Ders Notları

Hayat Zorluklarla mı Dolu, Yoksa Zorlaştırdıklarımızla mı?

Hayat Zorluklarla mı Dolu, Yoksa Zorlaştırdıklarımızla mı? | Ha-Mim

Kendi isteğimiz dışında çıktığımız bir yolculuk olan hayat, çoklarına göre zorluklarla dolu. Kimileri aile sorunlarıyla boğuşuyor, kimileri ekonomik sıkıntılarla. Kimileri sağlık problemleri yaşıyor, kimleri iş şartlarıyla ilgili güçlükler… Dünya bazılarının söylediği gibi gerçekten acı çekme yeri; hayat da acı, ağrı ve güçlüklerin adı mı?

Başkalarının ne dediği bir tarafa, kendimizden pay biçerek baktığımızda pek çok zorluğun hayatımızı sardığını görüyoruz. Ekonomik darlıklarımız olabiliyor, beklenmedik zamanda hastalıklar karşımıza çıkabiliyor, aile içinde veya iş ortamında birtakım sorunlar yaşayabiliyoruz. Annemizi veya babamızı yahut sevdiğimiz bir canımızı yitirebiliyoruz… Hayat yükü altında ‘ezildiğimizi’ düşünmesek bile kendimiz veya çevremizle ilgili nice problemlerle yüz yüze olduğumuzu her gün hissediyoruz, yaşıyoruz…

İnsanın kendisini ve etrafını saran bunca sıkıntı karşısında, nasıl yol izleyeceği daha doğrusu bunlarla nasıl baş edeceği ‘hayatî’ bir soru olarak karşımıza çıkıyor. Kimileri “zor da olsa, güçlüklerle mücadele ederek yaşamaya çalışmak gerekir” diyor, kimileri “psikiyatr ya da psikologların tavsiyelerine uymak gerekir” diyor, kimileri “en nihayet zorda kalınırsa anti depresan ilaçları alınmalı” diyor…

Galiba, burada düşünülmesi gereken ilk husus, “hayatın gerçekten zorluklarla mı dolu olduğu yoksa bizim bakış ya da anlayışımızın mı hayatı zorlaştırdığı” konusudur. Yakınlarda izlediğim bir videoda (https://ifw.ha-mim.org/chapter-balad-part-1/), -konu tam olarak bu olmamakla beraber-, bir ayetin tefsiri vesilesiyle buna temas edildiğini ve hayatı zorlaştıran faktörün bizim “bencil anlayışımız” olduğunun zikredildiğini gördüm. Açıklaması yapılan ayet mealen şu: “Biz insanı gerçekten zorluklar içinde yarattık” (Beled 90/4). Şöyle deniliyor bu ayetin yorumunda:

Oysa içinde yaşadığım ‘yaratılış düzeni’ bana ve herkese ihtiyaç duyduğum şeyleri nasıl temin edeceğimi öğretiyor. Bu yaratılış düzenine uygun olarak hareket ettiğimde ihtiyaçlarım karşılanıyor. Buğday almak için tohumu tarlaya ekmem ve gereken süreçleri izlemem gerekiyor. Meyve almak için çekirdeği toprağa dikip ilgili süreçleri takip etmem icap ediyor. Süt almak istiyorsam yine nasıl bir süreç izlemem gerektiği belli. O halde kendime güvenmeyecek, yaratılış düzenine uyacağım, işime bakacağım.

