Risale-i Nur Okumaları

Lemaat, 140. Ders Notları

Ha-Mim Defaulted Featured Image

Ha-mim’in, 17. 01. 2021 tarihli, online, 140. Lemaat dersinde “Îcaz ile Beyan İ’câz-ı Kur’an” başlıklı nispeten uzun bahsin “Altıncı Unsur” yan başlıklı parçası okunup müzakere edildi:

“Altıncı unsur ise, mutazammın ve müessis olmuş din-i İslâma. İslâmiyet misline ne mâzı muktedirdir, ne müstakbel muktedir; araştırsan zaman ile mekâni.

Arzımızı senevî, yevmî dairesinde şu hayt-i semâvîdir, tutmuş da donduruyor. Küreye ağır basmış, hem dahi ona binmiş; bırakmıyor isyanı.”

Her zaman olduğu gibi kıymetli müzakereler ortaya konuldu. Metin, özellikle ikinci kısmı itibariyle başlangıçta bana biraz “çatık kaşlı” gibi görünmüşken, dersin sonlarına doğru hayli mütebessim bir çehreye büründü. Müzakereleri ilgili video kayıtlarına havale edip burada bazı şahsî çağrışımları da ilave ederek bir kısmını özetlemek istiyorum (Her paragraf ayrı bir müzakereciye değil, ayrı bir müzakere notuna işaret eder):

*Metin, bakıldığında, birbiriyle bağlantılı iki husustan oluşuyor. İlki Kur’an’ın İslam dinini tesis eden bir kitap olması ve bunun onun i’cazını yani mucizeliğini göstermesi. Diğeri “hayt-i semavî”nin yer kürenin yıllık ve günlük deveranını temini ve bir bakıma ona binmiş olup isyan yollarını kapatması hususu. Bunlardan ilki bana daha kolay anlaşılıyor görünüyor. Şöyle ki İslam tamamıyla Kur’an’a ve -ayetin ifadesiyle- “onu insanlara teybin etme/açıklama görevi verilmiş olan (Nahl 16/44) Resul-i Ekrem’in (asm) hadislerine dayanıyor. Metindeki cümleyi iktibas edersek, Kur’an İslam dinini “tazammun eden” ve “tesis eden” bir kitaptır. İslam ise varlık yorumu ve mesajları ile öyle bir “din”dir ki ne geçmiş zamana gidildiğinde, ne gelecek zaman hayal edildiğinde onun misli, benzeri yoktur.

*Biraz daha açmak gerekirse, metin diyor ki Kur’an içeriği itibariyle İslam’ı “içine alıyor” (mutazammın) ve onu tesis ediyor yani kuruyor (müessis). İslam’ın da zaman ve mekan boyutunda, -araştırıldığında- misli, benzeri yok; hem mazi hem müstakbel canibinden. Ne demek bu? Bu, bence İslam üzerinden Kur’an’ı değerlendirme yaklaşımı. İslam ortada olan bir din. Varlık yorumu, mesajları, insan ve hayata ilişkin açıklamaları, getirdiği hükümleri belli. İslam’a göre bütün varlık alemi, kendisinde görünen özellikleri ile Yapıcısını tanıtan bir kitap. İnsan, O Yapıcının uygun donanım vererek Kendisini tanımak üzere görevlendirdiği varlık. Yaratıcısını tanıyıp bunun gerektirdiği şekilde yaşayan kimse (ubudiyet eden) ölümle yok olmayacak, “halk-ı cedid” ile sonsuz bir saadete kavuşacaktır… Peki geçmişi yani maziyi incelediğimizde, varlığı böyle yorumlayan, insanı böyle konumlandıran, geleceğe dönük böyle bir projeksiyon ortaya koyan bir anlayış var mıdır, diye baktığımız vakit, bunun olmadığını görüyoruz (elbette Kur’an’a göre İslam diye anılan önceki peygamberlerle gönderilen ilahi dinler hariç). Bu yorum ve yaklaşım ancak tüm varlığı ve insanı yaratanın mesajı olabilir. Maziye giderek beşer mahsulü olan fikrî-felsefî ekollere baktığımızda böyle bir tablo müşahede edemiyoruz. Geleceğe yönelik hayali bir yolculuk yapsak da beşerin böyle bir sonuç ortaya koyamayacağını tahmin etmekte zorlanmayız, zorlanmıyoruz. Öyleyse İslam’ın “misli, benzeri” yoktur ve olamaz. Yani İslam her yönü ile “mucize”dir; beşeri, benzerini ortaya koymaktan aciz bırakıyor. İslam mucize ise İslam’a kaynaklık eden Kur’an da mucizedir, misilsizdir; beşeri, benzerini ortaya koymaktan aciz bırakıyor.

