Ali – Şu ayet üzerinde biraz tefekkür edebiir miyiz? Bizim için şu anda çok önemli bir ayet gibi görünüyor. Peygamberin içimizde olması ve bizim mağfiret dilememiz arasında da bir bağlantı olmalı.
وَمَا كَانَ اللّهُ لِيُعَذِّبَهُمْ وَأَنتَ فِيهِمْ وَمَا كَانَ اللّهُ مُعَذِّبَهُمْ وَهُمْ يَسْتَغْفِرُونَ
8:33 “Oysa sen içlerinde bulunduğun sürece, Allah onları azablandıracak değildir. Ve onlar, bağışlanma dilemektelerken de, Allah onları azablandıracak değildir.”
Habibe – Mesnevi-i Nuriye’ de reşhaları okurken bu ayet aklıma geldi ve dedim ki: Resul-i Ekrem Aleyhisselatü Vesselamın bize getirdiği iman nuru içimizde bulunduğu sürece sanırım Cenab-ı Hak bizi azaplandırmayacaktır. Eğer O olmasa idi zaten dünyada da bir azap içinde olacaktık ve hiçbir şeyin kıymeti olmayacaktı. Her şey adem olacaktı bizim için.
Abdullah Berâ – Şöyle bir nüansa vurgu yapmak istiyorum. İnsanda imanın varlığı ile azap görmemesi, ya da imanın yokluğu ile azap görmesi iki ayrı olay değil. Yani “bu kulumda iman var o zaman ona azap vermeyeyim” şeklinde değil. Azap, Cenab-ı Haktan uzaklıktır. Onun merhametini tanımadığı zaman, insan azap içinde kalır çünkü hiçliğe gideceğini düşünür, ebedi firak acıları yaşar vs.
Yani Allah’ın Rasulünün (s.) aramızda olması, yani bir insanın dünyasında vahyin olması ve o vahyin eğitimine göre hayatını yaşaması, Baki’yi tanıması, marifetullah’da ilerlemesi, Yaratıcısının Rahim, Kerim, Adil, Hakîm olduğunu anlaması, otomatikman şu andaki hayatından başlamak üzere azap içinde olmamasını (yaratıcısından uzak kalmamasını, ebedi saadete ulaşacağını anlamasını, hiçlik ve ayrılık acıları yaşamamasını) netice verecektir.
8:33 “Oysa sen içlerinde bulunduğun sürece, Allah onları azablandıracak değildir. Ve onlar, bağışlanma dilemektelerken de, Allah onları azablandıracak değildir.”
İşte ayet diyor ki, “kendinizi Benden uzaklaştırarak azaba sokmak istemiyorsanız”, Rasulullah ile size gelen vahyi dünyanızdan çıkarmayın. Vahyin terbiyesinden yoksun yaşamak, insanı Yaratıcısından uzaklaştırarak büyük bir azab içerisine sokar.
Ayetin ikinci kısmındaki “Ve onlar, bağışlanma dilemektelerken de, Allah onları azaplandıracak değildir.” ifadesi de bu şekilde anlaşılabilir. Bağışlanma dileyen insan, Rabbi ile bir bağ kurmuştur ve bu bağ yine bu insanı firak ve hiçliğe gitme gibi acılardan yani azaptan uzak tutar.
4:147’deki “Siz iman edip şükrederseniz Allah size niçin azap etsin? Allah şükredenleri ödüllendiren ve herşeyi bilendir.”
ayeti de aynı şekilde anlaşılıyor. Şükreden insan, yaratıcısını tanıyan insandır zaten, ki bu hal, azapsızlık halidir.
Mehmet Ali –
Resul-i Ekrem Aleyhisselatü Vesselamın bize getirdiği iman nuru içimizde bulunduğu sürece sanırım Cenab-ı Hak bizi azaplandırmayacaktır.
Yani “bu kulumda iman var o zaman ona azap vermeyeyim” şeklinde değil. Azap, zaten Cenab-ı Haktan uzaklıktır.
Yani, insan azaplandırılıp azaplandırılmadığını kendisi anlayabilir. Şu andaki içinde bulunduğumuz durumda bir azap hissediyor muyuz? Hissediyorsak, Allah bizi azaplandırıyor, hissetmiyorsak da azaplandırmıyor demektir. Dolayısı ile, illa azabı öteki tarafa gidince göreceğiz, bakalım ne olacak şeklinde sürpriz beklememek lazım. Şimdi dünyada iken içinde bulunduğumuz durum ne ise onun aynısını ama diğer dünya şartlarında yaşayayacağız, hepsi o.
Zafer – Rasul kavramını biraz daha geniş anlayabiliriz diye düşündüm. Vicdanımız da dahil olmak üzere kainattaki bütün varlıkları bize gönderilmiş birer elçi olarak görmeliyiz. Almadığımız, okumadığımız her mesajda kendi dünyamızda bir elçiyi susturuyoruz, yani o varlığın elçi olma yönünü öldürüyoruz. Bu katliama son verme ihtiyacı ve hedefi doğrultusunda eğitime ve pratiğe devam!
