Kâinatın bir Yaratıcısı olması gerektiği sonucunu çıkarmak, insanın Allah ile kişisel bir irtibata geçmesinin yolu değildir. Kâinatın düzeni ile ilgili olsa bile, ulaşılan akli sonuçlar, mecburiyet hissetmediğimiz sürece hayatımıza etki etmez. Mesela bir ülkenin vatandaşıysanız, oranın yönetimi tarafından belirlenmiş bir dizi kanuna uyma durumunuz vardır. Bunun dışındaki hayatınızda özgürsünüz. Hükümeti görmüyor olsanız da, varlığından eminsinizdir. Benzer biçimde, kâinattaki kanunlara uymaniz, sizi kâinatın yönetimiyle irtibatlandırır. Az bir yekûn tutan günlük ibadetlerin yanında, Allah kavramı bütün bir varlığımıza nasıl etki edebilir?
Kendimizi Yaratıcı ile nasıl ilişkilendireceğiz?
Bir benzetmeyle başlayalım. Kâinat bir tablo ve ben de bu tablodaki resmin bir parçasıyım. Kendi varlığımın şuurunda olduğum gibi, resmin diğer kısımlarının varlığının da şuurundayım. Resimde gördüğüm şeylerin özellikleri olduğunu fark edip, o özellikleri araştırmaya başlıyorum. Bende sorgulama yeteneği olduğu için, gördüğüm şeylerin nasıl var olduklarını araştırıyorum. Varlıklarla uyum içinde çalışıyor olmamdan dolayı, kâinattaki her bir varlığa bakıp inceliyorum. Ve soruyorum: Bunlar bu şekilde nasıl var olabilirler? Bu soruyu sormak kaçınılmazdır.
Bendeki araştırma isteği/dürtüsü beni şu soruları sormaya sevk ediyor:
- Benim ve gördüğüm diğer varlıkların varlık kaynağı nedir?
- Burada gördüğüm ve tecrübe ettiğim özelliklerin varlık kaynağı nedir?
- Çevremde gördüğüm ve gözlediğim tüm bu düzenin varlık kaynağı nedir?
- Resim (kâinat) sürekli değişiyor, bu değişime neden olan Sebep nedir?( Resim (kâinat) bir düzen içinde varolduğuna göre, değişim de bir düzen içinde olmalıdır.)
- Bu değişimin bilincinde olduğuma göre, bu bilinç nerden geliyor? (Beynim kâinatın bir parçasıdır. Bilincim beynimin varlığını ve görevini sorguluyor.)
İrademi belirli bir yönde kullanma özgürlüğüm var. Yani özgür seçimime bağlı olarak, gördüklerimi dilediğim biçimde yorumlayabilirim. Şimdi resmin devamlı biçimde değişmesine neden olan bir parçanın, resmin içinde olup olmadığını araştırıyorum.
Araştırmamın sonucunda görüyorum ki:
- Hiç bir şey, kendi kendine var olmuyor. (la ilahe)
- Hiç bir şey, bir diğer şeyin var edeni değildir. (la ilahe)
- Varlık düzeninden dolayı varlıklar arasında bir ilişki vardır. Bu ilişki yanlış bir şekilde “sebep ve sonuç” ilişkisi diye bilinmektedir. Fakat hiçbir şey sebep değildir. Mesela gözlüğün bütün parçaları bir arada bir gözlüktür. Cam, çerçeve ve diğer kısımların bir birinden haberi yoktur ama anlamlı bir biçimde bir araya getirilmişlerdir. Kendi özgür irademi kullanarak, gözlüğün parçaları gözlüğün varlık sebebi olamazlar yani onu yapmış olamazlar sonucuna ulaşıyorum.
- Hiç bir şey, bir diğerini var edemiyor, sadece varlık düzeninin bir parçası olarak görülüyor. Örneğin bir binanın 4.Katı, 5.katın varlık sebebi midir? Hayır. Binanın bütün katları hep birlikte anlamlı bir şekilde, binayı teşkil etmek üzere yapılmıştır. Bu araştırmanın bir sonucu olarak, kâinatın sadece bir parçasının değil, kâinatın tamamını ifade eden bütün parçalarının kâinat türünden olmayan, onun dışındaki bir varlık kaynağı tarafından var edilmekte olduğunu anlıyorum.
