Kur’an’da geçen Hz Yunus (as) kıssasını çok ilginç ve harika buluyoruz. Bu kıssanın, dikkat çekici bir şekilde insan psikolojisiyle, özellikle de negatif yönleriyle bağlantılı olduğunu görüyoruz. Negatif taraftan kurtulmanın yolunu gösteriyor.
Negatif taraf ile suçluluk, stres, depresyon gibi durumları kastediyoruz. Çoğunlukla depresyondaki bir insan kendi tutumuna ve davranışlarına uzaktan bakamaz. Kendi haline dair makul bir değerlendirme yapamayabilir. Depresyonun farklı dereceleri vardır, üstelik herkes farklı bir şekilde tecrübe eder. Fakat günümüzde neredeyse herkes, depresyondan değilse de bir derece stresten muzdariptir.
Depresyondan iyileşmek isteyen birisi, bu evrenin Mutlak Yaratıcısını tanımaya muhtaçtır. Bu evren, kendinin Mutlak güç, mutlak ilim, mutlak merhamet, mutlak adalet sahibi, mutlak iradesi olan bir Yaratıcı tarafından var edildiğine şahitlik ediyor. Depresyondaki insan, kendine dayanarak bu durumdan kurtulamıyor, fakat Yaratıcısına dayanarak, O’nun yardımıyla kurtulabiliyor. Bu süreç nasıl işliyor?
İnsanın, Rabbinin kusursuz olduğunun farkına varması gerekiyor. Sonra da Rabbine karşı işlediği hatayı itiraf etmesi. Hatasını insanlara değil, Allah’a itiraf etmesi gerekiyor. Allah’tan af dilemesi. Af dilemek burada şöyle oluyor: “Ey Rabbim! Ben, hayatımla ilgili meseleleri kendi başıma hallederim ve başarılı olurum zannettim. Çabalarımın sonucunu kendim sağlarım zannettim. Şimdi Yunus (as)’ın kıssasını fark ediyorum ve anlıyorum ki kendim yapamıyorum, hayal kırıklığına uğruyorum. Bir hata yaptım ve Sen ile olan bağımı unutarak depresyona girdim. Kendimi karanlıkta, üzüntü ve acı içinde buldum. Büyük balığın karnında buldum.”
Deniz çalkantılı, her yer karanlık, bir stres üzerine başka bir stres, bir ümitsizlik üzerine başka bir ümitsizlik. Buradan kendim çıkamıyorum, hatalı davrandım, kendi hayatımı kendim idare edemiyorum. Ben ümitsiz vakayım, diye inanıyorum.
Artık her ümit kapısı kapanıyor. Bu durumda insan kendini sorgulamaya başlıyor. “Benim derdim ne? Bu yaşadıklarım ne anlama geliyor? Bu dünyada olup bitenler ne anlama geliyor? Benim anlayışımda bir sıkıntı olmalı, çünkü bu hayat acı çekmek için verilmiş olamaz.” Bu dünyaya acı çekelim diye gönderilmiş olamayız. Bu hayat harika bir nimet, bu dünya harika bir yer, fakat kendi hatalı tavrım ve bakışım yüzünden, çabalarımın sonucunu kendim getireceğim, geleceğimi kendim temin edeceğim zannı yüzünden bu güzelliği göremiyorum.
Yunus (as)’a verilen görev, imkansız bir görev değildi. Gönderildiği topluma Allah’ın mesajını iletmek görevi verilmişti. Fakat insanlar onu dinlemeyince, Yunus (as) ümitsizliğe düştü. Burada hepimiz için önemli bir nokta var: Onun görevi insanlara mesajı iletmek, mesajın ne anlama geldiğini onlarla paylaşmaktı, fakat bu çabanın sonucunu yaratacak olan, bu evrenin Yaratıcısıdır. Kalplere, akıllara tesir eden O’dur.
Yunus (as), balığın karnında (Yaratıcı ile bağını unutmanın, umduğu sonuçları kendisi yaratacağını zannetmenin, depresyonun içine düşünce) kendi yaklaşımını sorguladı. “Bir hatam var,” dedi. “La ilahe illa ente Subhaneke inni kuntu minezzalimin,” dedi. “Senden başka ilah yoktur, bu evrende hiçbir şey yaratma kabiliyetine sahip değildir. Seni tenzih ederim, Sen bütün kusurlardan münezzehsin, Subhaneke. Şüphesiz ben zalimlerden oldum. Hata bendeydi. Çabalarımın sonucunu kendim getireceğimi zannettim. Neticeyi yaratanın, bu evrenin Yaratıcısı olduğunu hatıra getirmeden, bu dünyada kendi başıma başarılı olacağımı zannettim.”
Bu yüzden “Şüphesiz ben zalimlerden oldum,” diyor. Hatasını itiraf eder etmez Allah’tan bağışlanma diliyor. Allah, samimi tövbe edip hatasından döneni affedeceğini vaat ediyor. Kur’an’da bunun örnekleri vardır.
