Kainat ve İnsan

Peygambersiz Hayat Anlamsız Olurdu -IV-

Peygambersiz Hayat Anlamsız Olurdu -IV- | Ha-Mim

“Sünnetullah” Kavramı Üzerine

Bir önceki yazımızda, evrende hem eşyanın varlığa gelme prensiplerinin değişmediğini hem de her bir varlığın kendisi için özel bir yaratılışa tabi kılındığını, bunun da Yaratıcının sınırsız ‘tercih etme özelliğine’ sahip olduğunu gösterdiğini konuşmuştuk.

Şimdi de sözü çoğumuzun duyduğunu sandığım “sünnetullah” kavramına getirmek istiyorum. Kabaca “Allah’ın uygulamaları, kanunları, adetleri” anlamına gelen bu terim Kur’an’da bazı ayetlerde geçiyor. Mesela, bir ayette şöyle ifade olunuyor:

فَلَن تَجِدَ لِسُنَّتِ اللَّهِ تَبْدِيلًا وَلَن تَجِدَ لِسُنَّتِ اللَّهِ تَحْوِيلًا

“…Sen, Allah’ın sünnetinde kesinlikle bir değişiklik bulamadığın gibi, Allah’ın sünnetinde kesinlikle bir sapma da bulamazsın.” (35: 43)

Genellikle anlaşıldığı şekliyle ayet, Allah’ın yaratmasında takip ettiği yol ve yöntemde ne bir değişiklik ve ne de bir sapma görülmeyeceğini belirtiyor. Yaratılışa baktığımız zaman bu ifadenin bizim gözlemimiz ile de tamamıyla örtüştüğünü görüyoruz. Mesela bir üzüm asmasının ve salkım salkım üzümlerinin yahut bir zeytin ağacının ve siyahlı-yeşilli zeytinlerinin yahut bir güvercin ya da bir balığın vücuda geliş süreçleri kimi zaman şöyle, kimi zaman böyle veya kimi yerlerde şöyle, kimi yerlerde böyle olmuyor. Hepimiz, her zaman, her yerde aynı yaratılışa muhatap oluyoruz. Yaratılanlar her zaman birazcık farklı olarak yaratılıyor olsa bile.

Eğitim kurumlarında yanlış şekilde, eşyanın kendisine verilerek dayatılan “tabiat kanunu” ifadesinin de aslı bu: “yaratılışın Yaratıcı tarafından bir düzen içerisinde gerçekleşiyor oluşu.” Ne var ki bu olgu okullarda sanki failsiz gerçekleşiyormuş yahut eşyanın kendi mahareti imiş gibi, sorguladığımız zaman insaniyetimizin onaylamayacağı bir dünya görüşü içinde aktarılıyor…

Suyun donma ve kaynama özelliğine bakalım. Kim olursa olsun, hangi zaman diliminde olursa olsun, aynı koşullar altında su, sıfır derece donar veya yüz derece sıcaklıkta kaynar. Yine söz gelimi, eğer ince bir cam bardağını sert bir şeye çarparsanız kırılır. Elimi bıçağın altında koyar da üzerine bastırırsam elim kesilir ve bir müddet kan akar. Yüksek bir yerden atlarsam ayağımı kırarım. Bu yaratılış düzeni değişmez.

O halde soruyu netleştirelim: Yaratıcının kendi konuşması olan Kur’an’da yaratma düzeninin değişmezliğini bildirmesi, yaratılışta hiçbir şekilde değişmeyen, sabit, yeknesak bir durumun söz konusu olduğunu mu ifade ediyor?

Hatırlanacağı üzere, kainatın varlık alemine getirilişinde bir düzen bulunduğunu, bunun değişmediğini, değişmeyişinin ise düzenin kendi tercihi değil, Yaratıcısının sonsuz iradesiyle yaptığı tercihi olduğuna işaret etmiştik. Ama öte yandan bu şekilde bir yaratma düzeninin gerçekleşmesine rağmen her an, her bir şeyin kendine has özelliklerle ayrı ayrı bir tercihe tabi tutularak varlığa getirildiğini, bunun da açık biçimde Onun mutlak irade sahibi olduğunu gösterdiğini de belirtmiştik.

