Ders Notları

İhmale Uğrayan Bir Sünnet-i Resulullah: BİRBİRLERİMİZİN HALLERİYLE “HALLENMEK”

İhmale Uğrayan Bir Sünnet-i Resulullah: BİRBİRLERİMİZİN HALLERİYLE “HALLENMEK” | Ha-Mim

Ha-mim’in geçtiğimiz hafta sonu yapılan (30. 01. 2022) Lahikalar dersinde (https://www.youtube.com/watch?v=5OlQ3d-mvac), Barla Lahikası’nda yer alan 4-15 mektuplar okunup müzakere edildi. Benim mazeretim dolayısıyla fiilen katılamadığım ancak kayıtlardan dinlediğim derste çok faydalı notlar paylaşılıyor. Dersin tamamını ilgili kayıtlara havale edip burada, aşağıda yer alan on birinci mektupla ilgili olarak gündeme gelen müzakerelere -bazı tasarruflarla- değinmek istiyorum. Hulusi Abi şöyle diyor mektubunda:

“Bu defa bu biçare talebesine ihsan ettiği hediyeyi, gıyabî muhiblerinden Fethi Bey ismindeki komşumuzla okuyorum. Baştan başa mucize-i kübrâ-yı Ahmediyeyi ilân eden On Dokuzuncu Mektubun tahsisen bendelerine irsali, yeniden hayata avdet etmiş kadar müessir olmuş ve mütalâası rikkat damarlarımı tahrik ederek hayli ciddî gözyaşı akıtmaya vesile olmuştur” (Barla Lahikası, s. 27).

Bu kısa mektupta, Üstad’ın Hulusi Abi’ye Resulullah’ın mucizelerinin ele alındığı On Dokuzuncu Mektubu gönderdiği, onun da bu Risaleyi Üstad’ı gıyaben tanıyıp seven Fethi isminde bir komşusuyla birlikte okuduğu ifade ediliyor. Ayrıca Risalenin mütalaa edilince adeta hayata yeni gelmiş gibi tesir bıraktığı ve çokça göz yaşı akmasına vesile olduğu dile getiriliyor.

Bir müzakereci sıcağı sıcağına şunu ifade ediyor: “Görülüyor ki Hulusi Abi, kendi şartlarına göre her vesile ile Risaleleri paylaşıyor, okuyor, mütalaa ediyor. Daha önceki bir mektubunda, baba evine geldiğinde, oradaki misafirlere okuduğunu ifade etmişti, burada da aynı faaliyeti komşusu ile yaptığını söylüyor. Demek ki biz de kendi şartlarımıza göre en yakınımızdan başlayarak Risaleleri okumamız ve beraberce mütalaa etmeye yönelik çalışmalar içinde bulunmamız gerekiyor.”

Aynı müzakereci metinde “mütalaa” kelimesinin geçtiğine dikkat çekerek, bu tür birlikte okumalarda düz okumalardan ziyade, önceden hazırlık yaparak, yerine göre kısa yerine göre biraz uzun izahlarla müzakereli okumanın daha faydalı olacağına işaret edildiğini belirtiyor.

Başka bir müzakereci şunları paylaşıyor: “Hulusi Abi’nin Üstad’la bu ve benzeri yazışmalarına bakıldığında “hoca-talebe” ilişkisini andıran bir tablo gözleniyor. Sanki Üstad Risaleleri okumanın onda nasıl bir iz bıraktığına dair geri bildirim almak istiyor. Hulusi Abi de gerek kendisinin gerekse başkalarıyla okuduğunda onların hissiyatını dile getirerek Üstad’a geri bildirim sunuyor. Yani tecessüs değil de “müfritane irtibat” diye ifade olunan ve Üstad ile Risale okuyanların birbirleriyle irtibatı, birbirlerinin halleriyle hallenmeleri var gibi görünüyor burada”.