Diğer bir ifadeyle, “ibadetler” diye bize Yaratıcının sunduğu tekliflerin amacı bizzat kendileri değil, sonsuz özellikleriyle Kendini tanıtan Yaratıcıya yönelme, varlığımızın Ona ait olduğunu itiraf etme, bu mükellefiyetler aracılığıyla Ona teşekkür borcunu sunup, Ondan bizim gerçek ihtiyacımız olan sonsuz mutluluğun kapılarını bize açmasını talep etmedir.

*Evet, ifade olunduğu gibi İslam mucizedir. Bunu tesis eden Kur’an olduğu için bu, Kur’an’ın mucize olduğuna da delildir. Dur bakayım diyorum kendime, İslam deyince ben ne anlıyorum? İslam gerçekten mucize midir? Efendim, İslam mesela insan sağlığını bozan içkiyi yasakladı, kişileri yahut aileleri yıkan kumarı haram kıldı, toplumu ifsat eden zina ve fuhşu men etti… Peki bunlar İslam’ın mucize olduğunu yeterince gösterir mi? Hayır! Zira bunları tıp, genel ahlak ve toplumsal değerler de söylüyor. Tamam, ama İslam’da namaz var, beden ve ruh sağılığına katkı yapan oruç var, hac ibadeti var, insana huzur veren ibadetler var… Bunlar İslam’ın mucizeliğini yeterince göstermez mi? Hayır! Çünkü buna benzer şeyler sair inanç yapılarında da var.

Peki, İslam’ın temel esası nedir, İslam hangi yönü ya da yönleriyle mucizedir, diye kendimi merkeze koyarak sorduğumda şunu görüyorum: İslam diyor ki kendine, yaşadığın çevreye ve kainata bak, incele, irdele. Ne görüyorsun? Düzen, ahenk, güzellik, bazen de hoşuma gitmeyen yaratılış, bazı insan davranışları ve yüzlerce başka özellik… Peki bu düzen, ahenk ve güzelliğin varlıkların kendilerinden kaynaklandıklarını iddia edecek delillerimiz var mıdır? Ya da ilişkili gibi gördüğün sebeplerle açıklayabilir misin? Hayır! Hiçbir şey kendindeki özelliklere kaynaklık edecek nitelikte değil. İşte seni, etrafındakileri ve topyekun kainatı var eden bir Kaynak olmalıdır. O Kaynak –varlıkların tanıklığında- “her şeyi bilen, “her şeye gücü yeten”dir yani Mutlak Varlık’tır. O aynı zamanda kendinde ve bu alemde gördüğün inayetin, rahmetin, şefkatin de kaynağıdır. Seni yoktan O var etti. Anne karnında iken de, bebek iken de, yetişkin olduğunda da senin ihtiyaçlarını O karşıladı. Sana sahip olduğun bütün imkanları ve duyguları O verdi. Diğer taraftan sen sonsuz mutlu olmak istiyorsun. Ama bu dünya böyle değil. Aldırış etme. Kendini eğitmene bak. Bunun yolu sendeki özelliklerle Varlık Kaynağını tanımaya çalışman ve Ona yönelmenden geçer. Onun, seni sonsuz mutluluk arayıcısı olarak yaratıp seni bundan mahrum etmesi Onun burada gördüğün rahmet ve hikmetine aykırıdır. Öyleyse sen burada Onu tanımaya çabala, duygularını Onun sonsuz rahmet ve şefkati ile buluştur. Namaz, oruç, zekat gibi ibadetlerin arkaplânında da bunlar var. Yani, bu ibadetlerin arka planında senin ile Yaratıcın arasındaki bağı kurmana vesile olma amaçları var. Diğer bir ifadeyle, “ibadetler” diye bize Yaratıcının sunduğu tekliflerin amacı bizzat kendileri değil, sonsuz özellikleriyle Kendini tanıtan Yaratıcıya yönelme, varlığımızın Ona ait olduğunu itiraf etme, bu mükellefiyetler aracılığıyla Ona teşekkür borcunu sunup, Ondan bizim gerçek ihtiyacımız olan sonsuz mutluluğun kapılarını bize açmasını talep etmedir. Bunları yaptığında tüm duygularının daha şimdiden güven ve huzura ulaşacağını görürsün… İşte kişisel ya da toplumsal sağlığı korumak için temiz olmak, oruç tutmak, kumar veya sarhoş edici maddelerden uzak durmak… doğrudur, yapılmalıdır. Fakat bu yapılanların Yaratıcımızı tanıma ve Onunla ilişki kurma ve ebedi olarak huzurlu bir yaşamın gerçekleşmesi için Ona yönelme amacı olan “ubudiyet” denilen yönünün, diğer yalnızca bu dünyanın huzuru için teklif eden anlayıştan yahut anlayışlardan temel farkı buradadır. Benzeri davranışları zaten insanı duygularımız bize teklif ediyor. İslam bu gerçek olan insanî davranışlara, bir sonsuz mutluluk kazanma boyutu ilave ediyor. Gerçekten kişisel hayatımdaki yüzeysel deneyimlerle bunun öyle olduğunu da açıkça gözlüyorum. Yeter ki bu anlayış ile kumardan sakınmak, muhtaçlara yardımcı olmak gibi hususları deneyin. Yaptığınız işlemin hem insaniyetinizde onaylandığını, hem toplum ihtiyacının giderildiğini ve hem de insanî duygularınızın sonsuz mutluluk ihtiyacının karşılanma yollarının önünüzde açıldığını görecek ve insanlığa yakışır bir huzurlu hayat yaşayacaksınız. Bir deneyin lütfen.

