Ders Notları

Kur’an ve Hadisleri Anlamada Temel Prensip: ÖNCE “DOĞRU” BİR KUR’AN VE PEYGAMBER TANIMIMIZ OLMALI

Kur’an ve Hadisleri Anlamada Temel Prensip: ÖNCE “DOĞRU” BİR KUR’AN VE PEYGAMBER TANIMIMIZ OLMALI | Ha-Mim

Ha-mim’de geçen hafta sonu yapılan (06. 02. 2022) “Nübüvvet” ile ilgili derste (https://www.youtube.com/watch?v=YHWZuuYw1eM), Yirmi Dördüncü Söz’de geçen aşağıdaki parça okunup müzakere edildi:

“On Birinci Asıl: Nasıl Kur’ân-ı Hakîmin müteşâbihâtı var; tevile muhtaçtır veyahut mutlak teslim istiyor; ehâdisin de Kur’ân’ın müteşâbihâtı gibi müşkülâtı vardır. Bâzan çok dikkatli tefsire ve tâbire muhtaçtır. Geçmiş misâllerle iktifâ edebilirsiniz. Evet, nasıl ki hüşyar olan adam, yatmış olan adamın rüyâsını tâbir eder; öyle de, bâzan uykuda olan bir adam, yanında uyanık olan konuşanların sözlerini işitiyor. Fakat, kendi âlem-i menâmına tatbik eder bir tarzda mânâ veriyor, tâbir ediyor. Öyle de, ey gaflet ve felsefe uykusu içinde tenvîm edilen insafsız adam! Sırr-ı “mâ zâğe’l besarü vemâ tağâ” ve “tenâmu aynî velâ yenâmu kalbî” hükmüne mazhar ve hakiki hüşyar ve yakzan olan Zâtın gördüğünü sen kendi rüyânda inkâr değil, tâbir et. Evet, uykuda bir adamı bir sinek ısırsa, müthiş bir harbde yaralar alır gibi bir hakikat-i nevmiye bâzan telâkkî eder. Ondan sorulsa, “Hakikaten ben yaralandım. Bana top, tüfek atıldı” diyecek. Yanında oturanlar onun uykusundaki ıztırâbına gülüyorlar. İşte bu nevmâlûd nazar-ı gaflet ve fikr-i felsefe elbette hakàik-ı nübüvvete mihenk olamazlar.”

Müellifin, hadislerin doğru anlaşılması için temel prensipler olarak sıraladığı “on iki asıl”dan birini teşkil eden bu “asıl”da, Kur’an’ın “müteşâbih” ayetleri olduğu gibi hadislerin de “müteşâbihât”ı olduğu ifade ediliyor. Kur’an’ın müteşâbihatının tevile muhtaç olduğu veyahut mutlak teslim istediği; hadislerin müteşâbihâtının da çok dikkatli bir tefsire veya tabire muhtaç olduğu dile getiriliyor. Derste, bu parça etrafında gerek ayetlerdeki gerekse hadislerdeki müteşâbihâtın anlaşılmasına yönelik değerli müzakereler paylaşıldı. Ben bunların tamamını ilgili kayıtlara havale edip bir kısmını aktarmak istiyorum.

Moderatör dersin başında müteşâbih teriminin anlamı üzerinde durdu. Sözlükte, benzeşme anlamındaki “teşabüh” mastarından gelen kelimenin “benzeşen, birbirine benzeyen” demek olduğunu, terim olarak da “mânâ bakımından birden fazla ihtimal taşıdığı için anlaşılması zor olan ifade” şeklinde tarif edildiğini belirtti. Bir müzakereci tanımı biraz daha açarak şunları söyledi: “Terimleri zıtları veya ilişkili olan diğer terimlerle kıyaslayarak anlamaya çalıştığımızda anlamlar zihinde daha berraklaşıyor. Malum, müteşâbih teriminin karşıtı “muhkem”. Muhkem “anlamı kolayca anlaşılan, başka bir ihtimal taşımayan ayet” demek. Müteşâbih ise belirtildiği gibi “anlamı kolayca anlaşılamayan, bünyesinde birden fazla mânâya ihtimal veren, dolayısıyla anlamak için özel çaba gerektiren ayet” demek oluyor. Mesela, “Yüzünü Mescid-i Harama doğru çevir. (Ey mü’minler!) Siz de nerede olursanız olun, namazda yüzlerinizi oraya çevirin” ayeti (Bakara 2/144) muhkemdir. Neden? Çünkü anlamı kolayca anlaşılıyor. Müminler namaza durduklarında yönlerini başka tarafa doğru değil, Mescid-i Haramın bulunduğu tarafa doğru çevireceklerdir. Ama mesela, “Rahman arşı istiva etti” (Tâha 20/5) ayeti hemen anlaşılmıyor. Arş kelimesi ‘taht’ demek olduğuna göre Rahman’ın arşı istivası birçok ihtimali akla getiriyor. Kralların tahta kurulması ile benzeşiyor, ‘istiva’ fiili de oturma, istila, hükmetme gibi mânâlara geliyor. Dolayısıyla bu ayet müteşâbih bir ayet oluyor.”

