İkinci Şuada hatimeden hemen önce şöyle bir yer var.
“…hayat-ı şahsiye ve hayat-ı içtimaiye düsturlarının hükmü altında bir sikke-i tevhid ve zâhirî karışıklıklar altında gizli, muntazam bir hâtem-i vahdet ve müşevveş ahvâl-i beşeriye altında mukadderat-ı hayatiye denilen kaza ve kaderin düsturlarının hükmü altında bir mühr-ü vahdâniyet taşıyor.” 2. Şuâ, Üçüncü Makam, Üçüncü Alâmet ve Hüccet
“Hayat-ı şahsiye ve hayat-ı içtimaiye düsturları” deyince, “sünnet-i seniyye”yi çağrıştırdı bana.
Önce bazı noktaları hatırlayalım, “Hadisler” Rasulullah’ın savs hayatından bir parçanın veya konuşmasından alınan bir cümlenin veya cümlelerin bir veya birden fazla kişiler tarafından naklidir. Hadis naklinin sıhhatini konuşmadığımızı da bilmemiz gerekir.
Sünnet ise, Rasulullah’ın savs Kur’an’ın rehberliği altında, Kur’an’ın bir insan hayatına nasıl yansıması gerektiğinin örnek bir uygulamasıdır. Bu uygulama her ne kadar tarih içinde gerçekleşti ise de, kaynağı itibariyle “İlm-i İlahi”den gelen Kelam-ı Ezeli’nin uygulanmaya konması olduğu için, delalet edeceği hakikat Mutlak olacaktır. Yani, zaman ve mekan sınırlarını aşacaktır.
Rasulullah’ın savs uygulamasının gerisinde “sikke-i tevhid,” “hatem-i vahdet” ve “mühr-i vahdaniyet” aranmalıdır. Sünnete ittiba, “taklitçilik” değildir, olmamalıdır. Bir başka deyişle, “hayat-ı şahsiye ve hayat-ı içtimaiye düsturları” uygulanırken, bu düsturların bizzat kendilerinin uygulanması yanısıra, bu düsturlar, uygulayıcıya “tevhid” “vahdet” ve “vahdaniyet”i hatırlatmalıdır. Yani, yapmış olduğu tercih, uygulayıcının kendisini bu alemde nasıl konumlandırdığının bilincine dayanır.
Bilinen bir örnek ile açıklayalım: Dünyada neredeyse herkes dişini fırçalar.
– “Sünnet” davranış bunun neresindedir?
– Dişini fırçalayanın bilincinde.
– Bu bilinç ne ile ilgilidir?
– Uygulayıcının “Peygamber” anlayışıyla ilgilidir.
Bir diş doktoru da samimiyetle diş fırçalanmasını tavsiye eder. Peygamberin tavsiyesi ile diş doktorunun tavsiye arasındaki fark nerededir?
Diş doktoru bedenin sıhhati için tavsiyede bulunur. Peygamberin tavsiyesi ise, “tevhid”in pratik hayatta uygulanması ile ilgilidir.
Tevhid’in uygulanması ise, dişin fırçalanmasında değildir.
Sünnete ittiba bir tevhid şuuru uygulamasıdır.
Diş fırçalama fiilinde sünnete ittiba, Allah Rasulunun tavsiyesi aracılığı ile Rasulü görevlendireni, yani kâinat Hâlıkını hatırlamak, dişini fırçalayanın kendisinin mahlûkiyetini idrak etmek ve bu Hâlık-ı kâinatın insanlara Kendisini tanıtmasına karşı bir mahlûk olarak mukabelede bulunmak şuurudur.
Şimdi Risalede geçen şu tanıma dikkat edelim:
”Sünnet-i Seniyyedeki edep, o Sâni-i Zülcelâlin esmâlarının hudutları içinde bir mahz-ı edep vaziyetini takınmaktır.” 11. Lem’a, 7. Nükte
Allah Rasulü, yani, Elçisi, Allah’ı bize tanıtmak ve bizim Allah bilinciyle yaşamamızı öğretmek için konuşur veya fiilinde sergiler. Yoksa diş doktoru olarak değil. Bedenin sıhhati için tavsiyede bulunan insana Allah Rasulü denmez, diş doktoru denir.
