Ders Notları

Her Sabah ve Her Akşam Hayat Yeniden Başlar!

Her Sabah ve Her Akşam Hayat Yeniden Başlar! | Ha-Mim

Ha-mim’de geçtiğimiz hafta sonu (23 Nisan 2023) yapılan Risale dersinde Yirminci Mektup’un okunmasına ve müzakeresine başlandı. Aynı zamanda Ramazan Bayramının üçüncü gününe denk gelen Pazar akşamında moderatör, katılımcıların bayramını tebrik ettikten sonra yeni bir bahse başlanmasının aşk ve heyecanı içinde önceki bahse de atıf yaparak şöyle söyledi. “Üç sene kadar nübüvvet konusunu çalıştık. Bunun iki seneden fazlası genel anlamda ‘peygamberlik üzerine’ oldu, bir yıldan fazlası da Resulullah’ın mucizelerinin ele alındığı ‘On Dokuzuncu Mektup Okumaları’ şeklinde gerçekleşti. Bugün yeni bir bahse başlayacağız”. Ardından nübüvvet müessesesini okula benzeterek şu duayı yaptı: “Allah nübüvvet medresesinden hissemizi ziyade eylesin”. Yirminci Mektup için de şu çok anlamlı duayı paylaştı: “Allah bayramın bu son günü, Yirminci Mektup’u da hepimiz için semadan indirilen bir sofra kılsın ve bu sofradan azamî istifade etmeyi ihsan eylesin”.

Yirminci Mektup, hemen her mektubun başında yer alan “Bismihi Sübhânehü” kaydı ve her şeyin hamd ile Allah’ı tesbih ettiğini belirten (ve in min şey’in illâ yüsebbihu bihamdihi” ayeti ve besmeleden sonra “cümle-i tevhidiyye” diye anılan şu ibareye yer veriyor: “Lâ ilâhe illallahü va’hdehü lâ şerîke leh lehü’l-mülkü ve lehü’l-hamdü yuhyî ve yümît ve hüve hayyun lâ yemût biyedihi’l-hayr ve hüve alâ külli şey’in kadîr ve ileyhi’l-masîr”. Sonrasında şu parça yer alıyor:

“Sabah ve akşam namazından sonra tekrarı pek çok fazileti bulunan ve bir rivayet-i sahihada İsm-i Âzam mertebesini taşıyan şu cümle-i tevhidiyenin on bir kelimesi var. Her bir kelimesinde, hem birer müjde ve beşaret, hem birer mertebe-i tevhid-i rububiyet, hem bir İsm-i Âzam noktasında bir kibriya-i vahdet ve bir kemâl-i vahdâniyet vardır. Bu büyük ve ulvî hakikatlerin izahını sair Sözlere havale edip, bir vaade binaen, şimdilik mücmel bir hülâsa suretinde iki makam, bir mukaddime ile ona bir fihriste yapacağız.” (Mektubat, İstanbul 2020, s. 217).

Yani ‘bariz şekilde sabah ve akşam ama aslında her an sana yeni bir varlık veren, hayata yeni bir varlık veren, seni ve kainatı her an yaratan, her an hikmetli değişikliğe uğratan ancak bu değişiklikte de düzen ve intizama halel vermeyen Yaratıcını bu tasarruflarıyla gör’ demeye gelen bir hatırlatma yapıyor.

