Ders Notları

“Hacerül Esved” Neyi Temsil Ediyor? Ya da Peygamber “Siyah Taşı” Neden Öptü?

“Hacerül Esved” Neyi Temsil Ediyor? Ya da Peygamber “Siyah Taşı” Neden Öptü? | Ha-Mim

Gramer kaidesine uygun yazılısına göre “el-haceru’l-esved”, terkib-i Osmanî ile “hacer-i esved” yahut dilimizdeki kullanım itibariyle “hacerül esved” Ka’be’de, tavafın başlangıcı belirlemek için konulmuş olan “siyah taş”tır. Fiziki boyutları bakımından 30 cm çapında, yumurta biçiminde, siyaha yakın koyu kırmızı renktedir. Rivayetlere göre Hz. İbrahim tavafın başlangıç noktasını belirlemek üzere bu taşı Ka’be’nin doğu köşesine yerleştirmiş, zamanla yangın ve saldırılar gibi sebeplerle hasara uğramış, çeşitli onarımlardan geçmiştir. En son 1873 yılında yuvarlak bir açıklığı bulunan gümüş mahfaza içine alınmış, bu açıklığı sayesinde hacıların dokunmasına imkan sağlanacak hale getirilmiştir.

Hacerül esved’in kaynağı ve mahiyetine dair doğru-yanlış, sahih-mevzu pek çok şey nakledilmiş ise de bilinen ve üzerinde ittifak edilen husus, bu taşın sembolik önemi haiz olduğu, Resulullah’ın (asm) öptüğü, tavafa başlarken bunun aynı zamanda işaret noktası olmasıdır. Sembollerle dolu olan hac ibadeti İslam’ın beş esasından birisi (Buhari, “İman”, 2) ve bunun iki temel rüknünden birisi Ka’be’yi tavaf (diğeri Arafat’ta vakfe) olmakla beraber pratikte hacerül esved’e dokunmak, mümkünse öpmek haccın çok önemli bir umdesi gibi görülmüştür.

Bugün hacerül esved’in tarihi geçmişi, Resulullah’ın ve ashabının bu taşa karşı gösterdiği ihtiram vs. gibi hususlara dair bilgilere ulaşmak zor değil. Vaktiyle Ha-mim derslerinde bir müzakerecinin dediği gibi, günümüzde dokümanter bilgiye ulaşmak ucuzlamıştır. Dolayısıyla bilgiyi nakletmekten yahut bilinenleri tekrarlamaktan daha önemli olan şey “özgün bir tefekkür” ortaya koymaya çalışmaktır. Tashihe yahut zenginleştirmeye elverişli olsa bile tefekküre dayalı çalışmalar kıymetlidir, ufuk açıcıdır, en önemlisi duygularımızla hakikate ulaşmanın ve onu kendimize mal etmenin vasıtasıdır.

Bu vesile ile ben hacerül esved hakkında hemen herkesin ulaşabileceği dokümanter bilgilerden söz etmek yerine Ha-mim’deki bir Risale dersinde (https://www.youtube.com/watch?v=3dPGuYGhT0g), bir soru dolayısıyla (56. dakikadan sonra) paylaşılan bir tefekküre değinmek istiyorum -bazı tasarruflarla-.