“Ayette geçen ‘kebed’, zorluk, güçlük, sıkıntı gibi anlamlara geliyor. İnsan bu ayeti okuyunca ‘Yaratıcı beni acı çekmek için mi yarattı?’ diyor. Oysa varlığa gelişimle ilgili süreçleri, evrende olup bitenleri düşündüğümde apaçık bir ‘merhamet’, yadsıyamayacağım bir ‘düzenlilik ve ‘güzellik’ görüyorum. O halde burada başka anlamlar olmalı diye anlıyorum. Eğer ihtiyaçlarımı karşılama noktasında ben kendi halime bırakılırsam bunları temin edemem. Geleceğimi garanti altına alamam, sağlığımı garanti altına alamam! Eğer ‘bunu yapmak zorundayım, şunu gerçekleştirmeye mecburum’ diye ardı arkası kesilmeyen taleplerimi listelersem omzuma kaldırmayacağım ağırlıklar yüklemiş, hayatı zorluklarla dolu hale getirmiş olurum. Geleceğe dönük güvenliğim, ailemin ihtiyaçları, çocuklarımın ihtiyaçları hatta sonrasında torunlarımın ihtiyaçları… diye düşündüğümde hayat benim için güçlükler, meşakkatler yığını haline gelir. Halbuki böyle düşünüp kaygılanmak benim ‘anlayış ve tutumlarımın’ sonucudur, yaratılış gerçekliğimle alakalı değildir. Yaratılış gerçekliğime uygun olan şey evrendeki düzeni sağlayan Kaynağı tanıyıp Ona güvenmektir.”

“Evet, rahat yaşamak için güzel bir eve ihtiyaç duyuyorum. Lezzetli yiyeceklere, türlü içeceklere ihtiyaç duyuyorum. Güzel giyeceklere ihtiyaç duyuyorum. Temiz havaya ihtiyaç duyuyorum… Eğer ‘bunları kendim karşılayacağım, bunlara ulaşmam yoğun çaba göstermeme bağlı’ dersem psikolojik olarak bu ağır yükün altında ezilebilirim. Oysa içinde yaşadığım ‘yaratılış düzeni’ bana ve herkese ihtiyaç duyduğum şeyleri nasıl temin edeceğimi öğretiyor. Bu yaratılış düzenine uygun olarak hareket ettiğimde ihtiyaçlarım karşılanıyor. Buğday almak için tohumu tarlaya ekmem ve gereken süreçleri izlemem gerekiyor. Meyve almak için çekirdeği toprağa dikip ilgili süreçleri takip etmem icap ediyor. Süt almak istiyorsam yine nasıl bir süreç izlemem gerektiği belli. O halde kendime güvenmeyecek, yaratılış düzenine uyacağım, işime bakacağım.”

“Ben zamanı durduramam. Dünyayı dönmekten alıkoyamam. Yaşlanmayı engelleyemem. Dahası ölüme son veremem! Öyleyse benim ve evrenin varlık alemine gelişini dikkatli bir şekilde inceleyip bunlara varlık verenin anlamsız, hikmetsiz, faydasız bir şey yaratmadığını fark etmem gerekiyor. Bu varlıkların yaratıcısı benim Kendisini tanımamı ve Onunla kuracağım ilişkide benim varlık aleminde pozisyonumun ne olduğunu anlamamı istiyor. Ben bu dünyada yalnızca Onun tercihlerine uyarak kendimin bir yaratık olduğunu anlayıp tüm ihtiyaçlarımı Ona sunmamın eğitimini yapıyorum. Bana düşen görev Yaratana güvenmek, kendimi hayatımın ve ihtiyaçlarının garantisi gibi görmekten vaz geçmektir. Hayatta ‘zorluk’ dediğim şeyler -sözde- kendimi yaratıcı gibi görme yanlışlığından kaynaklanıyor. Oysa yapmam gereken şey, yaratılışım ve insanî yönüm bakımından yaratılış düzeni ile uyumlu olmamdan ibarettir. Ayrıca mesajın/vahyin insanlara verdiği ana derslerden birisi yaratılış gerçekliğine uygun hareket etmektir. Esasında ‘din’ diye anılan kavram da benim kendi gerçekliğimle uyumlu davranmam programını sunar bana.”