قَالَ رَبِّ اِنّ۪ي ظَلَمْتُ نَفْس۪ي فَاغْفِرْ ل۪ي فَغَفَرَ لَهُۜ اِنَّهُ هُوَ الْغَفُورُ الرَّح۪يمُ
28:16 “Ey Rabbim! Ben nefsime zulmettim, beni bağışla! dedi. (Allah) onu bağışladı. Çünkü O, çok bağışlayan, çok merhamet edendir.”
Ve onu katlanılmaz üzüntüsünden kurtarıp hayatını kurtardı. Bugün inşaAllah bu konuya geçiyoruz.
Şimdi Allah, Yunus (as)’ı lütfuyla kurtarıp kavmine geri döndürdü. Şimdi neler olduğunu göreceğiz.
فَلَوْلَا أَنَّهُ كَانَ مِنَ الْمُسَبِّحِينَ
37:143 “Eğer tesbih edenlerden olmasaydı”
لَلَبِثَ فِي بَطْنِهِ إِلَى يَوْمِ يُبْعَثُونَ
37: 144 “Tekrar diriltilecekleri güne kadar onun karnında kalırdı.”
Eğer Yunus (as) tesbih edenlerden olmasaydı… Yunus (as) kimdir? Bir peygamberdir. Hangi tarihte, hangi konumda yaşadığını tarihçiler de bilmiyor. Fakat bu ayrıntılar, şu an bizim için önemli değildir. Eğer bu kıssayla ilgili önemli bir şeyi bilmem gerekiyorsa, Kur’an onu zikrediyor. Eğer Kur’an, bazı ayrıntılardan bahsetmiyorsa, demek ki burada verilen mesajı almak için onları bilmem gerekmiyor. Yunus (as) şurada yaşamıştır, milattan önce 500 yıl önce yaşamıştır gibi spekülasyonlar yapmak zorunda değilim. Bu kıssa bana anlatılıyor, öyleyse bu kıssanın içeriğine odaklanmalıyım.
Yunus (as)’ın –yani benim– hatasını anlayıp Rabbine samimi bir tövbeyle dönmesiyle, Allah-u Teala, “Tesbih edenlerden olmasaydı, haşr gününe kadar onun karnında kalırdı,” diyor. Bu ne anlama geliyor? Biz büyük bir balığın karnında mıyız? Kendime sormalıyım, “Ben büyük bir balığın karnında mıyım?” Görünüşe bakılırsa, evren denen büyük balığın, bu kapalı dairenin içindeyim. Bu evren ne kadar büyük olursa olsun, yaratılmıştır, geçicidir, kısıtlıdır. Benim ruhum sonsuzluk istiyor, fakat bu kısıtlı evrende aradığını bulamıyor. Hayat şartlarımız, evrenin karnında, bu evren ise kısıtlı, geçici, ve ruhumuz için boğucu bir yer. Ruhumuz sonsuzluk için yaratılmış, içinde bulunduğumuz evren ise bize sonsuz mutluluk sağlayamıyor. Bu dünyada, bu evrende sonsuz mutluluk yok. Her şeyin kısıtlı olması bir yana, istediklerim için çabalamam, uğraşmam gerekiyor. Çabalasam da bazen istediklerime ulaşabiliyorken, çoğu zaman ulaşamıyorum. Beklentilerimi karşılayamıyorum, gerçekleşeceklerini garanti edemiyorum, ama karşılanmalarını istiyorum; bu ise sonsuz mutluluk istiyorum anlamına gelir. Öyleyse bu dünyada çok dikkatli olmalıyım. Kayıtlar altına alınmış olsa da, görerek, dinleyerek, gözlemleyerek, şahit olarak, tecrübe ederek görüyorum ki bu evren, Ezelî bir Yaratıcı tarafından yaratıldığına şahitlik ediyor. Bu Ezelî Yaratıcı benim de yaratıcım. Bu evren değil, fakat bu evrenin Yaratıcısı bana sonsuz bir kaynağı gerektiren, sınırsız hoşnutluk, doygunluk isteyen bir ruh vermiş. Bu evrenin kendisi ise bu ihtiyacı karşılayamıyor, kendisi sonsuz değil, kendi kendine var olamıyor. Bu çok açıktır. Hiçkimse, değil bu evrenin, bu evrenin bir parçacığının bile kendi kendinin ya da bir başka parçanın var edicisi olduğunu söyleyemez. Bu parçalarda yaratma özelliği yok, kendileri evrendeki düzene tabiler, dışına çıkamıyorlar. Evreni bu düzenle yaratan kim? Evrenin kendisi olamaz. Evrenin kendisi bu düzene tabidir. Bunu anlamamız gerek.
