Ha-mim’de geçtiğimiz hafta sonu (13. 02. 2022) yapılan “Peygamberlik Üzerine” başlıklı serinin 98. dersinde (https://www.youtube.com/watch?v=u363O1C6WQE), Resulullah’a salât ü selâm getirmekle ilgili olarak Risale-i Nur’dan birbiriyle bağlantılı üç metin okunup müzakere edildi. Bu metinlerden ilki şu idi:
“Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâma salâvat getirmek, tek başıyla bir tarik-i hakikattır. Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm nihayet derecede rahmete mazhar olduğu halde, nihayetsiz salâvata ihtiyaç göstermiştir. Çünkü, Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm bütün ümmetin dertleriyle alâkadar ve saadetleriyle nasibedardır. Nihayetsiz istikbalde, ebedü’l-âbâdda, nihayetsiz ahvâle mâruz ümmetin, bütün saadetleriyle alâkadarlığının ihtiyacındandır ki, nihayetsiz salâvata ihtiyaç göstermiştir. Hem Resul-i Ekrem hem abd, hem resul olduğundan, ubudiyet cihetiyle salât ister, risâlet cihetiyle selâm ister ki: Ubudiyet halktan Hakka gider, mahbubiyet ve rahmete mazhar olur. Bunu “es-salât” ifade eder. Risâlet Haktan halka bir elçiliktir ki, selâmet ve teslim ve memuriyetinin kabul ve vazifesinin icrâsına muvaffakıyet ister ki, “selâm” lâfzı onu ifade ediyor. Hem biz “seyyidinâ” lâfzıyla tabir ettiğimizden, diyoruz ki: Ya Rab! Yanımızda elçiniz ve dergâhınızda elçimiz olan reisimize merhamet et ki, bize sirayet etsin.” (Barla Lahikası, Mektup no: 220)
Gerek bu ilk metin gerekse okunan diğer iki metin etrafında (On Dördüncü Lem’a, İkinci Makam’ın Zeyli; Yirmi Sekizinci Lem’a, Sekizinci Nükte) Resul-i Ekrem’e (asm) salât ve selâm getirmek hakkında çok değerli müzakereler paylaşıldı. Ben müzakerelerin tamamını ilgili kayıtlara havale edip, burada, yukarıdaki metinle ilgili olarak yapılan müzakerelerin bir kısmını, -bazı tasarruflarla-, aktarmak istiyorum.
Moderatör metni okurken hem kısa açıklamalarla konunun anlaşılmasına önemli katkılar yaptı hem de bazı ifade ya da cümlelerin altını çizerek üzerine düşünülecek noktalara işaret etti. Esasında metin, “Resul-i Ekrem’e (asm) salavât getirmek, tek başıyla bir tarik-i hakikattir” şeklindeki cümlenin temellendirilmesinden ibaret gibi görünüyor. Müellife göre Resul-i Ekrem (asm) hem sonsuz rahmete mazhar hem de kıyamete kadar gelecek ümmetinin dertleriyle alakadar olduğu için, onlar hesabına nihayetsiz salavâta ihtiyaç göstermektedir. Moderatörün işaret etti gibi müellif aynı konuyla ilgili diğer metinlerde ümmetin salavât getirmeye muhtaç olduğundan bahsederken, burada Resulün salavâta ihtiyaç gösterdiği üzerinden bir açıklama yapıyor. Derste, okunan diğer metinlerle bu iki anlayışın birbirine aykırı olmadığı, Resul’ün ümmetine olan derecesiz şefkati sebebiyle Allah’tan rahmet talebi demek olan salavâta ihtiyaç gösterdiği, insanların da kendilerine bakan yönüyle Resul’e verilen rahmete kendilerinin de hissedar olmaları için salavât getirmeye muhtaç oldukları ifade olundu.
Bir katılımcı söz alarak şunları söyledi: “Metinde Resulullah’ın iki yönü gündeme getiriliyor; ubudiyeti ve risâleti. Kelime-i şehâdette de, malum, ‘abdühü ve rasulüh’ derken onu bu iki yönüyle anıyoruz. Salât, sözlükte ‘rahmet, dua, destekleme’ gibi anlamlara geliyor. Metin, ‘Onun (asm) ubudiyeti ile halktan Hak’ka gittiğini, bu bakımdan salât istediğini ifade ediyor. Selâm ise islam, teslim, silm gibi türevlerle beraber ‘barış, tabi olma, esenliğe ulaşma, kabul etme’ gibi anlamlara geliyor. Metin, ‘Onun (asm) risâleti yönüyle de görevinin Hak’tan halka bir elçilik olduğunu, bu yönüyle selâmet ve teslimiyet ve memuriyetinin kabul ve vazifesinin icrasına muvaffakiyet istediğini, ‘selâm’ lafzının buna baktığını’ ifade ediyor. Evet, Peygamber açısından durum böyle. Kendi açımızdan düşündüğümüzde ise biz ‘abd’iz, abd olmakla yükümlüyüz. Bunun için sorgulayarak önce uluhiyete iman ediyoruz. Sonra ‘Onun rehberliği olması lazım’ diyerek risâlete iman ediyoruz. Uluhiyete karşı hem risâletle gelen mesajı benimsiyoruz hem de Resul’ün (asm) bu mesajı hayata yansıtma örneklerini dikkate alarak ubudiyetimizi yani uluhiyete karşı insanî tutumlarımızı yerine getiriyoruz yahut getirmeye çalışıyoruz. Sonuç olarak bu hususları düşündüğümde, benim ona (asm) salât ve selâm getirmeye ne kadar çok muhtaç olduğum ortaya çıkıyor diye anlıyorum.”