Söz konusu tefekküre Hz. Ömer’in hacerül esved’e söylediği şu sözü ile başlanıyor: “And olsun ki senin zarar veya fayda vermeyen bir taş olduğunu biliyorum; eğer Resulullah’ı seni öperken görmeseydim ben de seni öpmezdim” (Buharî, “Hac”, 60). Arkasından şöyle deniliyor: “Evet, halife Ömer hacerül esved’i Peygamber öptüğü için öpmüştür. Peki Peygamber bu taşı niçin öpmüştür? Bu sorunun cevabını bulmak için Peygamber’in kim olduğuna, onun neyi temsil ettiğine bakmak lazım. Zira zihnimizde ‘doğru’ bir peygamber tanımı olmaksızın ona isnat edilen bir söz ya da davranışı sağlıklı bir şekilde anlayamayız. Peygamberden yapılan bir nakli, o naklin içeriğinde geçen fiili veya sözü, herhangi bir insan fiili veya sözü gibi anlarsak, Peygamberi değil, bir filozofu anlamış gibi oluruz. Mesela, Peygamberden yapılan bir nakilde ‘Sadaka vermek malı eksiltmez’ (Müslim, “Birr”, 69; Tirmizî, “Birr”, 82) buyruluyor. Bu söz karşısında, birisi ‘nasıl olabilir, ben şu miktarda bir parayı sadaka olarak versem, o kadar miktarda para cüzdanımdan eksilir; bu, açıkça bildiğim kainatta Allah’ın değişmez yaratılış kurallarıyla çelişiyor, dolayısıyla bu uydurma hadistir’ derse, bu kişi Peygamberi peygamber olarak değil, onu bir filozof yerine koyacak kadar cahil birisi olmalıdır, sonucu çıkar. Zira Peygamber ‘Yaratıcının gönderdiği mesajı bir insan olarak yaşayış ve uygulamalarıyla diğer insanlara fiilen göstermek suretiyle rehberlik yapan kimse’dir. Dolayısıyla Peygamber’in (asm) bütün söz ve fiillerini onun bu fonksiyonu içinde değerlendirmek gerekir. Peki bizim Yaratıcının mesajına ihtiyacımız var mıdır? Evrenin yaratılışıyla Yaratıcısını tanıtan yönünü bize bu mesaj öğretir. Evrenin yaratıcısının ‘malı’ yaratmasının maksadı Kendini biz şuurlu insanlara tanıtmaktır. Evren, Onu Mutlak ve sonsuz olan özellikleriyle tanıtır. Sadaka vermek fiilinin Peygamberce ifadesi ‘sadaka vermektir.’ Yani, o malın sahibi onun yaratıcısıdır, insan ise kendisine kullanma hakkı verilen mahluktur, anlayışını uygulamaya koymaktır. Sadaka veren kişinin malı azalmadığı gibi bu sadaka verme işlemiyle Mutlak olan Gerçek Mal Sahibini tanıyıp tasdik ettiği için (sadaka ile tasdik aynı kökten türeyen iki kelimedir) kendisinin ve malının Mutlak olana ait olduğunu anlayınca verdiği miktar onun için bir eksilme değil, bilakis ‘Sonsuz’u bulmadır. Mal eksilmedi, sonsuzluk kazandı o kişinin dünyasında. Böyle bir davranış, sadaka vermekle Sonsuz Mal Sahibi’ni tanıma amacını gerçekleştirdiği için, o malın Yaratıcısı ve Gerçek Mal Sahibi, o malın yaratılışındaki maksadı gerçekleştiren bu kişiye öyle bir mutluluk yaşayacak hayat takdir eder ki, onun hesabını insan zihni yapamaz, çünkü mutlakın içeriğini kavrayamaz. Demek ki, Kur’an ayetlerini ve hadis rivayetlerini bir insan sözü değerlendirir gibi analiz etmek, Kur’an’ın (Allah Konuşmasının) ve Peygamberliğin ne demek olduğunu anlamamanın sonucudur.”

Zira zihnimizde ‘doğru’ bir peygamber tanımı olmaksızın ona isnat edilen bir söz ya da davranışı sağlıklı bir şekilde anlayamayız. Diğer bir ifadeyle, Peygamberden yapılan bir nakli, o naklin içeriğinde geçen fiili veya sözü, herhangi bir insan fiili veya sözü gibi anlarsak, Peygamberi değil, bir filozofu anlamış gibi oluruz.

“Tarihçilerin açıklamalarından şunu biliyoruz ki Ka’be müşrik Arapların putları ile doluydu. Bu yüzden Araplar Ka’be’ye özel değer veriyorlardı. Arap kabilelerinin her biri kendi putu yahut putlarıyla gurur duyuyordu. Çünkü bu putlar aynı zamanda atalar kültüne sıkı sıkıya bağlı olan Arap toplumunun kabilevî sembolleri idi. Arapların ırkî kökleri Hz. İbrahim’e kadar gidiyor. Ka’be’yi de o yapmıştı. Fakat o, Ka’be’yi, -mecazen-, “Allah’ın evi” olarak inşa etmişti. Bu çoktan unutulmuştu. İfade etmek gerekir ki, pagan Araplar doğru dürüst ne uluhiyet anlayışına, ne peygamberlik kavramına, ne de diğer dinî kavramlara sahip idiler. Hatta onlara göre İbrahim de bir peygamber değil, ilk atalarını teşkil eden özel bir şahsiyet idi. Kavmiyetçi, kabileci gelenekleri takip eden Araplar için Ka’be millî kimlik ve kültürleri dolayısıyla saygı değer kabul ediliyordu. Yaratıcıdan gelen mesaj çerçevesinde ırkçı anlayışları parça parça eden Peygamber, Mekke’yi fethettikten sonra Ka’be’deki putları da temizlemişti. Artık Ka’be ‘arınmış’, ‘boş’, ‘yalın’ haliyle ilk inşasında olduğu gibi Allah’ın yeryüzünde hiçbir surette temsil edecek bir şeyin olamayacağını ‘boş’ oluşuyla temsil eder hale gelmişti. Hacerül esved de öyle idi.”