Uzattığımın farkındayım. Basit konuşma diliyle benim İslam’dan anladığım bu tür şeyler. İslam’ın özü de bu sanıyorum. İşte beni kendimle, evrenle ve nihayet Var Edici ile “barışık” kılan ve bana sonsuz mutluluğa erişme yolunu açan bir dindir İslam. Adı da bu kelimeden gelir. Buradan baktığım zaman İslam, evet, mucizedir. Hiçbir kimse, hiçbir yazar, hiçbir düşünür, hiçbir ekol böyle bir “din” ortaya koymamıştır ve koyamaz. İslam ancak, beni ve tüm evreni yaratanın “açıklamaları” olabilir, diye anlıyorum.

*Bazıları günümüzde İslam’ın alternatifi olarak “hümanizm” görüyorlar. Hümanizm içinde, “insan” ya da “insana ait olan” arkaplanı çağrıştırdığı için çoklarına cazip geliyor. İnsanlar kolayca bu kavramın helezonuna kapılabiliyorlar. Ama “insana ait olan” ile “insanî olan” arasında çok önemli fark var, diye düşünüyorum. Bu yüzden mesela burada Nursi’nin, “İslamiyet insaniyet-i kübradır” tespitini hatırlayabiliriz. Biz, “insana ait olan” şeylerde kendimizi bir bütün halinde bulamıyoruz ama “insanî” olan şeyde her ihtiyacımızın karşılandığını yahut karşılanabileceğini anlıyoruz. Çünkü insana ait olanın kaynağı “insan”, ama “insanî olan”ın kaynağı insanı bizzat Yaratan. Bu hayatî farka işaret etmek istedim.

*Metin, “Arzımızın senevî, yevmî dairesinde…” diye başlayan ikinci kısmında dünyanın günlük olarak kendi ekseni, yıllık olarak da güneş etrafında dönmesine işaret ediyor ve mecazen bu deveranı Kur’an’ın sağladığını gündeme getiriyor. Ben bunu, bir bakıma şöyle de anlaşılabilir, diye görüyorum. Dünyanın günlük deveranından kasıt benim şahsî hayatım, yıllık deveranından kasıt da toplumsal hayattır. Kur’an hem şahsî hayatıma hem toplumsal hayata ait mesajlar veriyor ve bunların rastgele olmayıp belli bir nizam ve intizam dahilinde olduğunu, olması gerektiğini dile getiriyor. Bu suretle ben “isyan”dan, başıboşluktan ve başıbozukluktan kurtulmuş oluyorum. Mesela bana diyor ki “sen kendine malik değilsin”. Ben bu mesajı dikkate aldığımda hayatım düzen, ahenk ve huzur içinde geçiyor.

