Kur'an Okumaları Usûle Dair Yazılar

İhlas Suresini Kâinat Şahitliğinde Okuyorum-3

İhlas Suresini Kâinat Şahitliğinde Okuyorum-3 | Ha-Mim

112:4. “Hiçbir şey O’na denk değildir.”

İlk ayetteki (112:1. De ki, O Allah mutlak ve tektir.) “ehad” kavramıyla dördüncü ayetteki “ehad” kavramı arasında bir fark var mıdır?

Dördüncü ayetteki “ehad” kavramı, birinci ayette kâinat türünden olmayan manasındaki “Mutlak” kavramına bu yaratık aleminde “O Mutlak Yaratıcı gibi olan hiçbir şey yoktur” biçiminde ilave bir açıklama getiriyor.

Yaratıcıyı ancak nefiy yoluyla tanımlayabiliriz ve bu son ayet bu şekilde tanım yapan ayetlerdendir. Bununla birlikte, ilk ayet daha çok “ehad” kavramının ne olduğunu anlamaya çalışmakla ilgilidir. Nefyetme, bu evrendeki bir varlığa dayanmalıdır ki insan ancak bu alemin şahitliği ile Mutlak olanı “Bu alem cinsinden olmayandır” diye tanımlayabilsin. Yani bu evren, “Mutlak” olanın ne olmadığını ifade etmeye yarar. Evren öyle bir şekilde var ediliyor ki, varlığını ancak kendi cinsinden olmayan bir Kaynağa borçlu olduğu açıkça görülmektedir.

Yaratıcının Mutlak olduğu sonucuna ulaşabilmek için bu kâinat üzerinden Onunla iletişim kurmamız gerekir. Kendi şartlarımız içinde bu kâinattaki varlığımız ve durumumuzu nasıl hissedebiliriz? Bu kâinatı ancak kâinat ile tasvir edilemeyen veya “ehad” (Mutlak) olan “Birine” arz edebiliriz. Dua ettiğimizde gerçekliğimizi tasavvur edilemeyen “Birine” arz ediyoruz. Kendi şartlarımızı yansıtan ifadeler kullanıyoruz. Sadece bir “abd” (sonsuz muhtaç olan) olduğumuzu ifade etmemiz gerekir. Tapınmanın hedefi olan “Ma’bud” (tapınılan) yaratılmaya muhtaç olmayan bir Yaratıcı olmalıdır sonucumuzdan dolayıdır ki, bizim yaratık şartlarımızda Onu tanımlamamız kapasitemizin ötesindedir. Kendi halimize odaklanarak Yaratıcımızın huzurunda olduğumuzu idrak etmeliyiz.  

  • İnsan mantığı şu sonuca otomatik olarak ulaşır: “Eğer ben yapılmış isem beni bir Yapan olmalıdır.” Yaratıcımı bu kâinattaki durumumu dikkate alarak tanımlıyorum. Onun benim gibi var edilmeye muhtaç olmaması mantığımın ulaştığı bir sonuçtur.
  • “Yalnız Sana ibadet ederiz.” Bu ne demektir? Kiminle konuşuyorum? Yaratıcıma herhangi bir tasavvurda bulunmadan ibadet ediyorum. Bu ayetteki “ibadet ederiz” ifadesi benimle birlikte ibadetime şahitlik yapan başka varlıkların olduğuna işaret eder. Ayeti okumakla, evrenin diğer bütün parçacıklarının benim bu ulaştığım sonucuma tanıklık yapıp benim gibi onların da kendi kapasitelerinde bunu ilan ettiklerinin bilinciyle bu ibadetime şahitlik ettiklerini ifade ediyorum.