“Evrende her şey çok düzenli ve mükemmel fakat biz baktığımızda bu düzen ve mükemmelliğin varlıkların kendilerinden olmadığını, olamayacağını anladığımızda ‘lâ ilahe’ hakikatinden bahsediyoruz ya, ‘bunlar varlık kaynağı yani ilah olamaz’ diye. Ka’be de sanki ‘boş’, yani taşlardan ibaret haliyle ‘Lâ ilâhe’yi temsil ediyor. Lâ ilahe ‘sıfır’ hükmündedir. Sıfır ‘hiçbir durum’un var olmadığını temsil eder. Fakat sıfırın zıttı ‘bir’dir. ‘Bir’, var olmayı sembolize eder. Varlık, var ediş Yaratıcıya aittir. Varlığa yani yaratılmış olan şeylere ‘boş, boşluk, halî olmak’ şeklinde bakınca gördüğümüz anlamlılık bizi tatmin etmez. Bu yüzden Ka’be’nin binasına yerleştirilen hacerül esved bize Ka’be’nin taşlarına taş olarak değil, arkasında sembolize ettiği anlama bakmayı hatırlatır. Başka bir ifadeyle Ka’be’nin taşları eşyanın arzî yani maddî yönünü temsil ederken, hacerül esved eşyanın Yaratıcısına bakan semavî yönünü temsil eder. Zira her şeyin anlamlı bir yönü var, bu yön zorunlu olarak bu maddi, geçici dünyanın ötesinde, olması gereken mutlak Yaratıcıya işaret eder. Yaratıcı,-eşyaya yansıyan özelliklerden biliyoruz ki-, esma-i hüsna sahibi. Sanki hacerül esved Allah’ın özelliklerini (esma-i hüsna) temsil eder ve belirli bir köşede yer alması nedeniyle, şuurlu ve akıllı olan her insanın onun kendi adına hiçbir değerinin olmadığı yönüyle tanıyabileceğini ifade eder. İnsan, ‘biliyorum sen bir taşsın’ der ve fakat taşlığı (yani boşluğu, sıfırlığı) temsil edişinle çok önemli bir görev yapıyorsun, sen öpülmeye değersin’ der. Bu dünya da öyledir, saygı ile kullanılmaya değerdir. Yani, insana ‘la ilahe’yi söylettiren özelliği ile paha biçilmez bir görev yapmaktadır. Çünkü ‘la ilahe’ diyemeyen hiçbir surette ‘illallah’ diyemez. Dolayısıyla yaratılış maksadı olan Yaratıcısını tanıyamaz.”

Başka bir ifadeyle, Ka’be’nin taşları eşyanın arzî yani maddî yönünü temsil ederken, hacerül esved eşyanın Yaratıcısına bakan semavî yönünü temsil eder. Zira her şeyin anlamlı bir yönü var, bu yön zorunlu olarak bu maddi, geçici dünyanın ötesinde, olması gereken mutlak Yaratıcıya işaret eder

