Hepinizin malumu olduğundan emin olduğum bir konu: Said Nursi’nin Medreset’uz-Zehra planı.
Bu medresenin birkaç özelliğinden birisi de, Mektep, Medrese ve Tekke eğitimini birlikte yürütmekti.
Ben “Mektep” ten kısaca kainatı, yani mahlukatı okumayı öğrenmek diye anlıyorum.
“Medrese” ise “alet ilimlerinin” öğrenildiği yer. Gelenekte, “dinî/şer’î bilgilerin” elde edildiği yer, diye anlaşılagelmiş.
Tarihte dinî ilimlerin öğrenilmesi alanında iki ilim tarzından bahsedilir: Alet ilimleri, ki Arapça, gramer, belagat, mantık öğrenmek gibi. Bir de Âli ilimler ki, fıkıh, tefsir, hadis ve bunların usulleri, yani, usul-u fıkıh vs. eğitimin yapıldığı yer.
Medreseler, alet ilimlerinin yanısıra “Âlî ilimlerin” öğrenildiği yer olarak da tarif edilmesine rağmen tarihte bu ilimlerin tahsilinde yine, benim anlayışıma göre, “alet ilimleri” mesabesinde kalmış diye algılıyorum. Yani, fıkıh usul ve kurallarını öğrenmek bir “alet” olsa gerek diye görüyorum. Tefsir Usulü, Hadis Usulü de birer alettirler. İtikadın tesisine ve hayata geçirilmesine araç olmaları gerekir. Yani, Kur’an ve Hadislerden faydalanmak, insanın kendisi ile Rabbi arasındaki ilişkiyi tanzim etmesi içindir. Değilse, Nursi’nin aşağıda ifade etmeye çalıştığı gibi imanın tahsiline alet olarak kullanılması gerekir, bilgi birikimi sağlamak için değil.
“Ülûm-ü medarisin tedennîsine ve mecrâ-yi tabiîden çevrilmesine bir sebeb-i mühim budur: Ülûm-ü âliye (اٰلِيَه) maksud-u bizzat sırasına geçtiğinden, ülûm-ü âliye (عَالِيَه) muhmel kaldığı gibi, libas-ı mânâ hükmünde olan ibare-i Arabiyenin halli, ezhanı zaptederek, asıl maksut olan ilim ise tebeî kalmakla beraber ibareleri bir derece mebzul olan ve silsile-i tahsile resmen geçen kitaplar; evkât, efkârı kendine hasredip harice çıkmasına meydan vermemeleridir.” Muhakemat, 12. Mukaddeme.
Bu âli ilimlerin tahsilinin amacına ulaşması için Nursi, Mektep, Medrese ve Tekkenin birleştirildiği ve birlikte eğitiminin yapıldığı bir müessese tahayyül etmiş ve gerçekleştirmek için de bayağı çaba sarfetmiş ve fakat muvaffak olamamış.
Müessenin kurulmasına muvaffak olamayışında da bir hikmet-i İlahi var diye anladım. Çalışıp çabalamak insanın görevi ama, Kader-i İlahi sanki, Ma’bed’e vakfetmek üzere bir oğlan çocuk isteyip de onun yerine kader-i İlahinin Meryem’i vermesi gibi (dua kabul olmuş,) Risale-i Nurlar bu vazifeyi yapmak üzere ikram edilmiş.
Tekke’yi de bir tür “enfusi eğitim yeri” olarak, yani, öğrenilen bilgilerin içselleştirilmesi, öze indirilmesi için gösterilen gayret olarak anlarsak, bu durum bize Risale-i Nurların hem maksadını ve hem de bizim Risale-i Nurları nasıl okumamız gerektiğini öğretir.
Sonuç: Risale-i Nurları okurken sanki hem bir mektepteyim, hem bir medresedeyim ve hem de bir tekkede eğitim görüyorum şuuruyla okumak gerekir. Böylesi bir niyet, inşaAllah, Risalelerden faydalanmanın alanını genişletecektir.
Rabbimizden muvaffakiyetler temenni ederim.