Böylece merak etmeye başlıyorum:
– Ben neyim? Burada neler oluyor?
– Varlıkları anlamlı ve düzenli bir şekilde var edip, onları sürekli yeniden var eden bir dış etken olmalıdır.
Bilincimle anlıyorum ki, bu dış etken kâinatta faal olduğunu bana sürekli hatırlatıyor. Kâinat her bir varlığıyla, bu dış etkenin etkisiyle var olmaktadır. Şimdi, kâinatta gördüğüm şeylerin niteliklerini anlamaya çalışıyorum. Kâinatta gördüğüm düzen, hikmet, fayda, gaye, ahenk, bilgi ve ilişkililik, eserin sanatkârın özelliklerini yansıtmasına benzer biçimde, bu Dış Etken’in niteliklerini (isimlerini) yansıtmaktadır.
İlişkililik = her şeyin birbiriyle ilgi ve iletişim halinde olmasıdır. Fakat hiçbir şey bu iletişimi kendi başına sağlayabilecek nitelikte değildir. Öyleyse her şey bir diğeriyle iletişim halinde var edilmektedir.
Her şey birbiriyle doğrudan alakalıdır ve her şey anlamlı bir biçimde düzenlenmiştir. Resmin bir parçası olarak kendime bakıyorum. Çeşit çeşit duygularım var ve bunlar kâinat (resim) parçaları türünden değildir. Farkında olduğumuz her duygu/nitelik bu Dış Etken tarafından var edilmiştir. Bu nitelikler Dış Etken’e ait olup, O’ndandır. Kâinatta bu niteliklerin benzerlerinin de var olduğunu kolayca anlayabilirim. Örneğin şefkat duygusu. Bütün hayvanlarda da şefkat duygusu vardır. Benim şefkat duygum sadece benimle değil, diğer varlıklarla da ilintilidir. Dış Etken bana bu duyguları, kendi tecrübelerim üzerinden Kendisini tanımam amacıyla vermiştir. Bu çeşit yaratma ile bana verilen mesaj: “Beni bu nitelikler ile tanı” biçimindedir.
Bilincim zorunlu olarak, bu niteliklerin Dış Etken ile bir tür iletişime geçmek manasına geldiği sonucuna götürüyor. Hür irademiz var ve onu istediğimiz yönde kullanabiliriz. Örneğin, bilgisayarımı kırma özgürlüğüm var. Bunu yaptığım zaman bilincim yanlış bir şey yaptığımın farkında olur. Her şey mükemmel biçimde ayarlanmış, insani niteliklerimi yanlış yönde kullanabildiğim gibi onları koruma, geliştirme veya bozma tercihinde de bulunabilirim.
Bu kâinattaki her nitelik/özellik iyidir. Yanlış bir şey yapmayı seçersem, irademi yanlış kullanmış olurum. Bir şeyi yaptığımın farkında olmam, bilincimin beni asla terk etmediği (istisnalar hariç) manasına gelir. Dilinizle iradenizi yanlış kullanmanızın haklı olduğunu seslendirseniz bile, vicdanınız bir şeylerin yanlış gittiğini haber vermekten geri durmaz. Kur’an da şöyle bir ayet var: “Allah sizi merhametinden dolayı cezalandıracaktır.”(19:45) Yani eğer yanlış bir şey yaparsak, Yaratıcı tarafından ikaz ediliriz. Ne merhametli biridir O!
Soru: Hepimiz farklı bilinç düzeylerindeyiz. Evrensel bir bilinç düzeyi var mıdır?
Cevap: İnsan bilincinin göreceli olmasının, bilincin var olmasıyla bir ilgisi yoktur. Bilinç düzeyini düşünmek yerine bilincin var olmasını düşünmek daha anlamlıdır. Herkesin bilinç düzeyi, bağlama göre değişir. Her şeye kendi varlığındaki özellikleriyle bakmalıyız. Biz bir kişinin ne tür bilince sahip olduğunu bilemeyiz ama kendi tecrübemiz üzerinden bir kişinin bilinç sahibi olduğunu anlarız. Kendi tecrübemle, kâinat türünden olmasa da, varlık kaynağım ile iletişime geçiyorum. Bu benim insan olarak resimden anladığımı ifade etmenin yoludur. Ressamı tanıyor muyum? Ressamı tanıyan var mı? Resmin bir parçası ressamı tanır mı? Hayır. Ama resim bir sinema filmi gibi sürekli değişiyor. Ressamı tanımıyoruz ama neyi biliyoruz? Bir ressam olması gerektiğini biliyoruz.