Bir kimsenin ‘râsihûne fi’l-ilm’ yani ilimde yetkin olması için elinden geldiği kadar Kur’an’ın, benim Yaratıcımın -ki O, aynı zamanda kainatın sanatkarıdır, var edicisidir-, bana yapmış olduğu; ‘seni şu dünyaya şu maksatla gönderdim, senin Beni tanımanı istiyorum, Beni tanımanın yollarını göstereceğim’ dediği kitaptır. Şimdi buna vakıf olan birisi, Kur’an’ın ayetlerini onun bu temel maksadına, hedefine uygun olarak anlar, anlamaya çalışır. Onun için her zaman, ‘önce bir Kur’an tarifimiz olacak’ diyoruz. ‘Kur’an nedir’ diye tarif edersek, Kur’an’ın içeriğini o tarife uygun olarak anlarız daha doğrusu anlamak zorunda olduğumuzu biliriz.

Bilindiği gibi Kur’an kendisi, bazı ayetlerinin muhkem bazı ayetlerinin müteşâbih olduğunu açıkça belirtiyor: “O Allah, sana kitabı indirendir. Kitabın bazı ayetleri muhkemdir, onlar kitabın anasıdır. Diğerleri de müteşâbihtir. Kalplerinde bir eğrilik olanlar fitne çıkarmak ve onun olmadık yorumlarını yapmak için müteşâbih ayetlerinin ardına düşerler. Oysa onun gerçek mânâsını ancak Allah bilir; ve ilimde derinlik kazananlar. Derler ki, “ona inandık, hepsi Rabbimizin katındandır”. Bunu ancak akıl sahipleri düşünüp anlar” (Âl-i İmran 3/7). Bir müzakereci tefekkürünü bu ayet üzerinden şöyle dile getirdi: “Müteşâbihatla ilgili ‘tevil’ konusu geçmişte çok tartışılmış. Fakat ayete baktığımız zaman şöyle bir unsur var. Ayet diyor ki, ‘kalbinde eğrilik olanlar kendi sapmalarına cevaz vermek için bunları tevil ederler, halbuki onların tevilini Allah bilir, bir de dinde gerçekten meselenin özünü vakıf olanlar bilir.’ Ama bazıları ‘meselenin özüne vakıf olanlar’ ifadesini yukarı ile bağlamaksızın ‘bunlar inandık derler’ ibaresiyle ilişkilendiriyor; müteşâbihâtın tevilini ancak Allah’ın bileceğini söylüyorlar. Ama dinde derinlik sahibi olanların ‘biz bunlara inandık’ demeleri taklidin gereği olarak değil de onun hakikatini anlayıp tasdik etmeleri suretiyle gerçekleşir. ‘Kalplerinde eğrilik olanlar’ onu fitneye alet etmek için kullanırlar. Diğer tarafta da ilimde yetkin olanlar, gerçekten bunun hakikatini anladıkları için ‘biz buna iman ederiz’ derler. Zira hakikatini anlamadan ‘biz buna iman ederiz’ demek taklit etmek anlamına gelmez mi? Daha açık ifade etmek gerekirse, ‘öyle ise öyledir kardeşim’ deyip geçip gitmek anlamına gelmez mi? Öyle olmasaydı ‘râsihûne fi’l-ilm’ yani ilimde derinlik sahibi olan kimseler ile ‘ben anlamıyorum’ deyip geçip gidenler arasında fark olmazdı.”

