Nübüvvetin üçüncü yılında ve yirmi ikinci sırada nazil olan İhlas suresi, Peygamber (S.A.V.)’ in ashabının çoğu tarafından anlaşıldığı gibi Kur’an’ı nasıl anlamamız ve okumamız gerektiğine temel teşkil eden veciz bir suredir. Kur’an’ın bana ulaştırdığı mesaja karşı önyargısız ve açık kalpli olursam, bu sure Kur’an mesajının özünü anlamama yardımcı olacaktır. Aksi takdirde, inancımda samimi olamam. “Hakikat bu, bu yüzden onaylıyorum” diyebilmeliyim. Allah inancında samimi bir temele sahip olmak istiyorsam, bu surenin içeriği anlayışımın belkemiği olmalıdır. İlk zamanlar nazil olan surelerin hiçbiri kapsamlı biçimde bir Allah anlayışından söz etmedi, sadece insanın ve evrenin gerçekliğinin ne olduğunu temellendirmeye çalıştı. Sorguluyorum, varlığım başka bir şeye mi bağlı? Varlığımın arkasında Bilinçli bir İrade var mı? İlk sureler kâinatın varlığının tabiatını açıklar. Kâinatın varlığının tabiatı, kâinatın bilinçli bir İradeye bağlı olduğunu ve kendi varlığını kendisinin koruyamadığını göstermek üzere sürekli olarak yıkıma maruz kalma niteliğindedir. Daha sonraki sureler, var olan yaratılmış şeylerle kurulacak ilişkiler için temel ilkeler teşkil eder. Yaratıcının indinde her ibadet eden ya da abd eşittir. Pagan (cahiliye) kültürlerinde Allah’a ibadet kavramı yoktu, bunun yerine kabile bağlarına ve kabilelerini temsil eden putlara saygı gösteriyorlardı.
112:1. De ki O Allah, mutlak ve tektir.
“De ki” demek bu mesajı ilet demektir. Bir otorite, bir mesaj gönderiyor ve onu dinlerseniz bu mesaj nesilden nesle kalpleri titreten bir hakikat olarak aktarılır. Mesajı iletebilmek için kişinin önce kendi içinde onu sindirmesi gerekir. Söylenenlerin içeriğine iman tesis ettikten sonra başkalarıyla paylaşabilir. Eğer bu mesaj beni tatmin ediyorsa onu yaymalıyım. “De ki” demek sadece “seslendirmek” demek değildir.
“Huve” demek “O” demektir. Soruyorum kim “O”? Bu kâinat ve muhteviyatının varlığından sorumlu olan bir kavrama ihtiyaç vardır. Bu soru, bu kavramın tanımından önce sorulmalıdır. “Huve” meçhul demektir ve bunun ne olduğunu merak etmem gerekir. Bu kâinatı var eden “biri” olmalıdır. Bu kâinatın ve benim varlığımın kaynağı nedir? Bu kaynak nedir?
Peygamber (S.A.V.), ilkel bir topluluk olan ve kabilelerinin özellikleriyle övünen Mekke toplumuna mesajı iletmeye başladı. O tarihte kabileler arasında bir medeniyet tesis edilmemişti. O dönemde Arap yarımadası civarında Zerdüştler ve biraz da Hristiyanlar vardı. Putlar kabilelerin kendilerine seçtikleri “ilahları” simgeliyordu. Genellikle kadınlar şiirlerinde kabilelerini temsil ediyordu. O zamanlar hiçbir felsefe ve düşünce yoktu, sadece İbrahim (A.S.)’den miras kalan “Beytullah” dedikleri bir “Kâbe” vardı. Kur’an, onlara hiçbir şey bilmediklerini ifade eden “cahiliye” tabiriyle hitap ediyordu. Cahiliye toplumu (paganlar) çoğunlukla deveye biner, keçi ve deve sürüsü güderdi. Kur’an, insan niteliklerinin en alt derecesinden başlar ve sonra onu inşa eder. 30 yıl içinde putperest Araplar bir imparatorluk haline geldi ve deve çobanlığı yapan Muhammed (A.S.), Medine’ye sığınmak üzere davet edildi ve dürüstlüğünden ve davet ettiği mesajın insanları etkilemesinden dolayı kendisine yöneticilik teklif edildi. Ve gelişmelerden sonra bir imparatorluğun ilk kurucusu ve yöneticisi oldu.
Mekke’de belirli bir eğitim sistemi yoktu, sadece Medine’de yaşayan putperest Araplar şehrin eteklerinde yaşayan eğitimli Yahudi halkına hayranlık duyuyordu. Aşağıdaki eğitim ilkelerini Peygamber (A.S.) ilk defa vazetmiştir:
- Kâinatın tabiatını tanımladı,
- Sosyal hayatın temelleri ve kâinatla ilişki kurma biçimini açıkladı,
- Akabinde 3 yıl sonra “O” hakkında konuşmaya başladı.
Surenin 1 ila 3. ayetleri, bu kâinatın varlığını merak etmeye bir davettir. Biz kimiz? Biz ne yapıyoruz? İlk vahiy “oku” idi. Ama neyi oku? O zamanlar Mekke’de kitap bulunmadığından ne okumak gerekiyor? Ellerinde bir kitap olmadığına göre bu davet bir kitap okumak anlamına gelmez, kâinatı okumak anlamına gelir. Yaratan Rabbiniz adına okuyun. Yaratılışı okuyun. Yaratılış nedir? Dağ, deve, keçi, su vs.
