. İnsani özelliklerin varlık kaynağı hava, güneş, ebeveyn, beden veya genler olamaz. Bunların bir bilinci, iradesi, gücü olduğuna dair hiçbir belirti yoktur. Bilakis, kendileri de evrenin düzenine uymak zorunda olan yaratıklardır. Bütün bunları Var Eden mutlak ilim ve hikmet Sahibidir. İnsan, O’na şükran duymalıdır.
Hür irade genellikle kötü yönde kullanılabiliyor. Dünyadaki geçici lezzet ve ihtiyaçlardan başka ebedi huzur ve mutluluk ihtiyacı da var. Ebediyet arzusu dikkate alınmadığı zaman hür irade kötüye kullanılmış olur. Hür irade aslında insana, varlığını kâinattaki hiçbir varlığa borçlu olmadığını idrak ederek özgürleşmesi için verilmiştir. Özgürlüğü de varlık kaynağını aramak ve tanımak için kullanmak gerekir. İnsan, Varlık Kaynağını tanıyıp güvendiği ölçüde özgürleşir. Çünkü Varlık Kaynağını tanımazsa ya anlamsızlık ya da var edilmeye muhtaç sebeplere dayanarak yaşamak söz konusudur. Bu durumda insan sayısız sebebe minnettarlık duymak zorunda kalarak köleleşir. Oysa Varlık Kaynağı insana ihtiyaç duyduğu her şeyi yaratarak hizmetine sunmuştur. İnsan, kendisini yaratanı tanıdığı, varlığının kaynağının O olduğunu onayladığı zaman özgürlüğünü kaybetmiş olamaz. Zaten özgürlük duygusunu verenin O olduğunu anlayınca Ona kendisini var ettiği için teşekkür etmesi ve o teşekkür haliyle hayatını sürdürmesi, insanın özgürlüğünü kaybetmesi değil, bilakis özgürlüğünü kullanıp özgürce tercih yapması demektir.
Kâinat türünden olmayan bu yegâne Varlık Kaynağından başka yaratma gücü olan bir varlık yoktur. Örneğin, lezzetli ve güzel bir portakala ihtiyaç duyduğunda onu yaratan ancak bu Varlık Kaynağı olabilir. Portakalı sevme ve lezzet alma duygusuyla birlikte var ediyor. Bunun gibi sayısız gıda ve hayati unsur bu Yaratıcının eseridir. Bundan dolayı, her zaman minnettar biçimde Yaratıcıya şükretmek gerekiyor. İnsanın bu dünyada bulunuş gayesi Yaratıcının sanatlı varlıklarını incelemek suretiyle O’nun özelliklerini tanımak ve başta kendisi olmak üzere bütün varlıkları O’na atfetmektir. Aksi halde bu kadar sanatlı ve çeşitli yaratmanın anlamsızlığıyla yüz yüze kalır. Bu anlamsızlık insanı huzursuz, ümitsiz ve öfkeli hale getirir. Varlık Kaynağını tanımayan ve O’na bağlanmayan insanlar, ölüp yok olmanın kaçınılmazlığıyla mutsuz olur. Bu mutsuzluğu unutturacak meşguliyetler arar durur. İnandığını söyleyen ve kültürel bir din anlayışına sahip insanlar da aslında Varlık Kaynağını bilinçli biçimde sorgulamıyor olabilirler. Belirli alışkanlıkları din zannederek yaşıyor olabilirler. Bu da bir çeşit körlük ve mutsuzluk hissi veriyor. İnsan ciddi biçimde her şeyin varlığını sorgulamalıdır. Kendisine verilmiş olan insani özellikler ve duyguları bu sorgulama sürecinde kullanmalıdır. Demek ki, hepimiz dikkatli olmalıyız. Bilinçli bir insan olarak neyi niçin yaptığımızın farkında olmalıyız.
Materyalist bilim anlayışı, laboratuvar şartlarında gözlenemeyen bir şeyin varlığını yadsır. Bundan dolayı, kâinat türünden olmayan bir Varlık Kaynağını dikkate almaz ve şartlanmış biçimde varlıkları inceleyerek onların varlık kaynağını sorgulamaya girişir. Kaçınılmaz olarak ulaşacağı sonuç, maddenin bizzat kendisinde bir yaratıcılık özelliği olduğunu sanmak olacaktır. Oysa laboratuvar koşullarında incelenebilen varlıklar ve süreçler insanın ve diğer varlıkların varlığını açıklamak için yeterli olmaz. Çünkü insan ve diğer tüm varlıkların var ediliş biçimi sonsuz bir kudret ve ilim gerektiriyor. Bu nitelikler ise laboratuvar koşullarıyla sınırlandırılamaz. İnsana verilmiş olan tüm özelliklerin Varlık Kaynağının özelliklerini tanımak ve onaylamak için olduğu unutulmamalıdır. Her insan bu noktada iki seçeneğe sahiptir. Birincisi kendisine verilmiş özelliklerin Varlık Kaynağını tanıyıp her şeyin varlığını O’na atfederek ebedi bir yaratılışın mutlaka gerçekleşeceğinden emin olarak, hoş kokulu bir Tuba ağacına dönüşmektir. İkincisi ise kendindeki özellikleri tesadüflere veya kâinat türünden olan varlıklara atfederek, ümitsizlik ve tatminsizlik içinde kıvranarak, kötü kokulu bir Zakkum ağacına dönüşmektir. İnsanın yaratılışına ve ebediyet arzusuna uygun olan Tuba ağacıdır. İnsaniyete uygun olan, bilinçli bir biçimde kendisinin var edilmiş olmasının zorunlu olduğu gerçeğini kabul edip Yaratıcıya teşekkür ederek itaat etmektir. Ebediyen var olmayı, bu arzuyu Var Edenden beklemektir. Bu amaçla her halini ve ihtiyacını O’na arz etmektir. Böylece insanın her anı Varlık Kaynağını aramak ve tanımak için bir fırsata dönüşür. Hayatının gayesi O’nu aramak ve tanımak için çalışmak olur. Bu amaç uğrundaki her fiili, var edilme gayesine uygun düşer.
*Islam From Within Youtube kanalında yayınlanan “Quran-Universe Parallel Reading: Chapter Adiyaat– Part 1 –01/02/19” başlıklı video kaydı çalışılarak hazırlanmıştır.