Bunun üzerine bir müzakereci şunu dile getiriyor: “Birbirleriyle hallenme deyince hatırıma Resulullah’ın bir davranışı geldi. Mesela o, birisi hastalandığında mutlaka hasta ziyaretine giderdi, sıkıntısı olanlar varsa ilgilenir, yardımcı olmaya çalışırdı. Hatta çocukların dünyasına girer, onların varsa üzüntülerini paylaşırdı, şakalaşırdı. Mesela Enes’in küçük kardeşinin bir kuşu vardı. Adını “Umeyr” koymuştu. Peygamber (asm) onu Umeyr’in babası anlamında “Ebû Umeyr” diye çağırırdı. Bu çocuğun kuşu öldü. Onun ölümü çocuğu çok üzdü. Resulullah (asm) onun evine gitti. Onun kederli halini görünce üzüldü ve onu neşelendirmek istedi. Saçlarını okşayıp yanağını öptükten sonra gülümseyerek, ‘Ey Ebû Umeyr! Nuğayr (serçeye benzeyen kuş) ne oldu?’ dedi. Onun bu sözüyle çocuğun kalbi ferahladı ve çok güldü (Buhari, “Edeb”, 112; İbn Mâce, “Edeb”, 24). Demek ki insanların halleriyle hallenmek sünnet-i Resulullahtandır.”

Arkadaşımız, birbirimizden haberimiz yok, diye konuyu gündeme getirince yarama dokundu. Bu medeniyet ne yapıyor? Davet ediyor. Nereye? Lokantaya. Ağırlamak istiyor. Nerede? Otelde. Evine sokar mı? Sokmaz. Niye? Evi görülecek gibi değil. Dış görünüşüne zıt. Nedeni bu. Şahsi yaşantısına şahit olmanızı istemiyor. Yani gerçek kişiliğinin açığa çıkmasından korkuyor. Ama İslamiyet’te misafir otele götürülmez. Eve götürülür. Yolcular için han vardır İslam medeniyetinde. Şehirde han olmaz. Şehirde misafir geldiğinde mümin onu alır, evine götürür. Niye? Yaşanan haliyle örnekliğini görsünler, müminler birbirlerinden ders alsınlar diye.

Aynı müzakereci şöyle devam etti: “Bu devirde bir hastalık var; özellikle vahiysiz kültürde. Ama bu kültürden vahiyli kültüre doğru akan, onları da etkileyen bir hastalık. İnsanların şahsî hayatına dair sorular sormak, ilgilenmek sanki insanların özel hayatına müdahale etmek diye anlaşılabiliyor. Mesela insanlara, ‘rahatsızlığınız nedir’, diye soramazsınız. Yahut ‘maddi durumunuz nasıl, bir sıkıntınız var mı’ diye soramazsınız, Batı kültüründe! ‘Geliriniz yetiyor mu’ falan diye soramazsınız. Sadece genel olarak ‘nasılsınız’ dersiniz, o kadar. Otomatik olarak bu soruya ‘iyiyim” diye yuvarlık cevap verilir ve geçiştirilir. Ama içinden ah demekten kendini alamaz insanlar. Bu da kişiselciliğin, ben merkezli anlayışın dünyaya nasıl yayılmış olduğunu gösteren kuru, soğuk bir tavır, besbelli.”

Diğer bir müzakereci şu hususu gündeme getiriyor: “Konuşmaları dinleyince kendime baktım. Öyle bir durumdayız ki, bu dersler de olmasa ne birbirimizden haberimiz olacak, ne birbirimizin hatırını soracağız. Bırakalım birbirlerimizle hallenmeyi dersler olmasa en yakın arkadaşımız yaşıyor mu, yaşamıyor mu bunu bile bilemeyeceğiz.”