Sıfırdan başla. Hiçbir şeye ihtiyaç yok, sadece Yaratıcının yarattığı şeyler aracılığıyla “Konuşmasını” okumak için insan olmak yeterlidir. Okula gitmemiş olmak veya bir diploma almamış olmak, yaratma üzerinden “konuşmaya” muhatap olmaya engel değildir. İnsan niteliklerini kullanarak yaratılışı okumak mümkündür.
Vahye açılabilmek için yaratılışa merak duymak gerekir. Örneğin, bir köpeğin yaratılışına bakarak, “Lütfen Allah’ım merakımı ve şaşkınlığımı artır!” diyebilmek lazım. Neyi merak etmek? Yaratılışı. Bir çiçek veya bir kuş harika değil mi? Burada ne arıyorlar? Kim bunları bu şekilde ayarlıyor? Bilinçli bir tercih olmalı. Kim o? Sorularımı devam ettirmezsem birinin olması gerektiği sonucuna ulaşamam. Bu biri, kimdir?

Geçmiş ve geleceğe dair düşüncelerim var. Bir şeyler için endişeleniyorum. Bunlar nedir? Bu duygular nereden geliyor? Yaratılışı merak etmezsem, Kur’an’ın sözlerinden faydalanamam. Bu kâinat nedir? Kâinata nasıl mana verebiliyorum? İşte bu “huve”dir. ”Huve” olmadan varlığım hakkında düşünemem.
Örnek: Bir mimar, güzel bir bina inşa ediyor. Binayı görmek için ışığa ihtiyacım var ve duvarda da bir elektrik düğmesi var. Bu mimarı takdir etmek istiyorum. Birisi bana mimarı tanıttığında, mimara olan takdirimi nasıl ifade edeceğimi düşünürüm. Bu binayı kimin yaptığını merak etmiyorsam, insanlar mimar hakkında konuşsa bile hiç fark etmeden oradan geçip giderim.
Benzer biçimde, “Allah” lafzını bilmek ve söylemek bir şey ifade etmez. Ayet “Kul huva Allahu” (De ki, O Allah) deyip durmuyor. Bu özel adın özelliklerini tasvir etmeye devam ediyor. Bu aşamada “Allah” sadece bir özel isimdir. Özelliklerini öğrendikten sonra bu isim okuyucu için belirtilen özelliklere sahip olan bir Varlık manasına gelir.
Her neyi iddia ediyorsanız, onda kesinliğe ihtiyacınız vardır. “Allah” adını bilmek hiçbir şey ifade etmez. Allah demekle ne demek istediğinizi bilmezseniz, Allah ifadesi anlamsız olur.
Yaratıcı, Allah mutlak olmalıdır. Mutlak eşsiz anlamına gelir, bu kâinat türünden olmayan bir varlık. O, kâinatta bulunmaz. Yaratıcı, yaratılanın bir parçası olamaz. Bu yüzden ölçülemez ve bir nicelikle ifade edilemez.
Eğer Allah kavramınız varsa, İslam geleneğindeki tüm düşünce okullarının ne kadar benzer olduğunu anlarsınız. Herkes iki mutlak olmadığını bilir. Yanlış anlamalarımızı açıklığa kavuşturmalı ve insanların Allah’a inanmalarına rağmen Onun hakkında doğru anlayışa sahip olmadıklarını bilmeliyiz ve bu yüzden Tevrat’ın neden bahsettiğini anlamadılar, kültürlerine indirgediler ve bir efsane yaptılar.
“Allah” diye anılan kâinatın Yaratıcısına inanıyor olmak gereklidir ve fakat bu yalnızca bir başlangıçtır. Allah dediğim şey önemli değil, Allah olarak tanımladığım şey önemlidir. “Ehad” lafzı, “Allah” kavramının gerçek anlamını ifade eder ve O’nun bu kâinatın bir parçası olmadığı manasına gelir. Yani O, var edilmeye muhtaç olan bu kâinatın özelliklerine sahip olamaz çünkü zaten O, kâinatın varlık kaynağıdır. O ancak varlığı “Mutlak” olan, yani varlığı zati olan, var olması için bir başkasının var etmesine muhtaç olmayan anlamında “Ehad” olandır diye tanımlanabilir.
Bu kâinatın varlık kaynağı olan Birini ne yapayım? Hayalet gibi bir şey mi, O?
Böyle bir Varlık olmalı, Onunla nasıl iletişime geçeceğim ve nasıl bir ilişki kuracağım? O benim Yaratıcım olduğuna göre, onunla iletişim kurabilmem için kim olduğunu bilmem gerekiyor.
Bana varlık veren, beni eğiten ve beni hayata hazırlayan Birine kendimi borçlu hissediyorum. İnsan olduğum için iletişim kurmak istiyorum. Kâinat türünden olmayan, bana ve kâinata varlık veren Biriyle iletişim kurmak istiyorum. Bilinçli bir insan olarak var edilmeden önce bile varlığımı, hayatımı ve benim için hazırlanan diğer tüm imkânları ve varlığımın sonucunun ne olacağını sorgulayabilme özellikleriyle donatarak bana varlık veren kim olabilir?
Onu daha çok tanımam gerekiyor.
*Islam From Within Youtube kanalında yayınlanan “Chapter Ikhlas – Part 1 – Sincerity – 09/23/19” başlıklı videonun transkriptinin çevirisidir.