Evrenin içindeki parçalar devamlı değişikliğe tabi kılınmasına rağmen, bu değişikliğin sürekli bir düzenlilik içinde gerçekleştirildiğini anlamıyor değiliz, fakat her zaman bilincinde olmalıyız. Evrenin her bir parçası –parçacıklardan atomlara, hücrelerden canlı varlıklara, cansız varlıklara kadar her bir parçası– evrendeki düzenli yaratılışa bağlıdır. Bunun dışına çıkamazlar, bunu durduramazlar, bu düzene uyarak var olmak zorundadırlar. Yalnızca insanlar ve bir derece de hayvanlarda özgür irade vardır, fakat bu özgür irade hiç bir şeyi yaratamaz. Evrenin var edilen düzeni içinde, iki seçenekten birini tercih etmeye yarar. Biz de evrendeki düzenin dışına çıkamayız. Her neyi yapmak istersek isteyelim, bu düzenin dışına çıkamayız. Fakat bu düzenin o kanunu yerine bu kanununa uymak arasında bir tercih yapmamız gerekir; bize verilmiş seçim kabiliyeti (cüzi irade) bundan ibarettir. Evet, bu özgür bir seçimdir, fakat her neyi seçersek seçelim, bu evrenin Sahibi, Yaratıcısı tarafından yaratılır. Bunu anladığımda, kabul ettiğimde ve bu evrenin bir Yaratıcısı, bir Sahibi var olmalı dediğimde dertlerim çözülmeye başlıyor. Yunus (as) bunu itiraf etmeseydi, “Ey Rabbim, her şeyin Senin elinde olduğunu unutmuştum, her şeyin Senin iradene tabi olduğunu, Senin yaratacağını, benimse sadece üzerime düşeni yapıp, bu düzene göre bir seçim yapmakla yükümlü olduğumu unutmuştum. Sonucu ben sağlayamam, hiçbir şeyi yaratamam, sadece bu yaratılıştaki yerimi anlamam gerek, ve anlıyorum: La ilahe illa ente Subhaneke. Senden başka ilah yoktur ey Rabbim! Sen her kusurdan, eksiklikten, aczden münezzehsin. Her şeye varlık veren Sensin.”
Kur’an diyor ki, “Eğer O Allah’ı tesbih edenlerden olmasaydı, bu gerçeği itiraf etmeseydi…”
Bu ayetle bana hitap ediliyor. “Ali/ Mustafa/ , eğer bu gerçeği itiraf etmezsen, yeniden yaratılana kadar evrenin karnında kalırsın, fakat çok geç olur. Ruhun bu evrenden alınır, bu yaratılmış dünyanın perdeleri olmadan Yaratıcının huzurunda bulursun kendini, Allah’ın yaratmasını direkt görürsün, ve her yaratma fiilinin O’na ait olduğunu anlarsın. Hiçbir seçim yapamazsın, yalnızca O’nun yaratma fiilini seyredersin.”
Dikkat etmemiz gerek, eğer stres içindeysem, hayal kırıklığı, ümitsizlik içindeysem, geleceğe dair ümitlerimi kaybetmişsem, kendi yerimi fark etmem gerekiyor. Ben hiçbir şey yaratamam, sadece Sen yaratabilirsin. Sana hitap ederek Senden istiyorum. “Sen” demenin öneminden geçtiğimiz hafta bahsetmiştik. Kur’an’da “O’ndan başka ilah yoktur” ifadesiyle karşılaştığımızı, Hz Yunus (as)’ın münacatında ise, “Senden başka ilah yoktur,” diyerek doğrudan Rabbimize hitap ettiğimizi görmüştük. “O” biraz uzak oluyor, fakat “Sen,” O’nun huzurunda oluyor. Yaratıcı Mutlak olması gerektiği için ancak “O” olarak algılayabiliyoruz Onu. Fakat ben Ona muhatap olurken kendi varlığımın Ona ait olduğunun bilincinde olduğum için ben Ona, “Sen” diye hitap edebilirim.
Ben aczimi görüp, bu evrenin bir Yaratıcısı olduğunu, her şeyin O’nun kontrolünde olduğunu teslim etmeliyim. Başarılı sonucu kendimden değil, O’ndan beklemeliyim. Ben bu neticeyi O’ndan isteyeceğim ve bu evrendeki düzene göre gerekli teşebbüslerde bulunacağım, fakat farkında olmalıyım ki başarılı sonucu sağlayamam; Yunus (as) örneği bize bunu gösteriyor. Kur’an diyor ki, bu insan, gönderilmiş bir peygamberdi. Görevinde başarılı olmak istedi, başarılı olamayınca kaçtı ve tam bir üzüntü ve ümitsizlik içine düştü. Bu acı ile anladı ki kendi başına hiçbir şey yapamaz, yaratamaz; yalnızca Allah’tan yaratmasını isteyebilir. Bunu anlayıp hatasını itiraf etmeseydi, bu üzüntüden kurtulamazdı.
Burada çok önemli bir olaydan bahsediliyor, benim için çok önemli bir haber var. Eğer takındığım tutumun hatalı olduğunu fark etmezsem, içinde bulunduğum stres ve depresyondan kurtulamam. Bazen insanlar bu durumdan kurtulmak için ilaç kullanıyor ve terapilere gidiyorlar, fakat bu temel sorun halledilmezse yeniden depresyona giriyorlar. (Yaratılıştan, yani biyolojik bir nedenden dolayı böyle haller yaşayanların durumu ayrıdır. Biyolojik tedavi gerektirir.)