Başka bir müzakereci şunları paylaştı: “Para, iş ilişkisi vs. olunca bazı konuları daha iyi anlıyorum. Aklıma para örneği geldi. Eğer ben bir kişiden yardım bekliyorsam, o kişinin bana yardım edebilmesi için benim o kişinin çok imkana sahip olması gerektiğine dair temennim olması lazım, duam olması lazım. Ta ki bana yardım edebilsin. Resulün (asm) görevini ifa etmede o kadar geniş bir insan kitlesi var ki, bu kitlenin yani bir sınır koyamayacağımız milyarlarca, trilyonlarca insanın onun mesajına ulaşması için onun gerçekten çok başarılı olması lazım. Yani benim para örneğimden gidersek, çok zengin olması lazım. Ta ki bana istediğim kadar verebilsin. Bunun elbette hem onun salât u selâma ihtiyaç duyması hem benim ona salât ü selâma ihtiyaç duymam anlamında iki taraflı düşünülmesi lazım. Ama bana bakan tarafı, benim açımdan çok önemli. Ben ona salât ü selâm getirmeliyim yani, Allah’ın onu sonsuz merhametine mazhar kılmasını niyaz etmeliyim ki Resulullah’ın kendisine emanet edilen mesajı bana gelsin ve benden başkalarına da gelsin. Resulullah’ın böyle bir görevi ifada başarılı olması icap ediyor. Düşünelim, sahabe Resullah’a yardım etmese idi, Resulullah başarılı olur muydu? ‘Allah başarılı kılmak isterse başarılı olurdu’ gibi yüzeysel ifadelere gerek yok. İçinde yaşadığımız sebepler dairesinde düşüneceğiz. O (asm) neden insanlardan yardım istiyor, neden mesajı ulaştırmak için insanları şuraya buraya, kabilelere gönderiyor? Çünkü bu mesaj onlarla beraber yayılacak, dağılacak. Bunun için, ‘Efendim, Allah onu başarılı kılmak isterse başarılı olur’ demek yerine, ben kendi görevime bakacağım. Sanki, ‘Ya Resulallah benim de yapacağım bir şey var mı? Bana düşen pay var mı’ diyeceğim. Salât ve selâm böyle bir payın sahibi olmayı ve Resulullah’ın mesajının muvaffakiyeti için benim Resulullah’ı desteklemem, ona sonsuz rahmet-i ilahinin ulaşmasını Allah’tan istemem anlamına geliyor. Bu benim ilişkim. Bu aynı zamanda Resulallah’ın böyle bir başarı sağlaması için de onun mesajına benim gibi insanların gerçekten sahip çıkması, hayatına aktarması ve diğer insanlara ulaşması için üzerine düşen görevi yerine getirmesi anlamına geliyor. Onun mesajını duyduğum zaman, o mesaj ile kainata bakınca kainat benim için yepyeni, her yönüyle anlamlı bir kitap haline dönüşüyor. Bana kendisini yaratanı tanıtan bir fiilî konuşma halinde buluyorum onu. Bu yeni anlayışımı yaşadığım her bir an, ‘aramızda selamet, barış, uyumluluk ve huzur olsun, onu dünyama taşımalıyım’ diye Rabbimizden selamet temennisinde yani duasında bulunmalıyım. Ben salât ve selâmla ilgili böyle bir boyutu düşündüm, bilmem ifade edebildim mi?”
Başka bir müzakereci önceki müzakereye göndermede bulunarak şunları ifade etti: “Evet, salât ve selâm getirmeye bizim ihtiyacımız var, para örneği verilince biraz daha iyi anlaşıldı. Tarihe bakınca salât ve selâmın azaldığı dönemlerde mesaj bozulmaya başlamış. Farklı yorumlara çekmişler, farklı anlayışlar ortaya çıkmış vs. Demek ki salât ve selâm bu mesajın yayılabilmesi için uhdemize düşen görevin farkında olmak ve bu amaçla çalışmak gerektiğini hatırlatıyor. Yani salât ve selâm büyük bir sorumluluğu gündeme getiriyor. Madem ki biz Resullulah’la gelen mesajdan faydalandık, başkalarının da faydalanması için üzerimize düşen görevi yapmaya çalışmak gerekiyor. Bu da salât ve selâma yapışmamız gerektiğini vurgulu şekilde ifade ediyor, diye düşünüyorum.”
Diğer bir müzakereci de şunları dile getirdi: “Bize bakan yönüyle, biz bu bağlamda ‘Resulullah’a salavât getirmeliyiz, ona salât ü selâm vermeliyiz’ gibi cümleler kuruyoruz, tamam da bunu salt lafızdan ibaret bir faaliyet olarak görmemek gerekiyor. Zira bir kısmı bizzat Resulullah’tan gelen, bir kısmı sonradan düzenlenmiş çok güzel salât ve selâm kalıpları yahut cümleleri var ama bunlar sonuçta duadır. Duanın da lafzın dışında akla, duygulara ve eylemlere bakan yönleri var. O halde, -para örneği ile açıklanan müzakerede- işaret edildiği üzere salât ü selâmdan söz edildiği zaman sadece dua kalıplarını tekrarlamak değil aynı zamanda onun gerektirdiği hal, tavır ve davranışları kuşanmaya çalışmak gerekiyor, diye kendime bir not düşüyorum.” Allah razı olsun.