Ders Notları

“Af Yolunu Tut, İyiliği Emret, Cahillerden Yüz Çevir!”

“Af Yolunu Tut, İyiliği Emret, Cahillerden Yüz Çevir!” | Ha-Mim

Ha-mim’de, hafta içi gerçekleşen “Kur’an Çalışmaları” dersinde A’râf suresinin 199. ayeti tefekkür konusu yapıldı. Katılımcılar dinlemeyi tercih ettiği için temelde takdimcinin paylaşımı doğrultusunda icra edilen derste söz konusu ayet etrafında kısa fakat pratik hayatımız açısından önemli yorumlar gündeme getirildi. Ayet şöyle:

خُذِ الْعَفْوَ وَاْمُرْ بِالْعُرْفِ وَاَعْرِضْ عَنِ الْجَاهِل۪ينَ

“Sen af yolunu tut, iyiliği emret, cahillerden yüz çevir.” (7: 199)

Görüldüğü üzere gayet kısa olan ayette üç hususu dile getiriliyor: a) Af yolunu tutmak, b) iyiliği emretmek, c) cahillerden yüz çevirmek. Ayetin emir kipiyle gelmesi bu üç hususu dikkate almak noktasında özel bir vurguya işaret ediyor. Diğer taraftan emir kipi her ne kadar ilk muhatap olan Peygamber’e (asm) yönelik gibi görünse de “Kur’an mesajının umumi olması” dolayısıyla bütün insanlara yönelik bir mahiyet taşıyor. Böyle bir mesajı sunan bu Kur’an’ın insanın Yaratıcısının konuşması olarak tasdik etmeleri için bir davette bulunuyor. Bu davete olumlu cevap verenleri de davetin içeriğini uygulamalarını öneriyor.

Takdimci önce, bazı çevirilerde “Affetmeyi esas al” şeklinde de tercüme edilen ilk hususla ilgili olarak bunun nasıl anlaşılması gerektiğine dair -sonradan yapılan bazı küçük tasarruflarla- şu paylaşımda bulundu: “Düşünmek lazım. Burada ayet ‘af yolunu tut’ derken ‘müşrikleri affet’ mi diyor yoksa başka anlamlar mı söz konusu? Ayet ‘müşrikleri affet’ anlamına geliyor olmamalıdır; zira Kur’an başka bir ayette ‘şirkin af dışı’ olduğunu (Nisa 4/48) açıkça belirtiyor. Zaten Peygamber’in getirdiği mesaj tevhidi delilleriyle ortaya koyan, dolayısıyla şirki de devre dışı bırakan bir mesajdır. Tevhid zihinlere ve kalplere ne kadar yerleşirse kişi o oranda şirkten uzak olur. Öte yandan şirke karşı olmak ile müşrike yani şirk sahibine karşı olmak ayrı şeylerdir. Bir mümin, tanım gereği, elbette -en büyük yalan ve en büyük zulüm olan- küfre ve şirke karşı çıkan, reddeden kişidir. Fakat bir şekilde tevhid kendisine ulaşmamış yahut ulaştırılmamış olan kimselere karşı ölçülü bir yol takip eder. Onları insan fıtratının gerçeği ve kainatın anlamının özü olan tevhide çağırır, tevhidi tebliğ eder. Kabul eden kendi hür iradesiyle kabul etmiş olur; kabul etmeyen de yine kendi hür iradesiyle kabul etmemiş olur. Kabul etmeyenlere karşı fiili bir mücadele daha doğrusu silaha başvurma söz konusu olamaz. Peygamberin (asm) müşriklerle savaşı onları zorla da olsa imanı kabul etmeleri için değil, kendisine ve müminlere hayat hakkı tanımak istemeyen müşriklerin fiili saldırılarına karşı yapmak zorunda kaldığı savunma savaşından ibarettir.”

Tekrar ayetin mesajına gelirsek, ayet ‘affı esas al’ yahut ‘af yolunu tut’ derken ‘insanlara baskı uygulama, iman etmeleri için şiddete başvurma’ anlamına da işaret ediyor.