Önceki müzakereci şöyle devam ediyor: “Evet, aynen dediğiniz gibi. Hatta ölüm haberi gelse bile, ‘Allah rahmet etsin’ deyip geçip gideceğiz. Bir ayet aklıma geldi. Çok önemli mesajı var. Hz. Musa ile Samiri arasındaki ilişkiden söz eden ayet. Kıssayı biliyorsunuz. Hz. Musa Allah ile görüşmek için ayrılıyor. Yani şahsi ibadetine yoğunlaşmak için zaman ayırıyor diye anlıyorum bu ayeti. Çünkü insan şahsî ibadetiyle Rabbi ile görüşür. O sırada yerine Hz. Harun’u vekil bırakıyor. Hz. Harun, Hz. Musa gibi dirayetli değil. Samiri zamanının düzenbaz, materyalist bilimcilerini temsil ediyor. ‘Zinet olarak neyiniz varsa getirin’ diyor. O zinetlerden buzağı heykeli yapıyor. Yani insanların hoşlarına giden, dünyevilikleriyle, caziplikleriyle dikkat çeken bir heykel! Bu bir psikolojik, sosyolojik oyundur, -hâlâ bu oyun oynanıyor-, dikkat etmek lazım. Çok canlı bir ayettir bu! Doğrudan doğruya bizim hayatımıza bakan bir ayet! Neyse, Samiri onları toplayıp o dünyeviliği, o dünya merkezli olmayı kendine ilah ediniyor. O buzağı dediğimiz olaydan ben onu anlıyorum. Varmak istediğim nokta şurası: Hz. Musa o kişinin elindeki buzağıyı alıp parçalıyor. Sonra diyor ki, ‘Çekil git! Artık sen hayatın boyunca ‘lâ misâs: Bana dokunmak yok’ diyeceksin’ (Tâhâ 20/97). İşte tam konuşmalarda parmak basılan noktaya geliyoruz: ‘Bana dokunma! Benim şahsi hayatına girme! Ben kendi dünyamda fildişi kulemde kendimce yaşayacağım! Öyle görüneceğim! Öyle yaşayacağım!’ İşte bugün bunu yaşıyoruz.”

Müzakere aynı konu etrafında şöyle devam ediyor: “Arkadaşımız, birbirimizden haberimiz yok, diye konuyu gündeme getirince yarama dokundu. Bu medeniyet ne yapıyor? Davet ediyor. Nereye? Lokantaya. Ağırlamak istiyor. Nerede? Otelde. Evine sokar mı? Sokmaz. Niye? Evi görülecek gibi değil. Dış görünüşüne zıt. Nedeni bu. Şahsi yaşantısına şahit olmanızı istemiyor. Yani gerçek kişiliğinin açığa çıkmasından korkuyor. Ama İslamiyet’te misafir otele götürülmez. Eve götürülür. Yolcular için han vardır İslam medeniyetinde. Şehirde han olmaz. Şehirde misafir geldiğinde mümin onu alır, evine götürür. Niye? Yaşanan haliyle örnekliğini görsünler, müminler birbirlerinden ders alsınlar diye. Bu medeniyet bizi misafirimizi evimize sokmaktan mahrum eden bir çelişki içinde bıraktı. Kur’an’daki ‘Lâ misâs’ vurgusunu unutmamak lazım. Kur’anî bir kelimedir. Şimdiki medeniyet ‘Bana dokunmayın’ diyen bir medeniyet. Batı dünyasında yaşayanlar bilir, hiç kimsenin şahsî halini soramazsınız. Hastalığını soramazsınız. Mali durumunu soramazsınız. Aile ilişkilerinde problem var mı soramazsın. Yani mutlaka eşiyle anlamında değil, çocuklarıyla, akrabalarıyla sorun var mı diye müzakere veya istişare edemezsiniz. Fakat parasını verip ancak bir psikolog veya aile danışmanı ile yani kendisiyle tanışmadığı, bir daha karşılaşmayacağı birisi ile istişare yapar. Evet, yeri gelince profesyonel danışmana müracaat etmek ayrıdır, ama bunu her zaman ve her tanıdık ile uygulayan bir medeniyeti dünyaya hakim kılmaya çalışmak ayrıdır. ‘Lâ misâs’ salgını vardır. Bir Nebinin bedduasını yaşayan bir medeniyetin içerisindeyiz. İçerisinde değiliz falan diye zannetmemek lazım, İslam ülkelerinin de neredeyse her tarafı Batı. Bunu hepimiz biliyoruz. Çok dikkat etmek gerekiyor.” Müzakereler diğer mektuplar üzerinden canlı, güncel mesajlarla yorumlanarak devam edip gidiyor. Allah razı olsun.

Yazar hakkında

İlyas Üzüm

Dünyalıyım. Güneş Sistemi sokağında oturuyorum. Yaşadığım Samanyolu galaksisi şehrini bile gezemedim. Yolda mıyım, emin değilim ama "yolda olmak, yolcu olmak" istiyorum; zaman ve varlığın sonsuz yolculuğunda.

Yorum yazın