“Hacerül esved’e el sürmek, dokunmak elbette onun temsil ettiği şeye saygı duymaktır. Bazı tarihçiler Hz. İbrahim’in ‘Ben gelip geçen, var olup yok olan şeylere gönlümü bağlamam’ (En’am 6/76) diye ifade ettiği hakikat ile hacerül esved arasında bağ olduğuna işaret eder. Hz. İbrahim Allah’ın hükmüne teslimiyette zirve bir şahsiyettir. O, oğlunu boğazlamaya çalışarak ilahî iradeye bağlılığını gösterdi. Bu, insanın bu dünyada sahip oldukları en değerli şeye olan bağlılıklarını simgeleyen en büyük imtihan idi. İbrahim’in gönlünü bağladığı en değerli şey Kâbe’yi birlikte inşa ettiği oğlu İsmail’dir -bazı gelenekler İsmail değil de İshak derlerse de önemli değil-. Onun Allah’ın emri olduğunu düşünerek oğlunu boğazlamaya kalkışması, bu dünyadaki en güvendiğimiz şeyi feda etmeye hazır olmamız gerektiğini ve bunun yerine ebedi olan Allah’a bağlanmamız icap ettiğini sembolize eder. Burada Ka’be’nin anlamı, hacerül esved’in anlamı ile buluşuyor. Biz Ka’be’yi seveceğiz, dolayısıyla hacerül esved’i seveceğiz ancak Mutlak Yaratıcı adına, bize Mutlak Yaratıcıyı hatırlatması adına seveceğiz, öpeceğiz.”

“Hz. İbrahim, imtihanının sonunda, oğlunu fiziksel olarak değil, duygusal olarak kurban etmesinin emredildiğini ya da bilinçli olarak her şeyden vazgeçmeye hazır olması ve Allah’a bağlanması gerektiğini anladı. Oğlunu kurban etmeye çalışmak, bir ‘takdime’ yani sunak taşı olarak hacerül esved üzerinde yapılmış olabilir. Hacerül esved, bu kurban girişimi olayına şahit olduğu için, her birimizin diğer her şeyi feda etmeye hazır olması (la ilahe diyebilmeyi) ve bunun yerine daimi olan Mutlak Yaratıcıya güvenmemiz gerektiğini (illallah sonucuna ulaşmayı) hatırlatır.”

“Biz, -tekrar edelim-, Ka’be’yi ve dolayısıyla hacerül esved’i seveceğiz, kainatı seveceğiz? Niçin? Bizi Ebedi olan Mutlak Yaratıcı’ya (kainat, fizikî varlığı ile; Ka’be ve hacerül esved, sembolik ifadeleriyle) ulaştırdıkları için! Aksi halde Mutlak Yaratıcıyı nasıl tanıyabilir, Onunla nasıl iletişim kurabiliriz? Bu, benim bir kitabı sevmem gibidir. Ben bir kitabı korurum, saygı duyarım, kağıtlarını severim, sayfalarını severim yani değer veririm. Zira onlar beni Yazar ile Yazarın mesajlarıyla buluşturuyor. Dolayısıyla ben, beni Yaratıcı ile buluşturduğu, Onunla temasa geçme imkanı sağladığı için bunları severim, sevmeliyim. İşte Peygamber’in Ka’be’yi sevmesinin, hacerül esved’i öpmesinin arkasında bu tür motivasyonlar var diye anlaşılıyor. Unutmamamız gerekir ki Peygamberin davranışlarını ve sözlerini onun Peygamberlik misyonu, görevi içerisinde değerlendirmek zorunludur. Bir tıp bilim dalı kitabını hukuk kitabı gibi okursak saçmalarız. Peygamberi de bir filozof gibi değerlendirirsek saçma sonuçlara ulaşırız. Böyle bir durumda ya bu hadislerde nakledilen sözlerin ve fiillerin nakillerini reddeder, uydurmadır deriz veya Peygamber saçma konuşan birisidir der, inkar ederiz. Rabbimiz bizi bu sapık anlayışlardan korusun! Amin!” Bazı küçük tasarruflarla aktarmaya çalıştığım bu dersi dinleyince, itiraf etmeliyim ki işaret edilen mesaj dahilinde fizikî alemi daha çok sevdiğim yahut sevmem gerektiğini düşündüğüm gibi Ka’be ve hacerül esved’e olan muhabbetimin de yine aynı mesaj dahilinde arttığını hissettim. Allah razı olsun.

Yazar hakkında

İlyas Üzüm

Dünyalıyım. Güneş Sistemi sokağında oturuyorum. Yaşadığım Samanyolu galaksisi şehrini bile gezemedim. Yolda mıyım, emin değilim ama "yolda olmak, yolcu olmak" istiyorum; zaman ve varlığın sonsuz yolculuğunda.

Yorum yazın