Diş fırçalamada “Sani-i Zülcelal’in” esmasının hudutları içinde” olan nedir?
Sindirim sisteminin milyarda birini oluşturan dişlerini bizzat temizlemek suretiyle, kendi bedeninde ve de kâinat çapında gerçekleşen temizleme fiilini hatırlayarak, bu akıl almaz bir şekilde gerçekleşen temizlemenin kaynağını hatırlatma fiilidir, Rasulullah’ın insanlara tavsiyesi.
Yani, benim dişimi fırçalamam Rasulullah’ın tavsiyesine uyarak gerçekleşirse, benden beklenen, “Rasulullah” anlayışımın zorunlu sonucu olarak kainat çapında herbir zerrenin temizliğini her an gerçekleştiren Yaratıcının “Mutahhir” (Temizleyerek Yaratan) olduğunun bilincinde olmamdır.
Şeriatın “hayat-ı şahsiye ve hayat-ı içtimaiye” düsturlarında böyle bir bağı aramak ve görmek bizim görevimizdir. Yoksa, sırf “fiilin bizzat kendisini taklit ederek” sünnet’e ittiba beklenen sonucu vermez.
Evet, kâinata konulan düzenin değiştirilmemesinden dolayı dişimiz temiz olur. Herhangi bir inançsız insanın dişinin temiz olduğu gibi. Fakat Rasulullah’a ittiba sonucunda ulaşılacak olan idrakten mahrum kalırız. Yani tevhidi yaşamak mümkün olmaz.
Çünkü: Şimdi Risaleden alınan su cümleye dikkat edelim:
“Ve keza, o sünnetleri, sanki semâdan tedellî ve tenezzül eden ipler gibi gördüm ki, onlara temessuk eden yükselir, saadetlere nâil olur.” Mesnevi-i Nuriye, Katrenin Zeyli
Sünnet, bizi “sema”ya bağlayan “ipler”dir. Yapılan fiilin “Sema”sı ise, Yaratıcımızı hatırlatan yönündedir. Onu hatırlayan, Mutlak olan Kaynağa kendisini bağlamış demektir. Ebedi ve Ezeli olan Yaratıcıya bağlanan bir fiil ise, ebediyet kazanır. İnsan ruhu ebedi olana bağlandığı takdirde mesut olur, saadete ulaşır. Fani olan hiçbir temizlik ruhu tatmin etmez. Ruh için böylesi bir temizlik: “Evet, temiz ve sıhhatli bir diş ile ölüp çürüyüp gideceksin” haberinden ibarettir. Ki bu haber, ruhun bütün beklentilerine ters düşer, onu ümitsizliğe düşürür.
Şeriatın “hayat-ı şahsiye ve içtimaiyeye dair düsturları” ile “Sünnet-i seniyyeyi” aynı kategoride ifade eden şu cümle bizi, bütün fiilî davranışlarımızda, “Esmâ-i Hüsnânın herbir isminin feyz-i tecellîsine bir mazhar-ı câmi’ olmaya” davet eder:
“Şeriat ve Sünnet-i Seniyyenin ahkâmları içinde cilveleri intisâr eden Esmâ-i Hüsnânin herbir isminin feyz-i tecellîsine bir mazhar-ı câmı’ olmaya çalış.” 24. Söz, 5. Dal, 3. Meyve
Demek ki, Esma-i İlahiyenin tecellisinin bilincini taşımayan bir fiil, ne “şeriat”tandır ve ne de “sünnet-i Rasulullah”tır.
Sünnete ve Şeriata ittibaın bereketini yaşamak temennisiyle…
Allah razı olsun Ali abi. Bayağı istifade ettim.