“Şu halde yaratılmışlığımı ve dolayısıyla Yaratıcıya muhtaçlığımı unutarak kendi gerçekliğimle çelişen seçeneklerden uzak durmalıyım. ‘Ego’ma güvenmemeliyim. Daha açık ifade etmek gerekirse ‘ben hayatımı kendim garanti ederim, ben kendi güvenliğimi kendim kazanırım, ben her türlü ihtiyacımı kendim karşılarım’ gibi ben merkezli anlayışlara kapılmamalıyım. Çünkü problem buradadır! Nitekim Kur’an kendi gerçekliğini bilen, sorgulayarak Yaratıcının sonsuz kudretini, rahmet ve keremini görüp tasdik eden kimseler için zorlukların kolaylaştırılacağına işaret ediyor: ‘Kim kendisine ve varlığa kendi adına bakmaktan sakınır, alemdeki bütün olay ve oluşların Kaynağının mahkukattaki güzelliğini tasdik ederse Biz de zorlukları ona kolaylaştırırız’ (Leyl 92/5-7). Yani ‘Yaratıcı, varlık maksadım olan Kendisini tanımam için ne kadar da güzel bir şekilde yaratılmışlığımı öğreterek eğitiyor beni’ diyebilirsem, işte o takdirde Onun sonsuz rahmetini tanımam mümkün olur. Belli bir amaç için bazı zorluklara katlanan bir insan, eğer bu amacın farkındaysa zorluklar onun için sevinç kaynağı olur. Farkında değilse şikayet eder. Mesela bir hastalığın tedavisi için yapılması gereken egzersizleri yapan bir kimse sıhhatine ulaştıkça o zorluklara katlanmaktan mutluluk duyar. Zorluklar onun için kolay olur, ümit kaynağı olur. Anlamsız bir şekilde bir ‘otoritenin’ emri altında aynı hareketleri yapmak o kişiye çok zor gelir (Leyl 95/9-10). Öyleyse ‘ben hayatın merkezindeyim’ şeklinde düşünmekten vazgeçip ‘bütün evreni elinde tutan sonsuz Kudrete dayanıyorum’ demem gerekiyor. İşte o zaman hayat gerçekten kolaylaşıyor; zorluklar gidiyor, insan büyük bir rahata ve güvene kavuşuyor.”

“Geçenlerde okunan bir derste Said Nursi’nin şu nakli tam da bu gerçeği ifade ediyor: ‘Vaktiyle iki adam, hem bellerine, hem başlarına ağır yükler yüklenip, büyük bir sefineye bir bilet alıp girdiler. Birisi, girer girmez yükünü gemiye bırakıp, üstünde oturup, nezâret eder; diğeri hem ahmak, hem mağrur olduğundan, yükünü yere bırakmıyor. Ona denildi: “Ağır yükünü gemiye bırakıp rahat et.” O dedi: “Yok, ben bırakmayacağım. Belki zâyi olur. Ben kuvvetliyim. Malımı, belimde ve başımda muhâfaza edeceğim.” Yine ona denildi: “Bizi ve sizi kaldıran şu emniyetli sefine-i sultaniye daha kuvvetlidir, daha ziyâde iyi muhâfaza eder. Belki başın döner, yükün ile beraber denize düşersin. Hem, gittikçe kuvvetten düşersin. Şu bükülmüş belin, şu akılsız başın, gittikçe ağırlaşan şu yüklere tâkat getiremeyecek. Kaptan dahi, eğer seni bu halde görse, ya divanedir diye seni tard edecek, ya ’Haindir, gemimizi ittiham ediyor, bizimle istihza ediyor, hapis edilsin’ diye emredecektir. Hem, herkese maskara olursun. Çünkü, ehl-i dikkat nazarında, zaafı gösteren tekebbürün ile, aczi gösteren gururun ile, riyâyı ve zilleti gösteren tasannuun ile, kendini halka mudhike (gülünç vesilesi) yaptın; herkes sana gülüyor” denildikten sonra, o bîçarenin aklı başına geldi, yükünü yere koydu, üstünde oturdu. “Oh! Allah senden razı olsun. Zahmetten, hapisten, maskaralıktan kurtuldum” dedi. İşte ey tevekkülsüz insan! Sen de bu adam gibi aklını başına al, tevekkül et. Tâ bütün kâinatın dilenciliğinden ve her hâdisenin karşısında titremekten ve hodfüruşluktan ve maskaralıktan ve şekàvet-i uhreviyeden ve tazyikàt-ı dünyeviye hapsinden kurtulasın” (Sözler, Yirmi Üçüncü Söz, Üçüncü Nokta).