Mehmet Ali – Çok güzel bir anlama şekli olmuş. Allah razı olsun.
Abdullah Berâ – Evet. Aşağıdaki ayet bu elçileri öldürmeyin diyor.
وَمَنْ اَظْلَمُ مِمَّنْ ذُكِّرَ بِاٰيَاتِ رَبِّه۪ فَاَعْرَضَ عَنْهَا وَنَسِيَ مَا قَدَّمَتْ يَدَاهُۜ
18:57 “Kendisine Rabbinin âyetleri (elçileri) hatırlatıldığında ondan yüz çeviren ve kendi eliyle işlediklerini unutan kimseden daha zalim kim var?”
Cenab-ı Hakkın mutlak (sonsuz) Rububiyeti, başımıza gelen her olayın ve gördüğümüz, işittiğimiz, muhatap olduğumuz her şeyin bir elçi olmasını ve bize yaratıcısının isim ve sıfatlarını gösteren, terbiye veren bir yönü olmasını gerektiriyor. Bundan yüz çeviren, yani eşyaya yaratıcısını tanıyacak şekilde, manay-ı harfiyle bakmayan insan başta kendi nefsine olmak üzere bütün kainata zulmetmiş oluyor. Kendi nefsine zulmediyor çünkü kendisini, yaratıcısından uzaklaştırarak büyük acılara sokuyor.
Kainattaki varlıklar okunabildiği kadar onların elçi olduğu kabul edilebilir. Öncelik okumayı öğrenmekte. Bu noktada okuyabilenlerin nasıl okuyabildikleri ve ne okuduklarını paylaşmaları elzem. Mesela örnek teşkil edecek herhangi bir olaydan ya da nesneden ne okuduklarınızı paylaşmanızı rica ediyorum.
Selamunaleykum, Masallah cok guzel bir tefekkur biznillah paylasilmis. Benim de simdi aklima gelen, Resul ile yasamak insanin dogustan sinesine yerlestirilen FITRAT a gore yasamakdir. FITRAT ise, kendi varliginin bir Yaraticinin varligi ile mumkun olabileceginin farkinda olmakdir. Her dogan insan icinde Resul ile doguyor . O (Resul) da benim anladigim kadari ile FITRATTIR. Yaratilis amacimiza hizmet etmek (DUA) ve rehberlik etmek icin verilen FITRAT , bize kainattan gelen (yaratilis) ve Nebiler vasitasi ile gelen (kitap) mesajlari okuyup anlamamiz icin butun duygu, akil, kalb,ve kabiliyetlerimizi harekete gecirir. Eger, biz icimizdeki Resul’u dinlemeyip , FITRATTAN uzaklasir isek cinayet islemis oluruz ki maktul bizim icimizdeki duyugular, akil, kalb, ve kabiliyetlerimizdir.Cinayet, Allah Muhafaza, ya tamamen yada kismen olur. Bundan dolayi, her insan bu aciyi (AZAP) cinayetinin buyuklugune gore hisseder. Azapdan kurtulmak icin ise hala olmemis ama can cekisen hassalari ile istigfar ederek tekrar FITRAT a yonelmekdir ki bu da AZAP in yerini SURUR a birakmanin yoludur, Yani tekrar yesermek. Kisaca, benim anladigim, Resul ile birlikte olmak FITRAT ile yasamakdir ve mesaji alip anlamakdir, Bu hal SURUR halidir, Aksi ise AZAP halidir. AZAP dan kurtulmanin yolu tekrar FITRAT a yonelmekdir yani mesaja muhatab olmakdir. Allah’a emanet olunHuseyin
Dünyanın üç yüzü var.
Birinci yüzü Cenâb-ı Hakkın esmâsına bakar. Onların nukuşunu gösterir. Mânâ-yı harfiyle, onlara âyinedarlık eder. Dünyanın şu yüzü, hadsiz mektubât-ı Samedâniyedir. Bu yüzü gayet güzeldir; nefrete değil, aşka lâyıktır.
İkinci yüzü âhirete bakar. Âhiretin tarlasıdır, Cennetin mezraasıdır, rahmetin mezheresidir. Şu yüzü dahi, evvelki yüzü gibi güzeldir. Tahkire değil, muhabbete lâyıktır.
Üçüncü yüzü insanın hevesâtına bakan ve gaflet perdesi olan ve ehl-i dünyanın mel’abe-i hevesâtı olan yüzdür. Şu yüz çirkindir. Çünkü fânidir, zâildir, elemlidir, aldatır. İşte, hadiste varid olan tahkir ve ehl-i hakikatin ettiği nefret, bu yüzdedir.
Sözler 32.Sözden(http://www.erisale.com/#content.tr.1.851)
Maşallah bu yaklaşım tarzı Dünya’nın Birinci yüzünde.
Hz. Ali(r.a) bil mana buyurmuş: “Ömrünüzde bir defa olsun Allah’a (c.c) karşı nihayetsiz hüsn-ü zan besleyin”
Allah razı olsun hüsn-ü zannımızın artmasına vesile oldunuz.
Selam ve dua ile…