Yaratan Yarattığının Mahkumu Olabilir mi?
Gören, duyan, düşünen bir varlık olarak kendi var oluşuma, etrafıma, evrendeki varlık ve var oluşlara baktığımda, zaman ve mekan boyutunda inkarı mümkün olmayan bir düzen ve düzenlilik gördüğümü, bunun evrenin kesinlikle bir Var Edicisinin bulunduğuna, O Var Edicinin de “mutlak” yani sınırsız, varlığı kendinden, zorunlu, kendisi kainat cinsinden olmayan bir Yaratıcı olduğuna ulaştığımıza değinmiştik, bir önceki yazımızda.
Burada, evrenin iki boyutlu, birbiri ile hiç çelişmeyen bir düzen içinde varlığını devam ettirdiğine dair gözlemimize yeniden işaret etmek gerekiyor. Çünkü çoğu defa düzeni tek boyutlu olarak değerlendiriyor, alışkanlıklarımıza bağlı olarak da bunu sıradan görme eğilimi ya da tutumu içinde olabiliyoruz. Oysa, mesela, kendi bedenime baktığımda bütün azalarımın çok düzenli olduğunu, görevlerini en iyi şekilde yapacak biçimde dizayn edildiğini anlıyorum. Aynı şekilde güneşe baktığımda dünyamız ile mesafesinin çok iyi ayarlanmış olduğunu, hem aşırı ısı ve ışığıyla yakmaktan hem ısısız ve ışıksız bırakmaktan uzak olduğunu teslim ediyorum. Ancak bedenimdeki ve güneşteki bu düzen mekan boyutunda olduğu kadar zaman boyutunda çok “bariz” olarak devam ediyor. Yani en küçük varlıktan en büyük varlığa kadar her şey zaman şeridinde aynı düzen ve intizamını koruyor, diye gözlemliyorum. Bir çocuğun çok düzenli olan vücut organları o çocuk büyüdüğü zaman kaybolmuyor. Güneş kendi içinde yine belli esnekliklerle fonksiyonunu yerine getirirken günler veya aylar ya da yıllar içinde intizamını bozmuyor. Yine mesela, dünyamız uzayda hem kendi ekseni hem güneş etrafında dönerek belli bir hızla hareket ederken dün ya da geçmiş yıl ve asırlarda bu düzenini yitirmediği gibi bugün de aynı intizam ve düzenini sürdürüyor…
Mekan boyutunda gözlediğim düzenin zaman boyutunda devre dışı kalmasını hayal bile edemem. Dün on iki saat olarak yaşadığım gündüzün bugün, söz gelimi yarım saate inmesi hayatımı alt üst eder. Geçen sene mayıs ayındaki sıcaklığın bu sene diyelim eksi 5 derece azalması büyük bir coşkuyla hayat bulmaya çalışan ağaçların bütün tomurcuklarını yere döker. Şu anda havada soluduğum oksijen miktarı yarın azalacaksa yaşamam mümkün olmaz…
Çok basit örneklerle düşündüğümde bile anlıyorum ki bedenimdeki alyuvar-akyuvar sayısından, gece ve gündüze, mevsimlerin değişmesinden galaksilerin hareketlerine kadar evrende gördüğüm düzen, belli ki zaman boyutunda da “göz kamaştırıcı” biçimde varlığını devam ettiriyor.
Uzmanların açıkladığı üzere hücrede veya atomda veya atom altı parçacıklarda, yahut apaçık biçimde gözlerimizle gördüğümüz tüm varlıklarda müşahede edilen bu “düzen”, Yaratıcıyla bağlantılı olarak düşündüğümüzde aklımıza şu soruyu getiriyor: “Yaratan yarattığının mahkumu olur mu?” Diğer bir ifadeyle evrenin iki boyutlu bir düzen içinde “yoku var eden” ve “mutlak” vasfı taşıyan bir Yaratıcı tarafından yaratılmakta olduğuna, diğer taraftan evrenin varlığa geliş düzeninde hiç değişme olmadığına göre acaba, “Peki, madem düzen değişmiyor, o halde düzenin Yaratıcısı bu düzene uymak zorunda mıdır da onun için düzeni değiştirmiyor?” diye bir soru sorabiliyoruz.
Bu sorunun nispeten uzun cevabına sonraki yazılarda işaret edilecek olmakla birlikte, burada kısa fakat mantıkî bakımdan doğru ve zorunlu cevabını vermek hiç de zor değil. Zira Yaratıcıyı koyduğu düzenin “mahkumu” olarak düşünmek Onun “mutlak”, “sınırsız” özellikleriyle çelişir. O halde yaratmayı bir düzen içinde gerçekleştirmesi, Onun tercihi olmalıdır. Düzen yaratılmaya muhtaç ise, bu, Yaratıcısının tercihi gereği değişmiyor olmalıdır. Demek ki Yaratıcının tercih etme özelliğini anlamak ve gündeme getirmek gerekiyor.
Sonuç olarak, evreni ve evrendeki her şeyi mekan ve zaman koordinatlarında eksiksiz bir düzen içinde var eden “Mutlak Yaratıcı”, sahip olduğu “mutlakiyet” vasfı gereği “yarattığının mahkumu” olamaz.
Düşünce yolculuğuna devam ediyoruz…