Ha-mim’in geçtiğimiz hafta sonu (08. 10. 2023) yapılan Lahikalar dersinde, Kastamonu Lahikası’ndan Dördüncü Mektup’un önceki haftadan kalan kısmı okunup müzakere edildi. Özellikle Risale-i Nur’un evliya divanları ile ulemanın eserlerinden farklı ve kuvvetli olmasının sebeplerinin ifade edildiği paragraflarla ilgili olarak çok faydalı tefekkürler ortaya konuldu. Ben bunları ilgili video kaydına havale edip (https://www.youtube.com/watch?v=5Y13nrr1_RY) bir üst paragrafta yer alan ve aşağıya alıntıladığım kısımla ilgili bir tefekküre işaret etmek istiyorum:
“Sizlere evvelce Âyetü’l-Kübrânın Birinci Makamının hülâsası namıyla gönderdiğim parça, o Hizbin esasıdır. İhtiyarsız, o esasa küçük fıkralar ve bazı kayıtlar ilâve edildiği vakit, birden başka bir şekil aldı; inkişaf ve inbisat ederek Âyetü’l-Kübrânın misal-i müsağğarı gibi şehadet-i tevhidiyesi parladı; manaları ziyalandı, ruhuma, kalbime, fikrime büyük bir inşirah vermeye başladı. Ben de en yorgunluk ve usanç zamanımda onu mütefekkirâne okudum, büyük zevk ve şevk hissettim.” (Kastamonu Lahikası, İstanbul 2023, s. 14)
Görüldüğü gibi müellif burada Ayetü’Kübra’nın özeti niteliğinde gönderdiği parçanın -yukarıdaki paragrafta işaret olunan- Hizb-i Ekber’in esası olduğunu, buna bazı küçük ilaveler yaptığında farklı bir şekil aldığını, bu suretle tevhide şehadetin daha çok parladığını, okuduğunda kalbine ve ruhuna büyük bir “inşirah” verdiğini ifade ediyor. Ardından söz konusu parçayı yorgunluk ve usanç zamanında “mütefekkirane” okuduğunda büyük bir zevk ve şevk hissettiğini kaydediyor.
Bu paragrafla, daha doğrusu bu paragraftaki “mütefekkirane okumak” tabiri ile ilgili olarak bir müzakereci söz alarak şunları söyledi: “Metinde geçen ‘mütefekkirane okuma’nın nasıl olması gerektiği konusunda müzakereye ihtiyaç var diye hissettim. Şimdi, ‘mütefekkirane okumak’ ne demektir, Risale-i Nur’u mütefekkirane nasıl okumalıyız? Kanaatimce önce metinde yer alan konuyu insan duygularını göz önüne alarak çok iyi anlamak lazım. Bu, birinci basamak olarak görünüyor. Bilindiği gibi Risale-i Nur’un mesajı, Kur’an’ın ana mesajları olan itikadî konuların anlaşılması, açıklanması üzerine kuruludur. İbadetlere dair konulardan bahsettiğinde de bunların fıkhî hükümlerine değil anlamlarına, hakikatlerine, itikadî esaslarla köklerine yönelik temellendirmeler yapar. Söz gelimi namazdan bahsederken hangi namaz kaç rekattır, nasıl kılınır gibi bilgi gerektiren yönlerini değil de namazın hakikatini açıklar, mesela namazın her rüknünde bulunan tesbih, tahmid, tekbir gibi hakikatleri izah eder. Moderatörün işaret ettiği üzere, mesela Dokuzuncu Söz namazı bu boyutlarıyla açıklar. Fıkhî hükümlere gelince, bunları anlatan çok kitap vardır; bunları bir kere okuyunca mesele öğrenilir ve tekrar tekrar onları okumak gerekmez. Yahut camiye birkaç gün devam eden bir kimse bunları bir şekilde beller. Ama esas mesele namazın anlamını, ruhunu, özünü anlamak, namazın müminin Rabbiyle olan kurduğu ilişkisini görmek, namaza olan ihtiyacımızı fark etmektir. Risale-i Nur bunu kazandırır, her ne ise… Okumanın ilk aşaması metni anlamaktır. Bunun için anlamı bilinmeyen kelimeler yahut terimler varsa bunlara bakılır, gerekirse birkaç kez okunur ve metnin anlamı ile sağlıklı bir ilişki kurulur. İşte bu aklın işlemi olup okumanın birinci basamağını teşkil eder.”
“İkinci aşama metindeki anlamın duygularımıza mal edilmesi aşamasıdır. Yani okunan hakikatler benim duygularıma nasıl yansıyor? Bu hakikatlerden haberdar olunca duygularım bunu nasıl karşılıyor? Bunlar duygularımın ihtiyaçlarına cevap veriyor mu? Bunlar birer ihtiyaçsa, bu ihtiyaç karşılandığında duygularım neler hissediyor? Güçlü bir tatmin yaşıyor mu? Memnuniyet duyuyor mu? Bu sorulara cevap verme istikametinde ortaya çıkan sonuca ‘hakikatlerin duygulara içirilmesi’ aşaması diyebiliriz. Burada şunun da altını çizelim ki birinci aşamadan geçilmeden yani okunan hakikatler aklî bakımdan anlaşılmadan ikinci aşamaya geçilemez.”