Derste gerek bu pasaj gerekse Mukaddime’de yar alan ilk paragrafın başında yer alan cümlelerle ilgili olarak çok istifadeli müzakereler paylaşıldı. Ben bir buçuk saatlik dersin tamamını ilgili video kaydına havale edip (https://www.youtube.com/watch?v=1jYzE_XglEA) ilk çeyreğinde dile getirilen müzakerelere değinmekle yetinmek istiyorum. Moderatör paragrafı okuduktan sonra bu cümlenin sabah ve akşam okunmasına vurgu yapılmasının sebebini, ayrıca bu cümlenin ism-i azam mertebesi taşıdığına dair ifadenin nasıl anlaşılması gerektiğini sordu. Bir müzakereci söz alarak -sonradan bazı eklemelerle- şunları söyledi: “Ben burada dile getirilen sabah ve akşam vurgusunu Dokuzuncu Söz’de modellenen izahın buraya taşınmasıyla anlaşılabileceğini düşünüyorum. Pratik hayatımız açısından sabah yeni bir hayatın başlangıcı, akşam da başka bir yeni hayatın başlangıcıdır. Sabah karanlığın sökün etmesiyle yeni bir hayat başlıyor, akşam güneşin batmasıyla aynı şekilde yeni bir hayat başlıyor. Sabah ve akşam diye anılan bu vakitlerde güneş, aydınlık ve hayat merkezli dikkat çekici tasarruflar gerçekleşiyor. Sabah karanlıkların arasından güneş doğuyor, akşam ufkun alacakaranlığında güneş batıyor. Sabah karanlık delinip yok oluyor ve gündüzün güler yüzü beliriyor, akşam aydınlık el sallıyor, karanlık basıyor. Sabah aydınlıkla beraber her şey canlanıp yeni bir hayat kuruluyor, akşam gördüğümüz şeyler gecenin koynunda ayrı bir hayata giriyor… Güneşi doğudan doğduran biz değiliz, batıdan batıran biz değiliz. Düşündüğümüzde, ‘gece ve gündüzün nasıl meydana geldiği belli, bir mekanizma içinde bunlar olup gidiyor’ da diyemeyiz. Güneşsiz hayat olmayacağına göre, güneş ve dünyanın hareket ve deveranı bir saat hassasiyetinde mükemmel işliyorsa, insaniyetimiz itibariyle arkasındaki iradeyi, kudreti ve rahmeti görmek zorundayız. Bunun hayatımız ve hayatımızın devamı için zaruri olduğunu fark edip bu fiilleri yapan, bu tasarrufları gerçekleştiren Kaynağı tasdik etmek ve Ona hamd ve şükürde bulunmak gerekiyor. İşte bu tevhîdî cümle zirvede bir ifade olarak bunu hatırlatıyor, daha doğrusu bunu hatırlamamız gerektiğini hatırlatıyor.”

“Metinde bu tevhîdî cümlenin ism-i azam mertebesi taşıdığı ifade olunuyor. Müellif burada hangi isim ya da isimler ism-i azamdır, kime göre hangi isimler ism-i azamdır vs. gibi tartışmalara girmeksizin bunun ism-i azam düzeyinde olduğunu söylüyor. Yani ‘bariz şekilde sabah ve akşam ama aslında her an sana yeni bir varlık veren, hayata yeni bir varlık veren, seni ve kainatı her an yaratan, her an hikmetli değişikliğe uğratan ancak bu değişiklikte de düzen ve intizama halel vermeyen Yaratıcını bu tasarruflarıyla gör’ demeye gelen bir hatırlatma yapıyor. Fakat ‘Yaratıcı’ deyince eksik kalabiliyor. Metinde ‘tevhid-i rubûbiyet’ deniyor. Yani Onu Rab olarak, senin Rabbin olarak, kainatın Rabbi, Rabbü’l-alemîn olarak hatırlamak, seni ve kainatı evirip çeviren, ihtiyaçları karşılayan, kemale doğru gitmek için imkan hazırlayan olarak tanımak gerekiyor. Yani tek bir ismi merkeze koymak ayrı bir konu. Onu “mutlakiyet”i içinde tasdik etmek ve dünyamıza taşımak gerekiyor. Tevhîdî cümledeki her ibareyi anlamıyla dünyamıza taşımak gerekiyor. Yani Onu “lâ ilahe illallah” hakikati içinde, ‘vahdehü’ yani Onun vahdeti/birliği içinde, ‘lâ şerike leh’ yani hiçbir şeriki olmadığı hakikati içinde, ‘lehü’l-mülk’ yani bütün varlığın Ona ait olduğu hakikati içinde, ‘ve lehü’l-hamdü’ yani kainatta gördüğümüz her şeyin Onu gösterip övdüğü hakikati içinde, ‘yuhyî ve yümît’ yani her şeye hayat verenin ve her hayat sahibine ölüm verenin O olduğu hakikati içinde, ‘ve hüve hayyun lâ yemût’ yani Onu hayatın kaynağı olup Kendisinin ölümsüz olduğu hakikati içinde, ‘bi yedihi’l-hayr’ yani bütün hayrın Onun elinde olduğu hakikati içinde, ‘ve hüve alâ külli şey’in kadîr’ yani mutlakiyeti dolayısıyla Onun sonsuz kudret sahibi olduğu hakikati içinde, ‘ve ileyh’l-masîr’ yani her varlık gibi insanın da sonunda Ona döneceği hakikati içinde bunları dünyamıza taşımamız gerekiyor.”

