Ders Notları

“Maddî Terakkî” ve “İ’lâ-yı Kelimetullah” Kavramı

“Maddî Terakkî” ve “İ’lâ-yı Kelimetullah” Kavramı | Ha-Mim

Ha-mim’in geçtiğimiz hafta sonu (04. 03. 2023) yapılan Divan-ı Harb-i Örfî dersinde Yedinci Cinayet başlıklı kısım okunup müzakere edildi. Müellifin “31 Mart Vakıası” dolayısıyla yargılandığı mahkemede yaptığı müdafaadan oluşan eserin bu başlığında “İttihad-ı Muhammedî Cemiyeti” ile ilgili görüşleri gündeme getiriliyor. Müellif burada “İttihad-ı Muhammedî” adıyla bir cemiyet kurulduğunu işittiğini fakat bu “ism-i mübareğin” altında yanlış hareket meydana gelmesinden nihayetsiz korktuğunu ifade ediyor; ardından kendisinin kast ettiği ve dahil olduğu “İttihad-ı Muhammedî”nin çok geniş tanımı yapıyor. Doğudan Batı’ya -o günkü şartlarda- üç yüz milyondan fazla insanın bu daire içinde yer aldığını, bunun vahdet cihetinin tevhid-i ilahî, peyman ve yeminlerinin iman, müntesiplerinin bütün müminler olduğunu… zikrederek geniş bir çerçeve çiziyor. Derste metnin bugüne bakan mesajları açısından önemli tefekkürler paylaşıldı. Ben bunları ilgili kayda havale edip (https://www.youtube.com/watch?v=u0d_LeVb3Tc) metnin ortalarında geçen “…Zira i’lâ-yı kelimetullahın bu zamanda büyük bir sebebi maddeten terakkî etmektir” cümlesi etrafındaki müzakerelere değinmek istiyorum.

Bir müzakereci şunları söyledi: “Önce bu cümlenin altını çizelim, ardından metni tersinden okuyup başıyla bağlayalım. Ne çıkıyor? Maddeden terakkî etmekten maksadın i’lâ-yı kelimetullah olması. Yani i’lâ-yı kelimetullah bu zamanda topla-tüfekle üstünlük sağlamak değil, topla-tüfekle, teknolojik imkanlarla arz ve semada -ki bu Kur’anî ifadedir- gizlenmiş olan, onların yaratılışında örtük kalmış olan Yaratıcının özelliklerini ilan etmek, i’lâ etmek, yüceliğini ortaya koymak (Neml 27/25). Diyelim teknolojik bir alet yapıldığında denilecek ki, ‘bakın ben yaratılış düzenine uyarak bir alet yaptım, bu aleti kainatın kurulu düzeninden faydalanarak yaptım, bu suretle Yaratıcının ne kadar Hikmetli, ne kadar Rahmetli olduğu anlaşılıyor…” Böylece maddî alanda bir terakkî, maddeyi bu özelliklerle donatarak yaratan Kaynağın -ki maddedeki bu özelliklerin maddenin kendisinde olmadığı açıkça anlaşılıyor- niteliklerine nasıl delalet ettiği görülsün, insanlar Yaratıcıyı güzel şekilde tanıyor hale gelsinler.”

“Maddî terakkî; bu çerçevede maddedeki, varlıklardaki özelliklerden hareketle insanlara Yaratıcılarını daha iyi tanıma imkanı vermesi gerekirken bugün tersi oluyor. Mesela, madde ile yani evrenle, varlık alemiyle ilgilenen ve hayatı kolaylaştırıcı bazı keşifler yapanlar diyorlar ki, ‘Siz merhametli bir Allah’a inandığınızı söylüyorsunuz, oysa şu hastalıkları, şu musibetleri O gönderiyor, bizler de çalışarak insanları Onun gönderdiği olumsuzluklardan kurtarmaya çalışıyoruz’. Oysa böyle düşünenler maddedeki, evrendeki hayatı netice veren, hayatın devamını sağlayan sayısız tedbirleri, hesapları, nimetleri göz ardı edip bunların maddenin kendisinden kaynaklandığını iddia ederek geçiştiriyorlar. Ayrıca keşfettiklerini söyledikleri şeyin de sonuçta aynı Yaratıcının aleme koyduğu düzenden faydalanarak yapıldığını yok sayıyorlar. Diğer bir ifadeyle bu insanlar ne yaparlarsa yapsınlar, neyi keşfederlerse keşfetsinler, bütün bunlar itham ettikleri, eleştirdikleri Yaratıcının düzene koyduğu prensiplere dayanılarak gerçekleştiriliyor. Bu çok önemli bir hakikat olarak görünüyor bana. Bu yüzden de sık sık vurguluyorum. İnsanlar teknolojinin kainatın yaratılış düzeninde var olduğunu, teknoloji denilen şeyin bunun açığa çıkarılmasından ibaret olduğunu, tanınması ve minnet duyulması gereken Kaynağın kainatı bu düzen içinde yaratan Kudret olduğunu düşünmüyorlar veya düşünemiyorlar.”