Yaratıcımıza güvenip, “Beni Sen kurtarabilirsin,” deyince her şeyin çözümlenmeye, önümüzde yollar açılmaya başladığını görebiliriz. “Sen beni kurtarabilirsin.” Böylece bu üzüntüden kurtulup, Rabbimin bana cevap verdiğini bilerek bu dünyada hayatımı yaşayabilirim. Beklentilerime cevap verdiğini bilerek, O’nun yarattıklarından memnuniyet duyarak.
Fakat bir anda başarı beklememeliyiz. Yavaş yavaş. Eğer Allah her şeyi bir anda verse, açıkça bir mucizeye tanıklık etmiş oluruz. Evet, bu evrende gördüğümüz her yaratma fiili bir mucizedir, fakat bu evrenle ilişkim bir eğitim şeklinde olmalı. Her an, başarıyı ya kendime ya da bu evrenin Yaratıcısına, kendi Rabbime vermenin seçimini yapıyorum. Bir çalışmada bulunacağım, ve sonucun bana adım adım, aşama aşama verildiğini göreceğim.
“Ben gerekli çalışmayı yaptım, dua da ettim, neden hemen sonucu gelmedi,” demek benim kapasitem dahilinde olsa da, Rabbimizle aramızdaki ilişkiye ve söze uymalıyız. “Sen benim Rabbimsin, ben senin abdinim. Sen Yaratansın, ben dileyen.”
Bize adım adım verilen başarılar zincirinin sonunda, üzüntüden, depresyondan kurtulacağız.
فَنَبَذْنَاهُ بِالْعَرَاءِ وَهُوَ سَقِيمٌ
37: 145 “Ve onu hasta halde iken bitki yetişmez, boş bir araziye çıkardık.”
“Hasta halde iken…”
Aniden iyileşmeyi beklememeliyiz. Ağır bir depresyonda isem, ilaç kullanıyorsam, bu durumda Allah’tan kurtuluş isteyip “La ilahe illa ente Subhaneke inni kuntu min ez-zalimin” dediysem, hemen ertesi gün 100% iyileşmeyi beklememeliyim. Bu dünyada her şey aşamalı bir şekilde yaratılıyor. İnsanlar, hayvanlar, bitkiler aşamalı bir şekilde büyüyor, gelişiyor, ve Allah’ın takdir ettiği kemal noktalarına ulaşıyorlar. Sonra bu dünyadan ayrılıyorlar, çünkü artık mezun oldular. Bu dünyadan, bu evrenden mezun olma vakitleri, yani ölüm vakitleri geliyor. Bu bir mezuniyettir. Fakat bu seviyeye erişebilmek için birinci sınıftan, ikinci sınıftan, bütün sınıflardan geçmeleri, belki lisansüstü çalışmalar yapmaları gerekir ki bu eğitimden mezun olabilsinler. Nasıl biz her şeyi bir anda öğrenmiyoruz, ağaçlar bir anda büyümüyor, bir insan, hayata dair yirmi yıl içinde bir fikir edinebiliyor; bizim de üzüntüden kurtulmak ya da istediklerimize ulaşmak için bazı aşamalardan geçmemiz gerekiyor; istediklerimiz bize aniden verilmiyor, yavaş yavaş, tedricen veriliyor. Eğitim tedricen olur, bir derste anlatılanları anladığım zaman, o bilim dalının tümünü anladığım anlamına gelmez. Değilse, isteklerimiz mucize şeklinde sonuçlanıverirse, evrendeki her bir yaratılışın mucize olduğunu kavramak için çalışmam gerekmez, her zaman özel olarak, düzen dışı yaratılış beklerim. Bu da eğitim olmaz.
Mesela ben depresyondan kurtulsam bile depresyonun yorgunluğu hâlâ üzerimde oluyor. Bir kıyıya çıkarılıyorum, fakat bu kıyının yapraksız bir kıyı olması çok ilginç. Yapraksız bir kıyı, yani her şey birden bana verilmiyor. Maddenin kendisi, benim ihtiyacım olanı bana sağlayamıyor, o da her şey gibi Yaratıcımızın iradesine bağlı.
Şimdi bitki yetişmez, boş bir kıyıdayım. Psikolojik bir ameliyat geçirmişim. Bu ameliyattan sonra bir yorgunluk ve bitkinlik çekiyorum. Balığın karnından çıkmışım; dayanılmaz üzüntülerden geçmişim. Tamamen iyileşmeye giden nekahet (iyileşme) dönemi biraz vakit istiyor. Bu evren böyle bir düzenle yaratılıyor. Tedrici, aşamalı gelişmeler görüyoruz.
Yunus (as) derin bir üzüntü içindeydi, sonra bu üzüntüsü giderildi ve balığın karnından çıkarıldı. Fakat şimdi bu kıyıda tedricen iyileşme yolunda. Biz de bir depresyondan iyileşirken, adım adım iyileştiğimizi göreceğiz. Sabırlı olmalıyız, Rabbimizden bizi kurtarmasını ve başarı vermesini hem dilimizle istemeli hem de bu evrendeki düzene göre gereken adımları atmalıyız. Evrendeki düzene uyarken, evrenin Yaratıcısının irade ettiği düzene uyduğumuzun farkında olmalıyız. Bu bilinçle düzene uyduğumuzda, yavaş yavaş önümüzdeki yolun açıldığını göreceğiz inşaAllah. İyileşmek zaman alır, adım adım ilerlemeli ve en son neticenin birden yaratılmasını beklememeliyiz.