Kur’an, “gaybı (Mutlak veya bilinmeyen) kimse bilemez” türü ifadeler içeren ayetleriyle sanki çelişkiliymiş görünür. Bazı ayetler “gayba inanmazsanız mü’min olamazsınız” gibi ifadeler içerir. Bunun anlamı, dünyada bulunuş gayesine ulaşmadınız demektir. Diğer bir ayet “gaybı Allah’tan başkası bilemez” der. Bu ayetlerden ne anlıyoruz? Açıkça bize Dış Etken’in bizim için “bilinmez” olduğunu, fakat varlığının ve özelliklerinin çokça bilinmesi gerektiğini anlatmaktadır. Kurân kendisiyle çelişir mi? Kimse gaybı bilmiyor ama Kur’an bizden gayba inanmamızı istiyor. Gaybın varlığını bilmek, var olmanın bir boyutudur. Gaybın varlığı bilgisine sahip olmakta ayrı bir boyutudur. Resmin bilinçli parçası, ressamın varlığından emindir. Buna gayba iman denir.
GAYB NEDİR? İnsan zihninin bir nesneye baktığında onun varlık kaynağı olarak gördüğü “bilinmeyen” şeydir. Diğer bir ifadeyle bir şeye baktığınız zaman, bilincinizle ulaştığınız ve o şeyin kendisine ait olmayan bir “başka özelliktir”. Bu başka özellik “gayb” veya başından beri ifade ettiğimiz “dış etkendir”. Örneğin, bir bilgisayar ekranına baktığınız zaman, ekranda yazılanın anlamı aklınıza gelir. Evet. İşte gayb budur. Aklınıza gelen manadır. Mesela size bir yemek getirilirse: “Bunu kim yaptı veya gönderdi?” diye sorarsınız. Böyle yaparak gayba (bilinmeyene) göndermede bulunursunuz. Çünkü yemek kendi kendine gelmez veya yapılmaz.
Şimdi bir çiçeğe bakalım. Güzeldir. Güzellik ne demek? Diğer göreceli güzellik veya çirkinlik durumlarını düşünmeyin. Güzellik kavramı vardır. Kendi ihtiyaç ve şartlarınıza göre güzelliği diğerlerinden daha güzel biçimde tanımlayabilirsiniz. Bu dünya şartlarında tecrübelerin göreceli olması kaçınılmazdır ama herkes güzellik kavramının varlığı konusunda hemfikirdir. Bundan eminim ve güzellik sıfatının var olduğu sonucuna ulaşıyorum. Bir şeye baktığınızda ondaki nitelikleri görerek gayb ile irtibata geçersiniz. Örneğin, biri size bir demet çiçek verdiğinde mutluluk duyar ve düğün merasiminizi hayal edersiniz. Burada çiçek maddesi üzerinden gayb ile iletişime geçiyorsunuz demektir.
⇒ Dış Etken bizim açımızdan bilinmezdir ama O’nun var olduğundan eminiz.
Kâinattaki her şey bize Dış Etkenin özelliklerini hatırlatır (melekût). Bir demet çiçekte gördüğümüz bir miktar zerre veya atom “mülk”tür. Bunu kim gönderdi diye sorarsanız çiçeğin madde (mülk) boyutunu aşıp mana (melekût) boyutuna gidiyorsunuz demektir. Örnek: Bir bina sadece maddeden yapılmış değildir. Binaya bakınca ne anlıyoruz? Amaçlı biçimde tasarlanmış ve düzenlenmiş olduğunu anlarız. Binanın mimarını gördünüz mü? Hayır. Mimarın binayı bilinçli biçimde tasarladığından emin misiniz? Evet. Benzer biçimde, bu kâinatı var eden kimse, kâinatın sahibi de odur. Kâinatı amaçlı biçimde düzenleyen kim ise sahibi de odur. Burada her şey Kâinatın Sahibinin Mutlakıyetine işaret eden bir mana taşır.