“Tekrar ayetin mesajına gelirsek, ayet ‘affı esas al’ yahut ‘af yolunu tut’ derken ‘insanlara baskı uygulama, iman etmeleri için şiddete başvurma’ anlamına da işaret ediyor. Çünkü küfürden yahut şirkten uzak olmak tamamıyla kişilerin kendi tercihi ile gerçekleşmelidir, Peygamber’in de bu konuda her hangi bir zorlamaya girmesi söz konusu olmamalıdır. Nitekim bu husus ‘Ey Peygamber, sen onlar üzerinde bir zorlayıcı (musaytır) değilsin’ (88: 22) ayetinde de açıkça ifade olunuyor. Baktığımızda Resulullah’ın (asm) hayatının da böyle yürümüş olduğunu görüyoruz. O halde ayet ‘Sen vazifeni yap, her hangi bir dayatma içinde olma, insanların kendilerine gerçek ulaşmadığı veya gerçekleri içeren mesaj aslına uygun bir şekilde ulaştığı halde kabul etmemeyi tercih ettikleri için farklı tutum ve davranışlarını -fiili olarak bir saldırıya girişmedikleri müddetçe- müsamaha ile karşıla’ gibi mesajlar veriyor diye anlaşılıyor.”

Ayet bağlamı itibariyle, ‘İnsanlara tanıdık geldiği şekilde, kapasitelerine göre, içinden geldikleri göreneklerine göre muhatap ol’ mesajı veriyor.

Daha sonra takdimci ayetin ‘iyiliği emret’ şeklindeki ikinci kısmına geçerek -sonradan bazı küçük tasarruflarla- şunları dile getirdi: “Ayette ‘iyilik’ diye çevrilen kelimenin aslı ‘örf’tür. Bu kelime Türkçede de kullanılır. Kelimenin kökü ‘tanımak’ anlamındaki ‘A-R-F’dir. Mesela marifet kelimesi bu kökten türemiştir. Ayet bağlamı itibariyle, ‘İnsanlara tanıdık geldiği şekilde, kapasitelerine göre, içinden geldikleri göreneklerine göre muhatap ol’ mesajı veriyor. Esasen imanın özü de insanın insanî gerçekliğine uygun olanı onaylaması demek değil midir? Kur’an ilk muhatapları olmak bakımında o toplumu dikkate almış, onların fıtratlarına, örflerine, gözlemlerine uygun delillendirmeler yapmış, Peygamber (asm) de tebliğini bu çerçevede gerçekleştirmiştir. Söz gelimi güneşin doğup batışına işaret ederek onun ‘aktığını’ dile getirmiş (36: 38), halbuki dünya döner, diğer meyvelerle beraber o bölgenin en temel meyvesi olan hurmalardan bahsetmiş (6: 141), yine hayvanlardan onların en çok gördüğü ve iç içe olduğu develerin yaratılışına bakmalarına (88: 17) değinmiştir. Elbette bu ayetler bizim de dini anlarken ve anlatırken bu tür prensiplere dikkat etmemiz gerektiğine dair önemli mesajlar veriyor. Çağımızda globalleşmiş dünyada yeni neslin artık ‘yerel kültür’ diye bir kavramın içeriği ile neredeyse hiçbir ilişiği kalmamıştır. Bizim de Kur’an’ın usulüne uyarak, bugünün insanlarına dünyada hakim olan ‘örf’ (töre)ye göre örnekler vermemiz, onların alışkanlıklarını dikkate almamız gerektiğini öğreniyoruz.”