Müzakereci devam ediyor: “Ben şöyle anlıyorum: Bir kimsenin ‘râsihûne fi’l-ilm’ yani ilimde yetkin olması için elinden geldiği kadar Kur’an’ın, benim Yaratıcımın -ki O, aynı zamanda kainatın sanatkarıdır, var edicisidir-, bana yapmış olduğu; ‘seni şu dünyaya şu maksatla gönderdim, senin Beni tanımanı istiyorum, bunun yolları da şudur, Beni tanımanın yollarını göstereceğim’ dediği kitaptır. Şimdi buna vakıf olan birisi, Kur’an’ın ayetlerini onun bu temel maksadına, hedefine uygun olarak anlar, anlamaya çalışır. Onun için her zaman, ‘önce bir Kur’an tarifimiz olacak’ diyoruz. ‘Kur’an nedir, neyin nesidir’ diye tarif edersek, Kur’an’ın içeriğini o tarife uygun olarak anlarız daha doğrusu anlamak zorunda olduğumuzu biliriz. Ama Kur’an’ın ne olduğuna, nasıl bir kitap olduğuna dair doğru bir tanımı olmayan kimseler ayetleri sağlıklı şekilde anlama imkanına sahip olamaz. Evet, Kur’an; ‘kainatın ve benim duygularımın şahitliği altında Yaratıcımın benim anlayacağım düzeyde konuşarak bana bu dünya şartlarında benim bilemeyeceklerimi bildirerek yol göstermek üzere gönderdiği bir kitaptır’. Benim onaylayabileceğim şekilde mesaj verir. Onu onaylayamayacaksam yahut onun içeriği benim insanî olarak onaylayabileceğim mahiyette olmazsa, Yaratıcım beni tanımayan birisi demektir. Dolayısıyla bu, Kur’an tanımım ile çelişir.”

“Şimdi ben böyle bir Kur’an tarifine göre Kur’an’ı okuduğum zaman, müteşâbih olan ayetleri yani şuna veya buna benzeme ihtimali olan ayetleri Kur’an’ın maksadı, hedefi doğrultusunda anlamak zorunda olduğumu bilirim. Ama kalbinde ‘zeyğ’ olanlar, -buna ‘şartlanma’ diyebiliriz-, bu şartlanması sebebiyle müteşâbih ayetler karşısında bunları o peşin hükmüne göre yorumlama yönüne gider. Dolayısıyla ayetleri kendi şartlanmasına, kendi arzusuna, kendi hevesatına göre yorumlar. O halde Kur’an’ı kendi arzumuza göre değil, Kur’an’ın maksatlarına göre yorumlamalıyız. Mesela, az önce ‘Allah arşı istiva etti’ ayetine atıf yapıldı. Allah bununla ne kast ediyor? Bu ayete Kur’an’ın tarifi ve maksatları çerçevesinde bakınca, bu ayet ‘Kainat bütün zerratı ile beraber Onun emri altında var oluyor ve varlıklarını devam ettiriyor’ mesajını veriyor değil midir? Ben şahsen böyle anlıyorum. Kur’an burada bunu kast ediyor. Mesela benzer bir ayette, “vesia kürsiyyuhu’s-semâvâti ve’l-arz: Onun kürsüsü gökleri ve yeri kapladı’ (Bakara 2/256) buyuruluyor. Kur’an’ın tarifini ve maksadını göz önünde bulundurduğumuzda, bu ayetin anlamı gayet açık olarak ortaya çıkıyor. Yaratıcı diyor ki, Benim irade ve kudretimin dışında göklerde ve yerde yani kainatta hiçbir şey olamaz’. Sonuç olarak müteşâbih ayetleri anlamak için doğru bir Kur’an tarifine sahip olmak ve Kur’an’ın maksat ve hedeflerini göz önünde bulundurmak gerekiyor. Bir hukuk kitabının bir tıp kitabı gibi okunamayacağını herkes bilir. İnsanın bilemeyeceğini öğreten bir kitap da coğrafya veya tarih veyahut bir fizik kitabı gibi okunamaz.”

