Yusuf Sûresi, 12:53
اِنَّ النَّفْسَ َلاَمَّارَةٌ بِالسُّوءِ
Meali: (Haşiye) “Nefis daima kötü şeylere sevkeder.” âyetinin, hem de اَعْدَى عَدُوِّكَ نَفْسُكَالَّتِى بَيْنَ جَنْبَيْكَ mânâ-yı şerifi: “Senin en zararlı düşmanın nefsindir.” Hadîsinin bir nüktesidir.
Tezkiyesiz nefs-i emmaresi bulunmak şartıyla kendi nefsini beğenen ve seven adam, başkasını sevmez. Eğer zâhirî sevse de samimî sevemez, belki ondaki menfaatini ve lezzetini sever. Daima kendini beğendirmeye ve sevdirmeye çalışır ve kusuru nefsine almaz; belki avukat gibi kendini müdafaa ve tebrie eyler. Mübalağalar ile, belki yalanlarla nefsini medh ü tenzih ederek âdeta takdis eder ve derecesine göre مَنِ اتَّخَذَ اِلهَهُ هَوَيهُ âyetinin bir tokadını yer. Temeddühü ve sevdirmesi ise, aks-ül amel ile istiskali celbeder, soğuk düşürtür. Hem amel-i uhrevîde ihlâsı kaybeder, riyayı karıştırır. Akibeti görmeyen ve neticeleri düşünmeyen ve lezzet-i hazıraya mübtela olan hisse ve heva-yı nefse mağlub olup, yolunu şaşırmış hissin fetvasıyla, bir saat lezzet için bir sene hapiste yatar. Bir dakika gurur veya intikam yüzünden on sene ceza görür. Âdeta ders aldığı Amme Cüz’ünü bir tek şekerlemeye satan hevaî bir çocuk gibi, elmas kıymetinde bulunan hasenatını, hissini okşamak için ve hevasını memnun etmek için ve hevesini tatmin etmek için, ehemmiyetsiz cam parçaları hükmündeki lezzetlere, enaniyetlere vesile edip, kârlı işlerde hasaret eder.اَللّهُمَّ احْفَظْنَا مِنْ شَرِّ النَّفْسِ وَالشَّيْطَانِ وَمِنْ شَرِّ الْجِنِّ وَاْلاِنْسَانِ
____________________________________
(Haşiye): Bu parçanın da, herkese faidesi var.
Said Nursi burada nefsin mahiyetinden bahsediyor. “İnsanın en zararlı düşmanı nefis ise, yaratılmasının hikmeti nedir?” diye bir sual akla gelebilir. Üstad bunu başka yerlerde geniş bir şekilde açıklıyor. Şeytanların yaratılmasının hikmeti ile nefsin yaratılması aynı kategoride.
Nefsin yaratılması hayırdır, çünkü bizim istidatlarımızın, kabiliyetlerimizin gelişmesine yardımcı olur. Üstadın verdiği bir örnekte nasıl ki atmaca serçenin kabiliyetlerinin gelişmesine yardımcı olur, bir nevi serçe için atmacanın yaratılması hayırdır, serçenin yaratılış amacının yerine gelmesine sebebiyet verir. Aynen öyle de insan nefisle mücadele ederek istidatlarını geliştirir, yaratılış amacının gerçekleşmesini sağlar.
Nefsin görevi şu şekilde basit bir misalle daha iyi anlaşılabilir gibi: Biz mükemmel yapılmış ve güzel nakışlarla donatılmış bir odadaki bütün ayrıntıları farketmeyiz. Mesela duvarda varolan tabloyu farketmemiş olabiliriz. Bir kişi gelip bize dese ki: “Şu duvarda tablo yok”; bizim dikkatimiz oraya yönelecek ve daha önce farkında olmadığımız bir hakikatle tanışmış olacağız.
Veya dese ki: “Bu odada hiç bir nakış ve işleme yok”; biz bu sözü değerlendirmek için bakacağız ve daha önce belki dikkatimizi hiç çekmemiş nakışları ayrıntılı bir şekilde inceleyip “hayır” diyeceğiz, “bu oda çok nakışlı yapılmış, şu şekilde ince sanatlar var, bu odayı yapan sanatkar şurada böyle ince işlemeler kullanmış, kendini şu şekilde ifade etmiş” diyeceğiz.
Aynen öyle de nefis insana diyecek ki: “Her şey kendi kendine oldu.” Biz bu sözün hakikat olup olmadığı anlamak için değerlendirmeye başlayacağız ve “böyle mükemmel bir düzen, hikmet, kasıt, rahmetle yaratılmış kainat, kendi kendine kör tesadüfle olamaz” diyeceğiz.
Mesela nefis diyecek ki: ” Allah kainatı yarattı, kainatta cari kanunları koydu ve bıraktı, sebep sonucu yapıyor”. Biz nefsin bu söylediği hakikat mı diye bakacağız ve diyeceğiz ki “Hiç bir şuuru olmayan sebepler, büyük bir kasıt, şuur, hikmet içeren sonuçları yapamaz”.