“Çok kaba hatlarıyla ifade etmek gerekirse, üçüncü aşama ise akıl ve duygulara yansıyan hakikatlerin bütün halinde pratik hayatta tatbik edilmesidir. Mesela ‘ölümden sonra bir hayatın olduğu, insanın yeni bir yaratılışla var edileceği, ebedi saadetin olacağı’ yolunda bir yer okundu. Önce birinci aşamada aklî olarak konunun iyice anlaşılması, ardından ikinci aşamada böyle bir haber ile duygularımız arasındaki bağın fark edilerek bunların duygularımıza içirilmesi, sonra da üçüncü aşamada bu inanç ve kabulün ferdi hayatımızda, aile hayatımızda, toplum hayatımızda ete kemiğe bürünmesi lazım yani pratik hayatımızın her alanında uygulamaya konulması gerekir. Söz gelimi yaşlanıyorsam, ‘madem böyle bir hayat var, oraya doğru gidiyorum’ diye teselli içinde olmam lazım. Mesela sevdiğim bir insan ölürse, ‘yok olup gitmiyor’ diye düşünerek, beni sonsuz mutluluğu özleyecek duygularla yaratanın nihayetsiz kudretine tevekkülle hareket etmem lazım, mesela ticari hayatta ‘hesap var, yaptıklarımdan hesaba çekileceğim’ diyerek müşteriyi aldatıcı bir tutumdan uzak olmam lazım…”
“Nihayet son bir aşama da aklen kavradığımız, duygularımız itibariyle ihtiyacımızı fark edip içselleştirdiğimiz, son olarak pratik hayatımıza yansıttığımız hakikatleri topluma nasıl aktarabileceğimiz, yaşadığımız devirde insanlara nasıl sunabileceğimiz meselesidir. Buna ‘hizmet aşaması’ diyebiliriz. Yani kendimizde deneyimlediğimiz, aklımızın ve duygularımızın tatmin olduğunu gördüğümüz, pratik hayata yansıttığımızda bizi güven ve huzura ulaştırdığından emin olduğumuz hakikatleri, bundan yoksun olan insanlara iletmek, duyurmak, paylaşmak. Bu aşamaya kadar sağlıklı bir süreç takip etmiş, bu hakikatleri aklımız ikna olmuş, kalbimiz tatmin olmuş biçimde hayatımıza uygulamış ve bunun kendi üzerimizde olumlu sonuçlarını görmüş isek, artık bunun hadimi olmak yani muhtaç insanlara bunları aktarmak insanî bakımdan adeta zorunluluktur.”
“Bu aşamalar, -ferdi planda- Risale-i Nur’da geçen ‘iman-hayat-şeriat’ diye özetlenen üç aşamalı bir yolculuğu hatırlatıyor. Birinci aşama ‘iman’ aşamasına denk geliyor. Çünkü imanın kalben onaylaması aklen ikna olmaya bağlıdır. İnsan aklen ikna olunca, eğer araştırma ve sorgulamalarına devam ederse kalben de onaylar, tasdik eder. ‘Hayat’ aşaması bir bakıma bütün hayatî kuvve ve duygulara bunları mal etme aşaması gibi görünüyor. Bu aşamada imanî hakikatler insanın insanî dünyasında hayat bulur, gerçekleşme imkanı elde eder. Şeriat aşaması ise -yine ferdi hayat planında- akıl ve duygulara yerleşen hakikatlerden kural çıkartılarak, hayatın bu kurallar dahilinde yaşanmasına denk geliyor. Toplumsal planda ise bu hakikatleri paylaşmak yani bu hakikatlere ‘hizmet etmek’ fertlerin gerçekçi, gerekçeli, kademeli olarak bu üç aşamadan geçip sağlıklı bir toplum oluşturmasına zemin hazırlamak, katkı yapmak anlamına geliyor. Sonuç olarak, tekrarlamak icap ederse, gerek iman eğitimi veren Risale-i Nur’u gerekse Kur’an-ı Hakîm’i işaret edilen dört aşamalı anlamaya ve yaşayıp hizmet etme niyetine dayalı olarak okumaya çalıştığımızda hayat, tadına doyum olmayan bir mahiyete dönüşüyor.”
Moderatörün de işaret ettiği gibi Risale-i Nur’u “mütefekkirane okuma” üzerinden yapılan bu tefekkür, bir bakıma “iman eğitimi modeli” niteliği taşıyan ve üzerinde daha çok düşünmeyi gerektiren çok faydalı bir paylaşım oldu. Allah razı olsun.