وَأَنْبَتْنَا عَلَيْهِ شَجَرَةً مِنْ يَقْطِينٍ
37: 146 “Ve üzerine geniş yapraklı bir ağaç bitirdik.”
Önceki âyette, “Onu boş bir sahile çıkardık,” diyor. Yani çöl gibi bir yer. Şimdi Allah, “Onun için barınacak bir yer yarattık,” diyor. Yavaş yavaş, tedrici yaratılış. Büyük bir hastalıktan sonra tedricen iyileşiyoruz. Bu evrende kademeli bir yaratılış düzeni görüyoruz. Güneş yavaş yavaş doğuyor, yavaş yavaş batıyor, dünya derece derece dönüyor, buzullar kademeli bir şekilde hareket ediyor, hatta dağlar da yavaş yavaş hareket ederek tedricen toprağa karışıyorlar. Yaratıcımız bütün bunlarla bize şunu öğretiyor: başarıyı, adım adım gayretlerim ve çabalarım sonucu beklemeliyim, aniden değil. Öğrenmek aşamalı bir süreçtir, iyileşmek de öyle.

Yunus (as) bu sahilde iyileşirken başının üzerinde bir ağaç bitiriliyor. Çünkü içinde bulunduğu pozitif süreçte korunmaya ihtiyacı var. Biz negatif olan herhangi bir durumdan muzdarip iken, kendi yerimizi fark edip yönümüzü değiştirmeli, negatiflikten pozitifliğe geçmeliyiz. “Benden adam olmaz, kaç kere denedim olmadı,” gibi söylemleri bir kenara bırakıp, durumun düzelmesi için hangi adımları atmamız gerekiyorsa oraya yönelmeliyiz. Mesela iş başvurularından bir sonuç alamıyorsak belki de özgeçmişimizi düzelterek yeniden yazmamız gerekiyordur. Belki bir alt kademedeki pozisyona başvurup adım adım ilerlememiz gerekiyordur. Acele etmemeliyiz. Ne yapmak gerekiyorsa adım adım yapmalıyız. Yavaş yavaş üzüntüden kurtarılacağımızı ve başımızın üzerinde bir ağaç bitirileceğini; yani bizi yaratan Rabbimizin koruması altına girdiğimizi göreceğiz. Yaktîn ağacından bunu anlıyorum. Hangi türden bir ağaç olduğunu bilmiyorum, fakat mecazi bir anlamı olmalı. Bana gölge yapan, belki meyve veren, barınak görevi gören, besleyen bir ağaç. Yaratıcımın yardımıyla yavaş yavaş iyileştiğim anlamına geliyor. Artık O’na dayanıp güveniyorum. Geçirdiğim zaafiyetten sonra bana tekrar güç veriyor ve anlıyorum ki sonucu yaratan ben değilim. O’nun takdir ettiği düzene uyarak Rabbimden istiyorum, sonuç ise O’nun iradesine tabidir. İşte bunu açıkça itiraf etmemiz gerekiyor. Kısacası, Rabbimizin yaratma düzenine teslim olmalıyız.
Bu aşamada, Yunus (as) ya da ben boş bir sahilde iken aczimizi fark edip itiraf ediyoruz. Kendimizi Rabbimizin korumasına bırakıyoruz. Şimdi Allah benimle ilgilenip sorunlarımı çözecek. Bu dünyada yaratılmış bir mahluk olarak üzerime düşeni yapacağım, fakat farkında olacağım ki Yaratıcımın himayesindeyim. “Beni himayesine alıp koruyacak olan Sensin.”