O halde rahatlıkla ifade edebiliriz ki, biz yaratıkların kainat ile olan ilişkilerinin değişmez kurallara bağlanması biz insanları bağlar. Mutlak yaratıcıyı bağlamaz, bağlamaması icap eder. Çünkü Onun daima yeni ve değişik yaratılış örnekleri sunması, yarattığı düzenin Kendisini bağlamadığını açıkça kanıtlıyor.

Demek ki Yaratıcı istediği zaman istediği tercihi yapabiliyor. Biz yaratıkların değişmeyen düzenin işleyişiyle kuracağımız ilişkinin amacı, bizi Yaratıcıyı kurduğu düzenin mahkumu olduğu sonucuna götürmek değil, bizim yaratıcımızdan ne yaratmasını istediğimizin kurallarını göstermesidir. Örneğin, eğer ben su kaynatmak istiyorsam, Yaratıcım bana bunun yolunu değişmez kurallarla öğretiyor ki, ben veya her kim olursa, su kaynatmak istiyorsa Yaratıcıya baş vuracağı yolu bilsin. Yani, dilekçesini ona göre yazsın. Uyacağımız kurallar, Yaratıcımıza yönelteceğimiz dileklerimizi bildirmenin yollarıdır. Bu yollar değişmez ve bizi bağlar. Yaratıcıyı değil.

Ben suyun kaynamasını yaratamam. Su kaynatmak istiyorsam, şimdiye kadar öğrendiğim kurallara uyarak, suyu ateşin üzerine koyar, yine düzen dahilinde belli bir süre bekletirsem ısı yüz derece sıcaklığa gelince su kaynar. Bu tecrübe çerçevesinde yapmam gereken iş, irademi kullanıp suyu ateşin üzerine koymak, sonucunun yine bir düzen içerisinde yaratılmasını beklemekten ibarettir. Böyle bir tercih yaparak düzenin kurucusuna karşı görevimi yerine getiririm. Ona dileğimi iletirim. Kendimin ve kaynama işleminin Yaratıcısını tanırım. Onun karşısındaki pozisyonumun bilincinde olurum. Böylece ben, kendimin ve kainattaki düzenin Yaratıcısı ile ilişkiye geçerim. Kendimin “muhtaç olan”, Onun ise “ihtiyaçlarımı karşılayan” olduğunu anlarım. Kendimin ve bana verilen her şeyin Onun bana bir ikramı olduğu bilinciyle, Onun benim Sahibim, Rabbim, Mabudum; kendimin ise Onun yaratığı, abdi, kulu, ibadet edeni olduğumu anlamış ve uygulamaya koymuş olurum.

Kısa işaret ettiğimiz bu düşünce zinciri içinde, evrendeki düzenin değişmeden yaratılmaya devam etmesinin amacını, benim “Onu tanımam” olduğunu anlarım. Ben Onu, tanıdıkça, Onun ihtiyaçlarımı karşıladığını gördükçe, yarattığı düzen içinde ikramlarına tanık oldukça Ona teşekkür eder, Onu sever, Ona ibadette bulunurum. Demek ki düzenin değişmeyen kurallarını araştırıp bulma çalışmalarının arkasında bu maksat olmalıdır, diye anlıyorum. Değilse düzeni sömürmek için öğrenmek gibi “insanî gerçekliğime aykırı” bir sonuç ortaya çıkar. Bu sonuç da insanı yağmacı yapar, hırsız yapar.

Sonuç olarak yaratılışta gözlenen ve süreklilik arzeden düzen ile ilişki kurarken veya onun nasıl çalıştığını öğrenirken, bunun, beni Yaratıcımı tanıma ve Onu sevip ibadet etme amacına yönelik olduğunu bilmem gerekiyor. Aksi halde insanî gerçekliğimden kopan ve düzeni sömüren bir haydut olmaktan kurtulamam!

İnşallah, bu tefekkürümüze devam edelim.

Yazar hakkında

Ali Mermer

Yorum yazın