Tanıklığa dayanmayan mantıki sonuçlar inanç için bir zemin teşkil etmez. Bir varlığı tanımlamak için bir “niteleyiciye” ihtiyacımız vardır. Örnek: Bu makineyi yapan makine cinsinden olmayan bilinçli bir varlık olmalıdır. Bu varlığa örneğin “Metin” diyelim. Metin bir mühendistir. Metin bir tasarımcıdır vb. Benzer şekilde, bu evrenin Yaratıcısı da benim gözlemlerim sonucunda ulaştığım bazı nitelikleri kendisine atfettikten sonra bir anlam ifade eder. Varlığın sadece adını bilmek bizim için bir şey ifade etmez. Örneğin, “Metin bana gelse ve bu makineyi ben yaptım,” dese ben onun bu iddiasından emin olamam. Fakat bu makineyi bilinçli birisi yapmış olmalıdır, sonucu beni ikna eder. Nitelikleri de bir varlığa atfetmeden bilmek anlamsız olur. Nitelikler, o niteliği taşıyan bir varlığın olmasını zorunlu kılar. Güzellik varsa güzelliği olan bir varlık olmalıdır. Nezaket varsa nezaketi gösteren bir varlık olmalıdır. 

İhlas Suresini Kâinat Şahitliğinde Okuyorum-3 | Ha-Mim

Bu ayetler, Kur’an denilen bir kitaptan geliyor. Kitapta olanı onaylamadıkça ona nasıl inanabiliriz? Emin olmadığınız bir şeye inanır mıyız? Hayır. Aşağıdaki basamakları takip etmemiz gerekir:

  1. Bu kitap benim mantıki sonucum olan kâinatın Yaratıcısı hakkında konuşuyor mu? Bir bakayım.
  2. Kitap, Yaratıcının her şeye gücünün yettiğini söylüyor. Yaratıkları inceleyerek onların bu özelliklerle var olmaları için onları Var Edenin sonsuz güce sahip olması zorunlu mu? Bir düşüneyim.

Mantıki sonucuma nasıl güvenebilirim? Şimdi, evrende ortaya çıkan niteliklere bakmam lazım. Onları ne kadar çok incelersem, o kadar çok özelliğin farkına varırım. Bu yüzden varlıkların niteliklerini anlamak için onlar hakkında bilgi sahibi olmam gerekir, böylece varlıkların nitelikleri aracılığıyla bu niteliklerin Varlık Kaynağının ne olduğu sonucuna varacağım.

Atom veya hücre, kendi özelliklerinin varlık kaynağı olabilir mi? Veya bu özellikler var edilmeye muhtaç mıdır? Örneğin, miyavlayan bir kedi insanlara sevimli gelir. Kedi, bu sevimlilik özelliğini nereden alıyor? Kediyi Var Eden onu sevilebilir biçimde var ediyor. Sevimlilik, insanların ilgisini çekiyor. Aynı durum insanlar için de geçerlidir. İnsan, kediyi sevimli bulma özelliğini nereden alıyor?

Varlıklara baktığımızda, yaratılıyor olduklarını anlarız. Eğer bir şey yaratılıyorsa o zaman onun bir Yaratıcısı var demektir. O şeyin “nasıl olmuşsa olmuş işte” diyerek varlığını izah etmek ve bu konuda bir tanık bulmak mantıken mümkün değildir. Çünkü eşya sürekli bir düzen içerisinde değiştiriliyor. Eşyanın kendi kendini bir düzen içerisinde var etme özelliğine kimse delil bulamaz. Yalnız çok basit ve anlamsız bir biçimde, “işte öyle oluyor” deyip geçiştirmek insaniyete terstir. Çalışan bir makineye “işte hep böyle çalışıyor, biz bunu hep böyle çalışır bulduk” demek suretiyle insani özelliklerimizi köreltmemeliyiz.

“Bu Yaratıcıyı nasıl tarif edeceğiz? Varlıklarda yansıyan özelliklere baktığımızda bu özelliklerin Mutlak olan bir Varlık Kaynağına muhtaç olduğunu anlarız. Bu özelliklerin hiçbirisi Mutlak olanla mukayese edilemez. Tümünün birden bir düzen içerisinde birbiriyle uyum sağlayacak şekilde sürekli değiştirildiklerini gözlemliyoruz. Özelliklere vücut verilmesi gerekiyor. Vücut veren bir Var Edici yani “Mucit” olan bir varlık kaynağı bu özellikleri icat eder. 