Bu cümlede geçen ‘kelimetullah’ yani ‘Allah’ın kelimesi’ ifadesi Kur’anî bir kavramdır. Kur’an’da, ‘Yer yüzündeki bütün ağaçlar kalem olsaydı, deniz de -ardından yedisi daha eklenmek üzere- mürekkep olsaydı yine de Allah’ın kelimeleri tükenmezdi’ (Lukman 31/27) deniliyor. Demek ki ‘Allah’ın kelimeleri’nden maksat Kur’an değil. Kur’an olsaydı 600 sayfada biterdi. Ama Kur’an işte bu sonsuz olan ilahî kelimelerin şifresi, onları anlama vesilesi ya da anahtarı! Anahtar olmazsa hazineyi nasıl açarsınız? Demek ki Kur’an’ın verdiği usul ile maddeyi, varlığı, kainat kitabının kelimeleri olan her bir yaratığı okuma yoluna gitmemiz gerekiyor.”

“İnsan tercih yaparken bile düzenin dışına çıkamaz. Kimse bu düzeni değiştiremez! Mesela şimdilerde çok söyleniyor ya, genlere müdahale ettiler, gıdaların genetiğini bozdular, fıtratla oynadılar vs. diye. Oysa bunların hepsi yine düzenin içerisinde olan şeylerdir. İnsan kainatın düzenine uymak şartıyla neyi tercih ederse onun neticesi ile karşılaşır. Yaratılış kuralı budur. Faydalı yerlerde kullanılmak için düzenin içine yerleştirilen imkanlar sömürü ve hırs aracı olarak da tercih edilebilir. Kur’an bunun haberini de veriyor. ‘Fesat çıkaracaklar, kan dökecekler, canlıları cansız hale getirecekler, canlı olan kainata ölü cesetmiş gibi muamele edecekler’ (Bakara 2/30) diye. Allahü ekber! Bugünkü dünyada olan tam da bu! Canlı bir şekilde Yaratıcısının özelliklerini ilan eden varlık alemini öldürüyorlar ve anlamsız ceset gibi görüyorlar. İnsanı bedenden ibaret ceset gibi telakki ediyorlar. Ceset rahatlıyor ama sınırsız duygular yumağı olan ruh sahipsiz bırakılıyor. Niye? ‘Doğal olarak, rastlantılar sonucudur bunlar’ deyip geçiyorlar. ‘Ben şu teknolojik ürünleri ürettim’ diye övünüyorlar. Nasıl buldun? Kainatta var olan özelliklerden çıkardın. Bu özellikleri maddenin kendisinin sahip olamayacağını görmüyor musun? Bir hayvancık var, bir böcek var, -ondan da özür diliyorum-, ipek böceği diye. Kendi kozasını kendi örüyor, sonra da o kozaya kendini hapsedip can veriyor. Madde deyip manayı görmeyen, insan deyip insan duygularına aldırış etmeyen, fakat bazı teknolojik imkanlarla kendini avutup insaniyetini aç bırakan hatta bir tür ölüme mahkum eden bu insanlar ne kadar da benziyor bu böceğin kendine yaptığına! ‘Madde’ diyor, ‘madde böyle gelişmiş’ diyor, sonra bir bakıyorsun madde düzenin dışına çıkamıyor. Onun anlayışında madde kendi ürettiği düzenin mahkumu, eseri, kölesi oluyor. İnsan da kendi kaprislerinin kölesi oluyor. Hayatı boyunca kendini tatmin etmek için sürekli çalışıyor fakat bir türlü de düzenin boyunduruğundan çıkıp ölümü durduramıyor. Sırtına bir çubuk ile havuç bağlanıp önüne uzatılan bir tavşan gibi hayatı boyunca mutluluk peşinde koştuğu halde bir türlü mutluluk isteyen duygularını tatmin edemiyor. Bir madde yığınından ibaret olan bedene mahkum ettiği mutluluk beklentilerinin bedenle birlikte kabirde çürüyeceği gerçeğini sürekli yaşamaktan kurtulamıyor. Bizim çok dikkat etmemiz lazım. Çelişkilerden uzak olmamız lazım.”