Yunus (as) balığın karnındayken anlıyor ki kendisi bu durumdan çıkamıyor. Halbuki daha önceden, her şeyi kendi yaptığını zannediyordu. Bu fikir, nefsin bir kaprisidir. Nefis, “Ben halledeceğim, başarılı olacağım, istediğimi alacağım,” diyor. Halbuki alamaz. Bu dünyadan bir şey elde etsek bile onun er ya da geç elimizden çıkacağını biliyoruz. Biz ölümü tadacağız ve bu dünyadaki her şeyi geride bırakacağız. Ruhumuz ise hâlâ sonsuzluk istiyor olacak. Dünyada sonsuzluk olmadığı için ruhumuz ölüm sırasında hâlâ tatmin edilmemiş olacak. Anlamalıyız ki, bedenimiz bu dünyanın materyalleri ile uyum içinde, fakat ruhumuz bu dünyaya ait değil. Bu evren, bedenimizi yaratmıyor, fakat bedenimiz bu evrende bulunan elementler ile yaratılıyor. Diğer yandan ruhumuza bakacak olursak, maddeden yapılmış olmadığını teslim ederiz. Ruh, madde değildir. Bu durumda ruh, maddeden yapılmış olan bu evrene ait değildir. Beden ölünce ruh, “Artık bu vasıtayı daha fazla kullanamayacağım,” der. Sanki ruha şöyle deniyor: “Tamam, sen bu evrene ait değilsin. Beden bu evrene aitti, şimdi beden aslına, yani toprağa dönüyor.” Kur’an’ın terbiyesinde öğretildiği gibi, Âdem (as) balçıktan (bu âlemin parçacıklarından) yaratılmıştı, sonra Allah ona ruhundan üfledi. Balçıktan yapılmış bu varlığa, ruhu doğrudan Allah verdi. Ruh, bu evrenin parçacıklarından değildir. Buradan anlıyoruz ki bizi asıl insan yapan özelliklerimiz, duygularımız, aklımız, bilincimiz, vicdanımız bu evrene ait değil. Bu durumda, öldüğüm vakit ben mi ölüyorum? Hayır, bedenim ölüyor. Burada kullandığım vasıtam, mesela arabam ölüyor. Pekala, o zaman arabayı bırakıp devam ediyorum. Bir araba artık kullanılamadığında ne yapılır? Araba mezarlığına, hurdaya verilir. Kabristana hurdalık demek istemiyorum, şunu kastediyorum: Mezarlıkta gömülü olan ben değilim; benim bedenim gömülüyor. Ruhum bu evrene ait değil, bu evrende bulunmama vasıta olan bedenim çalışmayı durdurunca ben de bu vasıtayı kullanmayı bırakıyorum. Bu yaratılış, bedeni yaratan, ruhu üfleyen, bize şuur veren ve bu hakikati anlamamızı sağlayan Rabbimizin hikmetidir. O zaman öldüğüm vakit ben ölmüyorum, bedenim ölüyor. Bunu fark ettiğimde anlıyorum ki bedenim değil, ruhumun korunmaya ihtiyacı var. İhtiyacımız olan her rızık ve korunma Allah tarafından karşılanıyor. Peki ya ruhum? Burada ilginç bir nokta var. Ruhumuzda özgür irade kullanma yeteneği verilmiş, ruhumun ihtiyaç ve arzularını bu dünyaya çevirip, varlığımı sadece maddeye indirgeme kabiliyetine sahibim. Ya da diğer türlü bir tercih yapıp, ruhumun ihtiyaçlarını asıl kaynağından talep etme yoluna gidebilirim. Bedenimin ihtiyaçlarını bu dünyadan besleyebiliyorum, fakat ruhum, muhtaç olduğu gıdasını doğrudan Yaratıcımdan, İlahımdan alıyor.
Bu dünyada bedenimi beslemek için çalışmalıyım, fakat insani özelliklerimi; aklımı, muhakeme yeteneğimi, duygularımı ise ruhumu beslemek için kullanmalıyım.
Her şey kendimizi nasıl tanımladığımızla ilgili: Kendimizi maddeden ibaret mi yoksa bir ruh olarak mı görüyoruz? Bedenimizin ruhumuzdan farklı olduğunu anlamamız gerek. Bu evrenin şartlarına göre bedenimin ihtiyaçlarıyla ilgileniyorum, ruhumun ihtiyaçları ise asıl Sahibimi tanımayı gerektiriyor. Ruhumun ihtiyaçlarını kim karşılayabilir? Beklentilerini kim yerine getirebilir? Bu konuda tefekkür etmeliyim.
Yunus (as) bunu anladı, Allah’a yönelip tövbe etti. O’nu tanıdı ve kendi hatasını Allah’a itiraf etti. Bunun üzerine Allah, onu çektiği derin üzüntüden kurtardı. Biz de Allah’a güvenmeliyiz. Dönüm noktasının tövbe etmek olduğunu göreceğiz. Hatalı bir yolda ilerleyip çıkmazlara düştüğümüzü, başarısız olduğumuzu fark edip, Yaratıcımıza dönüp O’na teslim olmak, tövbe etmek oluyor. Tövbe ile Rabbimizin, kalbimizi değiştirdiğini ve bizi kurtardığını göreceğiz.
Depresyon ya da ümitsizlik çekerken, ruh ve beden dengesini sağlamak adına ilaç kullanmak gibi geçici çözümlerin asıl probleme değinmediğini görüyoruz. Asıl çare ise Yunus (as) gibi hatalı tavrını ve perspektifini fark edip, Yaratıcısına sığınmak, O’ndan bağışlanma ve kurtuluş istemek. Balığın karnından kurtulmak için Rabbimiz bize böyle bir yol gösteriyor. İlaç kullanmam gerekse bile bilincimde, beni kurtaranın, şifa verenin Yaratıcım olduğunu bilmem gerek. O’na güvenmem, başarıyı yalnızca O’nun verebileceğine emin olmam gerek. Burada bize verilen en önemli mesaj budur.
Beklentilerimiz karşılanmadığında, kendimizi düşerken bulduğumuzda, geri dönüp doğru yola erişmek istediğimizde, dönüm noktası tövbe etmek oluyor. Hata ettiğimizi, yanlış yola saptığımızı teslim etmek.
وَأَرْسَلْنَاهُ إِلَى مِائَةِ أَلْفٍ أَوْ يَزِيدُونَ
37: 147 “Onu, yüz bin veya daha çok kişiye peygamber olarak gönderdik.”