Nefis diyecek ki:” Allah kainatın düzenini yapıyor, ben de şu odamın ya da kendi hayatımın düzenini kurarım”. Biz bakacağız bu sözler de bir hakikat var mı diye, tahkik edeceğiz ve diyeceğiz ki : “Hayır, elinde hayal gibi, meyelandan ibaret bir cüz-i irade ve seçme hürriyeti olan, hiç bir yaratma gücüne sahip olmayan insan, bu kainatta başıboş bırakılacağını ve dilediği gibi hareket edebileceğini mi sanır? ”
Sanki nefis bize üzerinde çalışmak için bizim normalde aklımıza gelmeyecek problemler üretiyor. Biz bu problemler üzerinde çalışarak kendimizi, bize verilen kabiliyetleri ve potansiyeli en güzel şekilde işletiyoruz. Yaratıcımızın isim ve sıfatlarının tecellilerini tanımaktan ve bu tecelliler karşısında şükretmekten ibaret olan yaradılış amacımıza uygun hale geliyoruz. Dolayısıyla nefsin yaratılması hayırdır ve nefis insana verilmiş bir alettir.
Bu aleti doğru kullanmak çok önemlidir. Nasıl ki bir bıçak bizim için vaz geçilmez bir alettir ve çok hayırlara vesiledir. Ama doğru kullanmasını bilmediğimiz zaman aynı bıçak elimizi de keser. Bu dünya sebep sonuç ilişkisi içinde yaratıldığı için bıçak ekmeği keserken kessin, ama elimize gelince kesmesin diyemeyiz. Yanlış kullandığımız bıçağın elimizi keserek bize acı vermesi, bizi bıçağı usulüne uygun kullanma yolunda bir dikkate sevk eder.
Aynen öyle de nefsi doğru kullanmayı bilmek çok önemlidir. Yukarıda bahsi geçen ayet ve hadisler ve üstadın izahları, nefsin görevini, mahiyetini ortaya koyuyorlar ve bu aleti doğru kullanmamıza yardımcı oluyorlar. Nefsi doğru kullanmayı bilen insan için nefis büyük bir nimettir.
Bu dünyadaki yerini iyi anlamış bir insan, yani nefsini tezkiye etmiş bir insan bizzat nefsini sevmez. Sevdiği şeyleri Allah adına sever, O’nun isimlerinin tecellisine bir ayna olması sebebiyle sever. Nefsini Allah adına değil de kendi adına seven insan Allah’a ortak koşmuş demektir, çünkü nefsin kendisinde sevilecek bir şeyler vehmediyor. Aynanın kendisinin, kendinden kaynaklanan (yani başkası tarafından verilmemiş) özellikleri olduğunu düşünüyor. İşte yukarıda “Hevâ ve heveslerini kendisine ilah edinen kimse” (Furkan Sûresi, 25:43) buna işaret ediyor. Nefsini takdis etmek demek, nefiste kutsal, yani kendinden olan, yaratılmış cinsinden olmayan, başka bir Zat tarafından verilmemiş özellikler bulunduğuna inanmak demektir. Bu inançta olan bir insan zaten yaptığı amelleri ihlaslı ve Allah adına yapamaz çünkü Allah’tan başka bir şeye ilahlık veriyor. Burada nefse verilen ilahlık “kainatı yaratan” anlamında değil, kendinden özelliklere sahip olan anlamındadır.
Nefsin vazifesi gereği akıbeti görmemesi, kısa nazarlı olması gerekir. Akıbeti gören, şimdi yapacağı kötü işlerin ahiretteki negatif sonuçlarını gören bir nefis, yukarıda bahsi geçen hikmetlere vesile olamayacaktı.
Nefsin bize üzerinde çalışmamız ve kendimizi geliştirmemiz için problemler üretmesi şuradan da anlaşılıyor ki insan geliştikçe nefsin ürettiği problemler daha inceliyor. Okulun (nefis mücadelesi ile yaratıcımızı tanımanın) ilk sınıfında “şu harama bak, şu gayri meşru lezzetlere gir” düzeyinde olan problemler, okulun üst sınıflarındaki imanını daha kuvvetli bir hale getirmiş talebeler için mesela kısa bir zaman dilimini gafletle geçirmesine sebebiyet verecek teklifler inceliğine geliyor.
Nefis insanda hiç bir zaman ölmüyor. Her insanın seviyesine göre nefsin teklif ettiği şeyler de farklı oluyor. Mesela devamlı namaz kılarak şükrünü ifade etmeyi fıtratının bir parçası haline getirmiş bir insana nefis (ya da şeytan) bugün sabah namazına kalkma demiyor hiç bir zaman. Nefis (ya da şeytan) bu insanın bu teklifi rahatlıkla reddeceğini biliyor. Kabul ettirme ümitleri olsa teklif edecekler ama kabul ettirme ümitleri yok. Ama böyle bir insana mesela “namazını ertele, daha çok vakit var” teklifi ile geliyorlar. Birinci problemi çok kolaylıkla altedebilen bir insan ikinci problemde zorlanabiliyor.
İşte zannediyorum nefs-i emmareden daha ileri derecedeki nefis mertebeleri bu hakikate işaret ediyor. Yani insan, imanını öyle bir seviyeye çıkarıyor ki artık nefis potansiyel olarak kötülükleri ya da kul olarak yaşamama yönündeki tekliflerini iletebilecek durumda olsa da hiç bir zaman bu teklifleri yapmıyor, çünkü reddedileceğini biliyor. Rasullah’ın (sav), “Benim şeytanım, nefsim bana teslim olmuştur” mealindeki sözü de bu noktayla alakalı olsa gerek.
Evet, önemli olan nefsi öldürmek değil, onu terbiye ederek, insana veriliş amacı istikametinde, marifetullahta ilerlemeye yardımcı olacak bir binek olarak kullanmaktır.
اَللّهُمَّ احْفَظْنَا مِنْ شَرِّ النَّفْسِ وَالشَّيْطَانِ وَمِنْ شَرِّ الْجِنِّ وَاْلاِنْسَانِ
Amin.