“Evet, çelişkilerden uzak olmalıyız. Din diye dini fıkıh kurallarından ibaret görüp sonra da teknoloji karşısında, ‘Allah razı olsun bilim çalışan insanlardan, ne kadar faydalı oluyorlar, felaketler Allah’tan geliyor, fayda bilim çalışan insanlardan geliyor’ deme yanlışlığına düşmememiz lazım. Böyle diyenler bilimin kaynağı, bilimsel çalışmaların esası, maddi buluş veya teknolojik ürün dedikleri şeylerin gerçekte kainattaki işleyiş kurallarına göre yapıldığı… gibi hakikatleri maalesef gündeme getirmiyorlar.”

Bu tefekkürden sonra moderatörün ufuk açıcı değerlendirmelerini takiben önceki müzakereci şöyle devam edip eklemede bulundu: “Bu cümlede geçen ‘kelimetullah’ yani ‘Allah’ın kelimesi’ ifadesi Kur’anî bir kavramdır. Kur’an’da, ‘Yer yüzündeki bütün ağaçlar kalem olsaydı, deniz de -ardından yedisi daha eklenmek üzere- mürekkep olsaydı yine de Allah’ın kelimeleri tükenmezdi’ (Lukman 31/27) deniliyor. Demek ki ‘Allah’ın kelimeleri’nden maksat Kur’an değil. Kur’an olsaydı 600 sayfada biterdi. Ama Kur’an işte bu sonsuz olan ilahî kelimelerin şifresi, onları anlama vesilesi ya da anahtarı! Anahtar olmazsa hazineyi nasıl açarsınız? Demek ki Kur’an’ın verdiği usul ile maddeyi, varlığı, kainat kitabının kelimeleri olan her bir yaratığı okuma yoluna gitmemiz gerekiyor.”

Sonrasında konunun farklı boyutlarıyla ilgili faydalı tefekkürler dile getirildi. Daha sonra diğer bir müzakereci söz alarak şunları paylaştı: “Metinde geçen ve üzerinde konuştuğumuz ‘Zira i’lâ-yı kelimetullahın bu zamanda büyük bir sebebi maddeten terakkî etmektir’ ifadesi farklı bağlamlarda, farklı şekillerde okunan bir cümle. Yapılan müzakerelerde bu cümlenin nasıl yanlış anlaşılabildiğine değinilmeden doğru anlayışın nasıl olması gerektiğine işaret edildi. Ben bu cümle etrafında vaktiyle şöyle okumalar yapıldığını çok işittim: Burada basbayağı maddî kalkınmaya yönelik yaklaşımlar sergileniyor, müellif kalın harflerle bunun altını çiziyor. Biz İslam dünyası olarak maddî kalkınma içinde olmalıyız, zenginleşmeliyiz, güçlenmeliyiz. Eğer biz süper güç olursak İslam’ı cihana yayarız’ vs. Oysa bu cümlede iki temel nokta var; birisi maddî terakkî ile ne kast edildiği ki, önceki müzakerelerde üzerinde duruldu. Yani maddî terakkî ile imanın birçok hakikatinin insanlara açılacak olması hususu. Diğer tarafı ise i’lâ-yı kelimetullahın bu zamanda büyük bir sebebinin maddî terakkî olması. Yani tek sebebinin ya da tek boyutunun değil. Ama bu zamanda maddî terakkî deyince kafamız buraya çalışıyor. Gecemiz gündüzümüz bu. Müellif müzakerede paylaşılan anlamda bunu kabul ediyor, hakkaniyet gösteriyor ama ‘tek sebep bu’ demiyor. Dolayısıyla bu cümleyi bu iki yönüyle ele almak ve anlamak gerekiyor diye düşünüyorum.”

Müzakereler hem söz konusu cümlenin hem de metindeki diğer paragrafların anlaşılması istikametinde verimli bir şekilde devam etti. Allah razı olsun.

Yazar hakkında

İlyas Üzüm

Dünyalıyım. Güneş Sistemi sokağında oturuyorum. Yaşadığım Samanyolu galaksisi şehrini bile gezemedim. Yolda mıyım, emin değilim ama "yolda olmak, yolcu olmak" istiyorum; zaman ve varlığın sonsuz yolculuğunda.

Yorum yazın