O halde Kur’an’ı kendi arzumuza göre değil, Kur’an’ın maksatlarına göre yorumlamalıyız. Mesela, az önce ‘Allah arşı istiva etti’ ayetine atıf yapıldı. Allah bununla ne kast ediyor? Bu ayete Kur’an’ın tarifi ve maksatları çerçevesinde bakınca, bu ayet ‘Kainat bütün zerratı ile beraber Onun emri altında var oluyor ve varlıklarını devam ettiriyor’ mesajını veriyor değil midir? Ben şahsen böyle anlıyorum. Kur’an burada bunu kast ediyor.

Bu kısmen uzun fakat gayet makul çerçeve çizen müzakereden sonra moderatör mealen şunları dile getirdi: “Önce, bir Kuran tarifimiz olması lazım’ yaklaşımı bana çok önemli geldi. Ayetleri bu tarife göre anlamaya çalışmamız gerekiyor. Aynı hususu, müzakerecinin bir cümlecik ifadesinde işaret ettiği üzere hadisler için de düşünmek şart. Doğru bir nübüvvet tanımı, peygamber tanımı olmayınca Peygamberin en azından kimi sözlerini sağlıklı şekilde anlamak mümkün olmuyor, diye anlaşılıyor.”

Daha önceki müzakereci devam etti: “Peygamber’in görevi insanları Yaratıcıları ile tanıştırmak ve Onun özelliklerini kendi pratik hayatında uygulayarak öğretmektir. Mesela hasta ziyaretine çok önem veren Resulullah, muhtaç olanların ihtiyaçlarını karşılamaya önem veren bir Yaratıcımızı tanıtır. Hasta olanlara o günün şartlarında bilinebilen vesilelerle değişik tedavi yöntemi sunan Resulullah, her hastalık için bir tedavi unsurunu bu dünyada yaratan bir Rabbimiz olduğunu bildirir. Amaç o tedavi aracını tavsiye etmekten çok Yaratıcının hem hastalığı yaratan ve hem de aynı zamanda tedavisini Yaratan bir Rab olduğunu öğretmektir. Resullerin görevi doğrultusunda bu gibi hadislerin değerlendirilmesi gerekir.”

Bir başka müzakereci moderatörün açtığı zeminden hareket ederek şunları ifade etti: “Görebildiğim kadarıyla müteşâbihât konusunda iki uç anlayış var. Birisi bu tür ayetleri zahirine göre anlamak, kabul etmek. Oysa bu Kur’an’ın genel mesajlarıyla örtüşmez. Mesela, -verilen örnek üzerinden gidersek-, ‘Allah’ı arş üzerinde oturan’ olarak tasavvur ederiz. Oysa bu anlayış, Allah’ın yaratılmışlara benzemekten münezzeh olduğunu belirten ayetlere aykırı olduğu gibi bizim, aklî temellendirmelerle ulaştığımız bir hakikat olarak, –tarif gereği-, Onun mahlukat cinsinden olmaması gerektiği sonucumuzla da çelişir. İkinci uç ise bu ayetleri kendi arzu ve hevamıza göre yorumlamamız. Bu da ayette ifade olunduğu üzere ‘kalplerinde eğrilik olan ve fitne çıkarmak isteyen kimselerin’ işi. Hak olan ise, -müzakerede gayet güzel biçimde dile getirildiği üzere-, Kur’an’ın tarif ve maksadına uygun şekilde anlamaya çalışmaktır. Aynı husus, müteşâbih hadisler için de söz konusu olduğuna göre bunları hem zahiri haline göre almaktan hem hevamıza göre yorumlamaktan kaçınmamız gerekiyor. Ne yapacağız peki? Cevap çok açık: Hadisleri de risaleti, risaletin maksat ve hedefini göz önünde bulundurarak anlamaya çalışacağız.”

Allah razı olsun.

Yazar hakkında

İlyas Üzüm

Dünyalıyım. Güneş Sistemi sokağında oturuyorum. Yaşadığım Samanyolu galaksisi şehrini bile gezemedim. Yolda mıyım, emin değilim ama "yolda olmak, yolcu olmak" istiyorum; zaman ve varlığın sonsuz yolculuğunda.

Yorum yazın