Yunus (as) artık iyileşti. Sahile çıktığında hastaydı, fakat onun için bir ağaç yaratıldı ve ihtiyaçları karşılandı. Demek ki biz Rabbimize dönüp her müşkülümüzü O’na arz edersek bizim için gereken sebepleri yaratıyor. Yolumuzu açıyor. Bu tedrici süreçten geçtiğimizde, artık güvenimizi O’na verip hayatımıza yeniden başlıyoruz.
Mesela, kuzeye doğru gittiğimizi farz edelim. Yol üzerinde rotamızdan sapıp doğuya, ya da güneye doğru gitmeye başladık. Bu şekilde yolculuğumuzun zorluklarından kurtulmayı ya da daha zevkli bir yolculuğa çıkmayı hedefliyorduk. Bu durumda Yaratıcımız bize şöyle diyor: “Şimdi seni asıl rotana geri döndüreceğim.” Yunus (as)’ın görevi Allah’ın mesajını insanlara iletmekti. İnsanların kabul ya da reddetmesi onun sorumluluğunda değildi. Kendi görevini yapıp, sonucu yaratmasını Allah’tan beklemek gerekiyordu. Başarıyı veren O’dur.
Hastalıktan iyileştikten sonra Allah onu görevine geri gönderiyor. Artık üzüntü çekmiyor ve Allah ona başarı yolunu açıyor. “Onu, yüz bin veya daha çok kişiye peygamber olarak gönderdik.” Burada tam olarak sayıyı ya da coğrafi konum olarak nereye gönderildiğini bilmek zorunda değiliz. Allah’ın başarıyı nerede, nasıl vereceğini bilemeyiz.
Kur’an diyor ki: ” وَأَرْسَلْنَاهُ” “Onu gönderdik.”
Başarısız olduğunu düşündüğü yere gönderdik.
Bizim için bu ne anlama geliyor? Belki biz de hayatta başarısız olduğumuzu düşünüyoruz, bu işe kabul edilmedim, ailemle, arkadaşlarımla iyi ilişkiler içinde değilim, kimse beni sevmiyor. Hiçbir şey yapabilecek durumda değilim, çünkü ümitsizliğe düşmüşüm, bir nevi ümitsiz vakayım. Bu âyetler, hayır, diyor. Eğer geri dönersen, tövbe edersen doğru yola çıkarılırsın. Bu evrendeki düzene göre kendi üzerine düşeni yapıp, başarıyı Allah’tan beklemelisin. Yaratılmasını arzu ettiğin neticeyi yalnızca O yaratabilir.
فَآمَنُوا فَمَتَّعْنَاهُمْ إِلَى حِينٍ
37: 148 “Nihayet onlar iman ettiler. Biz de onları bir süreye kadar yaşattık.”
“Nihayet onlar iman ettiler.”
Ona başarı verildi. Yunus (as) neticeyi yaratmasını Allah’tan bekledi. Sonucu kendi sağlamaya çalışmadı. Yunus (as) ve kavmi bir müddet ferah içinde yaşadılar. Neden bir müddet? Bu da ayrı bir konu.
Hatalarımızı görüp, Rabbimizi tesbih edip, kendimizi O’na teslim ettiğimiz müddetçe O’nun himayesinde oluyoruz. Bu halden çıkıp yeniden hayatımız hakkında kendimize dayanmaya başladığımız anda ise kendimizi O’nun korumasını unutmuş buluyoruz.
“Bir müddet–”
Bu dünyada cennete erişmenin bir garantisi yok. Bu dünyada bir derece başarıyı tadıyoruz. Kur’an’daki peygamber kıssalarına bakarsak, her birinin farklı hayat şartları tecrübe ettiğini görüyoruz. Onlar bizim için örnek teşkil ediyorlar. Peygamberler, tüm dünyayı hak dini kabul etmeye ikna edebilmiş değildir. Peygamberimiz Muhammed (SAV) dahi elinden geleni yapıp başarılı olmasına rağmen, dünyadaki herkes O’nun getirdiği mesajdan haberdar değildi. Günümüzde bile iletişim teknolojileri bu kadar ilerlemesine rağmen dünyadaki herkes bu mesajdan haberdar değil. Fakat dünyanın önemli bir kısmı bu mesajı öğrendi ve olumlu cevap verdi. Bu mesajı kabul edip hak dine girdiler. Peygamberin vazifesi, Allah’ın elçisi olarak hak dini yaymaktı.
Bu dünyadaki başarı, belli bir ölçü dahilinde oluyor, sonsuza dek değil. Çünkü bu dünyanın kendisi bile sonsuz özelliğe sahip değil.
Bu yüzden, istediğimiz işe alınsak da, evlensek de, en iyi arabayı alsak da, bunun verdiği memnuniyet bir müddet sürüyor, daha fazla değil. Sonunda yaşlanıp ölüyoruz. Bu ne demek oluyor? Demek ki bütün bunlar geçiciymiş. Fakat ruhumuz Rabbini tanımak adına ne hazırladı? İşte bu şahitlik bizimle kalıyor.