Belli bir amaç için bazı zorluklara katlanan bir insan eğer bu amacın farkındaysa zorluklar onun için sevinç kaynağı olur. Farkında değilse şikayet eder. Mesela bir hastalığın tedavisi için yapılması gereken egzersizleri yapan bir kimse sıhhatine ulaştıkça o zorluklara katlanmaktan mutluluk duyar. Zorluklar onun için kolay olur, ümit kaynağı olur. Anlamsız bir şekilde bir ‘otoritenin’ emri altında aynı hareketleri yapmak o kişiye çok zor gelir (Leyl 95/9-10). Öyleyse ‘ben hayatın merkezindeyim’ şeklinde düşünceden vazgeçip ‘bütün evreni elinde tutan sonsuz Kudrete dayanıyorum’ demem gerekiyor.

“Gerçekten hayatımız bir çeşit gemi yolculuğuna benzemiyor mu? Hayatın zorlukları dediğimiz şeyler de yolcunun yükleri durumunda değil mi? Bana insan olarak ‘özgür irade, seçme tercihi’ verilmiş. Ya hayatın ve her şeyin kendi kendine oluştuğunu yahut tesadüfen geliştiğini, mesela dünya gemisinin fezada rastgele oluşmuş bir düzen içinde yüzdüğünü düşüneceğim; ya da sağlıklı sorgulamalarım sonunda bunların asla kendi kendine veya tesadüfen olamayacağını, gördüğüm düzen ve uyumun Bilinçli bir Dünya Kaptanının bulunduğunu gösterdiğini kabul edeceğim. İnsanî duygularımla örtüşen ikinci şıkkı kabul ettiğimde daha doğmadan, anne karnındaki ihtiyaçlarımı Onun karşıladığını, beni hayata getirince de hayatımın devamı için gereken her şeyi Onun sağladığını, mesela yaşamam için zorunlu olan oksijen miktarını havaya Onun koyduğunu… anlayacağım ve Ona güveneceğim; bu suretle büyük bir rahatlığa ereceğim.”

“Sonuç olarak zorlukların kaynağı benim bencil anlayışımdır. Benim hayatım ve hayatımın devamı için Varlık Kaynağı her türlü imkanı sunuyor. Sağlık veriyor, yağmur yağdırıyor, atmosferdeki dengeyi sağlıyor… Benim bu konularda katkı yapmama gerek yok. Zaten yapamam! Bozmasam yeter! Mesela sağlığıma dikkat etsem yeter! Havayı kirletmesem yeter! Sevdiklerimi kaybetme ve ölüm gibi olaylara gelince, beni ve evreni böyle eşsiz bir düzen içinde var edenin elbette bana bir mesajı olması gerektiğine göre, o mesajı bulup okuduğumda, bana sıkıntılı gibi gelen olayların benim kendimi geliştirmem için verilen ‘vesileler’ olduğunu, ölümün de, yaratılış amacına uygun davranan kimseler için Onun mükafat yeri olan ebedi saadet yurduna geçiş olduğunu anlarım, anlıyorum. Böylece her bakımdan rahatlığa ulaşan bir psikolojiye sahip oluyorum.”

Bu yorumu dinleyince, iman ile tevekkül, tevekkül ile huzur arasındaki ilişki bir kez daha zihnimde canlandı. Ardından insanın her türlü ziyan ve sıkıntıdan kurtuluş prensiplerine işaret eden şu ayetlerin meali geçti: “Zamana yemin olsun ki insan büyük bir hüsran içindedir; ancak iman edenler, salih amel işleyenler, hak içinde olup hakkı tavsiyeleşenler, sabredip sabrı tavsiyeleşenler hariç” (Asr 103/1-3). Allah razı olsun.

Yazar hakkında

İlyas Üzüm

Dünyalıyım. Güneş Sistemi sokağında oturuyorum. Yaşadığım Samanyolu galaksisi şehrini bile gezemedim. Yolda mıyım, emin değilim ama "yolda olmak, yolcu olmak" istiyorum; zaman ve varlığın sonsuz yolculuğunda.

Yorum yazın