Daha açık bir ifadeyle, eğer kainat ile ilişkimi Kuran’ın mesajlarına göre kurarsam, dünya benim için isyan, sürtüşme, çekişme, çatışma kaynağı ya da vesilesi değil; -Risale-i Nurdaki kelimeyi iktibas ederek söylemem gerekirse-, benim için misafir olduğum, sayısız ikramlara boğulduğum “saray” olur!

*Metnin bu ikinci kısmı, birinci kısım gibi çok önemli mesajlar içeriyor diye hissediyorum. Metni literal olarak okuduğumuzda şunu söylüyor. “Kur’an bir “hayt-i semavî” yani semavî bir ip/halat olarak arzımızı tutmuş, donduruyor, sonuçta da isyanı önlüyor. Eğer döndürmese kainat isyan edecek”. Peki ne demektir bu? Kur’an’da “arz ve sema” çok geçer. Zahiri anlamı itibariyle “arz” yer küremiz, “sema” da üstümüzde (veya altımızda) olan yıldızlar yani gök. Bir de “sema” kelimesinin bir şeyin damı, hedefi, varmak istediği amaç gibi anlamı var. Bu bağlamda “arz” topyekun varlık alemi yani kainat, “sema” da, kainatın varmak istediği hedefi, delalet ettiği anlamı demek oluyor.

*Biraz daha açarak ilerleyelim. “Arz”, evren; “sema”, evrenin ulaşmak istediği hedef ise peki, evrenin yanı kainatın hedefi nedir, delalet ettiği anlam nedir, diye düşündüğümüzde, varlıklara kendilerinin ya da etrafındakilerin kaynak olamayacağını anlıyor, sonuçta bir “Varlık Kaynağına” ulaşıyoruz. İşte arzımızı döndüren “ip” Varlık Kaynağıdır, diyoruz. O Varlık Kaynağının ipiyle arz dönüyor. Kur’an’ın mesajı da bu. Dolayısıyla Kur’an ile kainatın ipi aynı kaynakta birleşiyor benim dünyamda. O Varlık Kaynağının mesajı bana Kur’an ipiyle ulaşıyor –eğer Kur’an, kainatı Yaratanın konuşmasıdır, diye bir sonuca ulaşmışsam-. Şayet benim dünyamda bu semavi kaynağın ipi kesilecek olsa yani kainatın işaret ettiği hedef kesilirse, o zaman Kur’an’ın hedef olarak gösterdiği kaynak kopar, kesilir. Bu takdirde Kur’an bütün anlamını yitirir. Evet, eğer Kur’an Allah’ın kelamı değilse hiçbir şey değildir. Yok eğer Allah kelamı ise Kur’an kainatın semasıdır, kainatı tutar.

*Devam ediyorum. Eğer ben kainatın işaret ettiği Varlık Kaynağı ile bağını kesersem bütün kainat isyan eder. Yani anlamsız olur. Kainata Kur’ansız bakan kimse kainat ile sürtüşmek, çatışmak durumunda kalır. Ben kainatı sömürmek isterim, kainat beni ölüme mahkum etmek ister. Oysa İslam Kur’an’ın tesis ettiği dünya görüşü ile; insan ile kainat arasında, insan ile insan arasında, nihayet insan ile kainatın Var Edicisi arasında ahenkli bir uyum tesis eder; böylece “isyan”ın değil, “itaat”in, sıkıntının değil huzurun ortaya çıkmasına vesile olur. Daha açık bir ifadeyle, eğer kainat ile ilişkimi Kuran’ın mesajlarına göre kurarsam, dünya benim için isyan, sürtüşme, çekişme, çatışma kaynağı ya da vesilesi değil; -Risale-i Nurdaki kelimeyi iktibas ederek söylemem gerekirse-, benim için misafir olduğum, sayısız ikramlara boğulduğum “saray” olur!

Yazar hakkında

İlyas Üzüm

Dünyalıyım. Güneş Sistemi sokağında oturuyorum. Yaşadığım Samanyolu galaksisi şehrini bile gezemedim. Yolda mıyım, emin değilim ama "yolda olmak, yolcu olmak" istiyorum; zaman ve varlığın sonsuz yolculuğunda.

Yorum yazın