Bir eğitim kurumundan mezun olduğumuzda, okulu arkamızda bırakıyoruz, fakat orada öğrendiklerimiz bizimle kalıyor. Bu eğitim süresince ne kazandık? Elimize geçen budur. Bu kazanım ruhumuzda, insani yönümüzde kalıyor. Fiziksel bedenimiz zamanla yaşlanıp dağılıyor. Bu beden, artık ruhu taşıyamaz oluyor. Yaratıcımız bu evreni böyle yaratıyor, tedrici bir tekamül ve tedrici bir ölüm veriyor. Öldüğümüz zaman, ruhumuzdaki en derin başarı arzusunun bu dünya için olmadığını göreceğiz. Allah’ı tanımak için verilmiş. Rabbimizi ne kadar tanıyabilirsek o kadar mutluyuz. Benim Rabbim, İlahım kim?
Mezuniyet belgemi buna göre alacağım. Kağıt şeklinde değil, fakat derece olarak. Öldüğümüz zaman imanımızın derecesine göre, bu evrenin cinsinden olmayan Mutlak bir Yaratıcının varlığının zorunlu olduğuna olan eminliğimizin derecesine göre bir sonuç alacağız.
Bu evrende ilahlık özelliğine sahip hiçbir şey yoktur “La ilahe”.
Bu evreni yaratandan başka ilah yoktur, Yaratıcı yalnız Odur: “illa hu” –ya da Yunus (as) örneğinde, “Ancak Sen, ey benim ve bütün evrenin Yaratıcısı: “illa ente”.
Ey Halıkım, Ey Malikim, Ey Rezzakım! Benim Rabbim Sensin. İlahım Sensin. Ruhumla yalnız Sana ibadet ederim. Bedenim bu dünyada bir şeylerle meşgul olsa da ruhum her zaman Senin varlığının farkında. Vakit vakit Sana gelip, ruhumda Senin varlığına dair duyduğum eminliği Sana arz ediyorum. Namaz kılıyorum, kılarken şuurum, Rabbine dair farkında olduklarını arz ediyor, aklım, Rabbinin varlığına dair bulduğu delilleri arz ediyor, bedenim secdeye gidiyor ve diyor ki “Ey Rabbim, Senin önünde hiçbir iddiam yoktur. Beni yaratan, rızıklandıran Sensin.” ve böylece bütün azalarım kendi şahitliklerini sunuyorlar. İşte yapmamız gereken hazırlık budur. İnşaAllah bu dünyada bir müddet eğleneceğiz, –Kur’an’dan, bu dünya hayatında iyilikler, hayırlar istemek gerektiğini öğreniyoruz– fakat asla unutmamalıyız ki isteklerimizi ve taleplerimizi sunarken, bu isteklerin ahirete bakan asıllarını da dua ile istemeliyiz. Ebedi saadet, Rabbimizin varlığının farkında olmamızın ve her şeyin O’nun iradesine bağlı olduğunu bilmemizin bir neticesidir. Yaratma fiili, mutlak kudret, mutlak hikmet, mutlak ilim… Burada Rabbimizin bütün isimlerini sayabiliriz… Böyle bir hal için hazırlanmalıyız. İnşaAllah bunun meyvesi ebedi saadet, sonsuz mutluluk oluyor. Bu dünyadan çıkmış olacağız ve önümüzde sonsuz mutluluk açılmış olacak. Balığın karnından çıkmış olacağız. İnşaAllah Rabbimizin himayesini ve gözetmesini tecrübe edeceğiz.
Haftaya inşaAllah Hz Eyyub (as)’ın kıssasına başlıyoruz. Bu kıssayı da kendi hayat şartlarımıza uygulamaya devam edeceğiz.
Bu kıssayı okurken Hz Yunus yerindeydik. Hayatta ne tecrübe ediyorsam, ne görüyorsam, bu kıssanın terbiyesiyle “Yunus” benim. Aynı uygulamayı Kur’an’daki bütün peygamber kıssalarında da yapacağız. Kur’an, geçmişte yaşamış insanların kıssaları üzerinden bana hikâye anlatmıyor, benim gerçekliğimi anlatıyor. Bu insanlar nerede yaşamıştı? Kur’an’da bize verilene göre bunun tam konumunu bilmemize gerek yoktur. Arkeolojik kazılar yapıp bulmamız bizden beklenmiyor. Burada anlatılan kıssa, benim hikâyem. Hayatımın belli bir döneminde, bir peygamberin kıssası bana yol gösteriyor, başka bir döneminde ise diğer bir peygamberin kıssası. Böylece çeşitli tecrübelerime uyan bir rehberlik bana veriliyor. Çeşitli durumlardan kurtuluş reçeteleri gibi.
Eyyub (as), Yunus (as)’dan farklı bir yönümüze değinecek. Yunus (as) kıssası, iç dünyamızdaki tasarrufumuzla ilgiliydi, Eyyub (as) kıssası ise hayatımızın başka bir yönünden bahsedecek.
*Islam From Within Youtube kanalında yayınlanan “Part 3 – I Found Myself in the Story of Jonah – 09/16/20” başlıklı videonun transkriptinin çevirisidir.