Bilimsel araştırmalar maddenin katı, sıvı, gaz veya diğer bazı özellikler ile var edildiğini göstermiştir. Her şey, varlık amacına uygun olacak biçimde çeşitli özelliklerle donatılmıştır. İnsanın hücrelerine, atomlarına ve zerrelerine bir şekil verildiğini gözlemliyoruz. Yalnız insana değil buradaki her şeye belirli bir şekil veriliyor. Her an, yaşlanmak durumundayız. Şeklimiz yaşlanma sürecinde de her an değiştiriliyor. Ses tonumuz bile her an değiştiriliyor. Biz bunu ancak uzun bir süre geçince fark edebiliyoruz. Verilen bu şeklin Varlık Kaynağı nedir? Yani Varlık Kaynağı öyle bir şekil veren (Musavvir) olmalıdır ki bütün bir kâinata da şekil verebilsin. Şekil veren, Mutlak şekil verici yani Musavvir olmalıdır. Bu kâinata bakıp da hayret etmeyen biri hem insanlığının gereğini yapmamış hem de Yaratıcıya inandığını söylese bile inancını tasdik etmemiş olur.

Bu kâinat sahnelerinden hayret ve dehşete kapılmalıyız. Ancak bu kâinat ve yaratılışa olan şaşkınlık ve hayretimiz vesilesiyle bu kâinatın Yaratıcısına imanımızı tesis edebiliriz. O’na ait olduğumuzu ifade ettikten sonra Onunla duygusal bağ yani iman bağı kurabiliriz. Örneğin, bize bazı özellikleri olan bir kişiden bahsediliyor olsun. Bu kişinin sadece adını bilmek onu sevmemiz için yeterli değildir.

Allah aşkı = Duygusal bağlanma için aşağıdaki aşamalar gerçekleşmelidir:

  1. Zihnen mutmain olmak ve sonuca mantıken ulaşmış olmak.
  2. Zihni itminan O’na yakın olduğumuzu hissettirecek bir seviyede olmalı. Bu kâinatı benim için hazırlayan Birini seviyorum, Ondan memnunum. Örneğin, yediğimiz yemeğin lezzetini hazırlayan annemiz değildir. Anne, lezzetin varlık kaynağı olamaz.
  3. İkinci aşamanın tahkik edilmesiyle birlikte, Allah aşkı yani Varlık Kaynağımıza duygusal bağlanma süreci başlar.

Mutlu ve huzurlu bir hayat yaşamak için Yaratıcı ile duygusal bir bağ kurmak şarttır. Çiçeği güzelliğinden ve dolayısıyla güzelliğin Varlık Kaynağından ötürü severim. Varlık Kaynağım dünyayı, mutluluğun kaynağının ben olmadığımı bildiren bazı istisnalar dışında, benim için sevimli kılarak bana mutluluk veriyor. Böylece hayatı daha çok seviyorum. Varlığımın emniyet kaynağı olarak da böyle Birine ihtiyacım var.

İhlas Suresini Kâinat Şahitliğinde Okuyorum-3 | Ha-Mim

İbrahim (A.S.), varlıkların varlık kaynağını ararken Yıldız, Ay ve Güneşe müracaat etti. Bu süreçte varlık kaynağı olabileceğini düşündüğü varlıkların da bağımsız olmadıklarını ve kâinatın düzenine uymak zorunda olduklarını fark etti. Bunun farkına vardıktan sonra, “Eğer Allah bana hidayet etmeseydi ben doğru yolu bulamazdım.” (6: 73) diyor. Bu ifadeden sanki İbrahim (A.S.)’in Allah’ı bildiği anlamı çıkarılabilir. Bu nedenle sıkça, “Eğer İbrahim (A.S.) Allah’ı biliyorsa neden Güneşin ilah olamayacağını söyledi? Zaten zihnen bir ilah olması gerektiğine ikna olmuş. Adına Allah denilen böyle bir varlığın var olduğuna nasıl ikna oldu?” soruları gündeme gelir.    