“Bu vesile ile şuna da değinmek gerekir ki tebliğde en önemli prensiplerden birisi insanları ‘hak’ka davet etmektir. Kendi öznel anlayışımıza, kendi grubumuza, kendi mezhebimize, kendi alışkanlıklarımıza, kendi kültürümüze… değil. Özellikle, çok hızlı bir şekilde nesiller arası değişim büyük kardeş ile küçük kardeşin birbirinden farklı kültürlerin çocukları olarak yetiştiğini gördüğümüz çağımızda Kur’an’ın bu tebliğ prensibine çok dikkat etmemiz gerekiyor. İki nesil birbirlerini anlamakta güçlük çekiyor. Kur’an’ın evrensel mesajını tebliğ ederken bu hızlı değişime ayak uyduramayanlar, Kur’an’ın bu evrensel mesajını kendi çağdaşlarıyla ile sınırlamış oluyorlar. Böylesi bir davranışın Kur’an’ın evrensel mesajına karşı haksızlık yapmak olduğunu bilmek gerekiyor”.

“Hatta bu açıdan bakılarak denebilir ki, Muhatap olduğumuz kişilerin marufu, yani onların alışık, tanışık olduğu örnekler verilerek, onların ilgi alanları içerisinde Kur’an’ın mesajı ulaştırılmaya çalışılırken İslam’ın prensibi olan ‘tebliğ’ yapılmalıdır. Yani tebliğin ötesinde bir ‘misyonerlik’ tavrı takınılmamalıdır. İslamiyet’te misyonerlik yoktur. Çünkü tebliğ, insanlara -ayetin işaret ettiği üzere- ‘örf’ istikamette hakkı ulaştırma çabasından ibarettir. Oysa misyonerlikte misyonerler insanları kendi kiliselerine üye olmaya çağırır. ‘İfrat’ bir anlayıştır. Yahudilikte de ‘tefrit’ bir anlayış söz konudur. Onlar da hakkı, -Hz. Musa’nın tebliğinin aksine- ırk üzerine kurdukları için aynı ırktan yani İsrailoğulları soyundan gelemeyenleri tebliğin dışında tutarlar. İslam her konuda olduğu gibi bu konuda da ‘vasat’ı, dengeli olanı takip etmiştir. Sonuç olarak ayet, insanlara bilmedikleri, garipseyecekleri hususları değil gözlemlerine uygun, alışkanlıklarıyla bağdaşan, sosyolojik şartlarıyla ahenkli bir tebliğde bulunmaktan söz ediyor.”

Ayet hakikatin cahili olan, hakikate karşı duyarsız olan, hakikat kendisine iletildiğinde inat gösteren kimselere işaret ediyor ve ‘onlardan yüz çevir’ mesajı veriyor.

Takdimci ayetin son fıkrası olan ‘Cahillerden yüz çevir’ cümleciğiyle ilgili olarak da şunları söyledi: “Buradaki cahillik bilgisizlik değildir. İnsan herhangi bir konu hakkında bilgisiz olabilir. Bu başka bir şeydir, cahilce davranmak başka bir şeydir. Cahilce davranmak, ‘kendini bilmezlik, gerçeğe karşı umursamazlık, yanlışta ısrar etmek, fevri davranmak’ gibi anlamlara gelir. Nitekim Türkçede bir kimse anlık, duygusal tepkilerle yapılmaması gereken bir davranışta bulunduğunda, sonradan ‘bir cahillik yaptım’ der. Ayet hakikatin cahili olan, hakikate karşı duyarsız olan, hakikat kendisine iletildiğinde inat gösteren kimselere işaret ediyor ve ‘onlardan yüz çevir’ mesajı veriyor.”

Ders bir saatlik bir zaman diliminde, takdimcinin kendine has güzel anlatımı, tevhid eksenli bazı yan bilgilere dikkat çekme ve herkesin ‘amin’ dediği dualarla bitti. Allah razı olsun. 

Yazar hakkında

İlyas Üzüm

Dünyalıyım. Güneş Sistemi sokağında oturuyorum. Yaşadığım Samanyolu galaksisi şehrini bile gezemedim. Yolda mıyım, emin değilim ama "yolda olmak, yolcu olmak" istiyorum; zaman ve varlığın sonsuz yolculuğunda.

Yorum yazın