Bir defa zikri doğru anlamak lazım diye düşünüyorum. Zikir benim dünyamda bir ibareyi papağan gibi tekrarlamak değil, o ibarenin ifade ettiği hakikati her an değişen alemde görmek ve her an yenilenen dünyamda tazelemektir, diye anlıyorum. ‘Bir defa anladım, tamam’ demiyorum, dememem gerekiyor. Zira insan günlük koşturmaca içinde kolayca unutabiliyor, gaflete dalabiliyor, duyguları bir taraftan bir tarafa savrulabiliyor. Tekrar tekrar hatırlama ya da zikir bu bağlamda kendimizi ‘hizalama’ anlamına geliyor.

Bu müzakereden sonra moderatör şunları söyledi: “Allah’ın isimlerini biz kainata bakarak, kainattan yola çıkarak biliyoruz. Kainattaki kudret eserlerinden Onun kadir, hikmet eserlerinden hakîm, rahmet eserlerinden rahîm… ismine ulaşıyoruz. Aynı şekilde ism-i azamı da kainata bakarak, kainattan yola çıkarak biliyoruz. Bakan kişi, baktığı yer, bakışını yoğunlaştırdığı boyut açısından tezahür eden isimler farklı olabiliyor. İsm-i azamın kişiden kişiye değişmesi de bundan kaynaklanıyor. İsm-i azam bakan kişi ve baktığı boyut açısından en şaşaalı, en parlak görünen isim ya da isimler oluyor. Mesela bu isimler İmam-ı Ali’de ‘ferd, hayy, kayyûm, hakem, adl, kuddûs’ şeklinde tezahür etmiş. Başka bazı şahıslarda farklı biçimlerde. Ben bunu araba örneği ile zihnimde şöyle oturtuyorum: Ben bir arabaya bakınca, mesela mekaniğini inceleyip, ‘mekaniği çok harika’ diyorum. Başka birisi elektroniğine odaklanıyor, o da ‘elektroniği çok harika’ diyor. Yani arabada dikkatimizi çeken yer açısından baktığımızda Ustasını tanıtan özelliği yahut özellikleri. İsm-i azam da kainat binasının ya da arabasının Ustasını en parlak şekilde gösterdiği özellikleri demek oluyor. Tevhîdî cümleye tekrar dönecek olursak, demek ki kainat, bakıldığında ustasını, Rabbini bu on bir kelime ile tanıtıyor. Hatta tabir yerindeyse bangır bangır bağırarak tanıtıyor! Onun için bu tevhîdî cümleyi sabah-akşam tekrarlamamız, zikretmemiz gerekiyor.”

“Bu tevhîdî cümleyi neden sabah-akşam tekrarlamamız, zikretmemiz gerekiyor? Bir defa zikri doğru anlamak lazım diye düşünüyorum. Zikir benim dünyamda bir ibareyi papağan gibi tekrarlamak değil, o ibarenin ifade ettiği hakikati her an değişen alemde görmek ve her an yenilenen dünyamda tazelemektir, diye anlıyorum. ‘Bir defa anladım, tamam’ demiyorum, dememem gerekiyor. Zira insan günlük koşturmaca içinde kolayca unutabiliyor, gaflete dalabiliyor, duyguları bir taraftan bir tarafa savrulabiliyor. Tekrar tekrar hatırlama ya da zikir bu bağlamda kendimizi ‘hizalama’ anlamına geliyor. Bilhassa güne başlarken ve gün bitip akşam olunca kendimizi hizalamamız şart. Arabalarda ‘rot-balans’ ayarı derler, bunun gibi de kendimize ayar vermemiz lazım. Aksi halde tekerler sağa sola kaymaya başlıyor. Ama şüphe yok ki bu hizalamayı yaparken bunun ‘mütefekkirane’ yani anlamını düşünerek yapılması gerekiyor. Belli lafız veya ibarelerin tekrarlamasında akıl hissesini alıyor, kalp hissesini alıyor, bilmediğimiz diğer duygularımız hissesini alıyor”.

Dersin devam eden bölümlerinde metinde geçen “tevhid-i rubûbiyet”, “kibriya-i vahdet” ve “kemal-i vahdaniyet” terkipleri ile ilgili olarak da önemli tefekkürler dile getirildi. Ayrıca Mukaddimenin ilk paragrafındaki cümleler ve özellikle “iman-marifetullah” ilişkisine dair kıymetli notlar paylaşıldı. Allah razı olsun.

Yazar hakkında

İlyas Üzüm

Dünyalıyım. Güneş Sistemi sokağında oturuyorum. Yaşadığım Samanyolu galaksisi şehrini bile gezemedim. Yolda mıyım, emin değilim ama "yolda olmak, yolcu olmak" istiyorum; zaman ve varlığın sonsuz yolculuğunda.

Yorum yazın