İbrahim (A.S.) örneği, şöyle bir mantıki yolu takip eder: Bana varlık kaynağı arama özelliğini veren Biri, benim cevaplarımın da varlık kaynağı olmalıdır. Yani, sorularımın cevaplarını sadece Varlık Kaynağımdan alabilirim. Kâinattaki düzenin bir Varlık Kaynağı olmalı. Bu düzen gereği, eğer sorularım varsa cevaplarım da olmalıdır.  

Kur’an’ı inancımızın kaynağı olarak kullanmaktan çok onu insani sorularımızın ve cevaplarımızın doğrulayıcısı olarak görmeliyiz. Yaratıcımızın Konuşmasıyla bizim bu evrende cevabını bulamayacağımız sorularımızın cevabı olan Kitap olmadan, bu kâinatın ötesinde olan Mutlak Varlık Kaynağını tanımamız mümkün olmaz. Kitap olmazsa yalnızca Onun var olması gerektiği sonucunu çıkarabiliriz.

“Kur’an okunduğunda dikkatinizi toplayın ve onu dinleyin” (Araf, 204). Yani, kâinat şahitliğinde onaylamam gereken ifadeler okunmaktadır. Diğer bir deyişle, Kur’an’ı duyuyorum ve kâinatı inceliyorum. İki manada da okuyorum. Kur’an’ı duyduğum vakit onu kâinatta da okuyorum. Kitap olmazsa ne okuyacağım? Kâinat ve etrafımdaki bütün varlıklar okunması gereken bir kitaptır. Mushaf, sabit bir metindir. Kur’an ise Yaratıcının aktif konuşmasıdır. Sabit bir Mushaf okurken bile kâinata bakarak Yaratıcımın aktif konuşması olan Kur’an’a muhatap olduğumu idrak etmeliyim. Bunun için okumaya odaklanan bazı Kur’an terimlerine başvurmalıyım.

  • Istemi’u Lehu:Dikkatli ve odaklanarak dinle manasına gelir.
  • Tertil:Bir şeyi takip etmek anlamına gelir.
  • Varlığı okurken onu dikkatle incelemeliyim. Yani, Yaratıcının bir çeşit konuşması olan kâinat, Onun sözlü ifadeleri eşliğinde çalışılmalıdır.

Mutmain kalp

Biri sözlü ifade olan Kur’an, diğeri de fiili ifade olan kâinat anlamında iki tür Kur’an’ı dinleme ve gözleme işlemi aynı anda yapılır. Diğer bir ifadeyle duyma, görme ve akletme (düşünme) sonrasında kalp, bütün bu aşamaları işleme tabi tutar. Kalp, insan duygu ve düşüncelerinin en son aşamasını ifade eder. Duygular, Varlık Kaynağıyla irtibatlandırıldığında adına inanç denilen bir itminan hissi yaşanır.  

Mushafın okunmasını duyan ve evreni gören ancak bu iki Konuşma türünü de birlikte dinlemeyen kişi imanından emin olamaz. Yalnızca ya kabul edip inkâr etmez veya imanı kabul etmeme gibi bir önyargısı varsa inkâr eder. Hem Kur’an hem de evren manasındaki Konuşma önyargısız olarak dikkatle dinlenmeli ve incelenmelidir.

*Islam From Within Youtube kanalında yayınlanan “Chapter Ikhlas – Part 3 – Sincerity – 10/07/19” başlıklı videonun transkriptinin çevirisidir.

Bölümler: 1 | 2 | 3

Yazar hakkında

Yunus Erkan

Yorum yazın