Kâinatta gördüğüm özelliklerin hepsi, iletişim halinde olduğum sürece, bendeki özelliklerle iletişim halindedir. Ben bu özellikleri tanıyorum. Bunun anlamı nedir? Ben bu resmin bilinçli bir parçası olarak, resmin diğer parçalarıyla birlikte yapılmışım ve bendeki özellikler kanalıyla diğer parçalarla iletişim halindeyim. Kâinattaki bu özellikleri bana verilen özellikler vasıtasıyla tanıyabilirim veya bu özelliklerle kendimdeki özelliklerin bağlantısını keserek, görmezden gelerek ve Yaratıcı’yla iletişim kurmadan da yaşayabilirim. Yukarıdaki örnekte olduğu gibi, mimarı tanıyor musunuz? Hayır. Mimarla iletişim kurabilir misiniz? Evet. Çok ilginç! Bilmediğiniz bir şeyle iletişime geçiyorsunuz. “Gayba iman” ile “gaybı bilmek” arasındaki fark budur. Mimar ile iletişime geçmek ne demektir? Karanlık olduğunda ışığı açarsınız. Binayı yapan mimar, elektrik tesisatını kurarak, ışığı temin ederek ve ışığa ihtiyaç duyma hissini size vererek ihtiyaçlarınızı karşılamaktadır. Bu mimarın tercihidir. Benzer biçimde kâinatı yapan Birinin, size verilen özellikler kanalıyla hissettirdiği tüm ihtiyaçlar O’nu hayatın varlık kaynağı olarak tanımanız için yapılan bir çağrıdır.
Kâinat, benim hayatımın Varlık Kaynağıyla iletişime geçerek O’nu tanımam için hazırlanmıştır. Bana verilen bunca imkânın, anlamlı biçimde kullanabilmem için verilmiş olmasına göz yummam ve teşekkür etmemem doğru bir şey midir? Hayır, yüzlerce defa hayır. Kâinattaki anlamlı, amaçlı var edilişi gördüğümüz zaman, verilen özelliklerden dolayı şükreder ve Varlık Kaynağımızı tanımış oluruz. Örneğin, “bana susama hissini ve bu ihtiyacı su ile giderme imkânını verdiğin için teşekkür ederim” deriz.
Eğer kâinatın bütün parçalarının benim bilincim üzerinden kâinattaki özelliklerin bendekilerle iletişimini sağlamak için hazırlandığını anlarsam, o zaman varlığımı kâinatın varlığıyla ilişkilendirmiş olurum. Bu ilişkinin tanınmasına “iman” denir. İman çıkardığım sonuca göre, emniyet ve güven hissidir. Bendeki bütün özellikler, benim ve kâinatın Varlık Kaynağı’nı tanımak ve iletişime geçmek için kullanılmalıdır. Kendimi kâinattan bağımsız görmemeliyim. Kâinat olmadan, Varlık Kaynağı ile iletişim kurabilir miyim? Hayır, kâinat şahitliği benim ulaştığım sonuçlara deliller göstermem için gereklidir.
⇒ Bir Araç (yaratma/kâinat) olmadan Yaratıcı ile iletişim kurulamaz.
İnsani duygularımızı kâinat ile etkileşim olmadan kullanabilir miyiz? Eğer böyle yaparsanız önceki örnekleri hatırlıyor veya hayal gücünü kullanıyorsunuz demektir. Bunlar sizi Varlık Kaynağına götürmez. Bu nedenle her tecrübenin somut biçimde gerçekleşebilmesi üzerinde çalışmanız gerekmektedir.
Örnek: Yemek yediğiniz zaman sizden (1) yemeğin Yaratıcı’sıyla iletişim kurmanız (2) yemeğin özelliklerini bilmeniz (3) yemeğe ihtiyacınızın olmasını bilmeniz (4) yemeğin bu özellikleriyle iletişim kurmanın farkında olmanız (5) kendi özelliklerinizi biliyor olmanız beklenir.
⇒ Bu iletişim her zaman sizinle konuşan Yaratıcınız ile gerçekleşmektedir.
Bu dünya şartlarında organlarımız ve cildimiz dâhil her şey bizimle konuşur. Dolayısıyla her şeyi konuşur biçimde Yapanın da konuşuyor olması lazım. İrademizi bunun örneğini görmek veya görmezden gelmek yönünde kullanmakta hürüz. Ben konuştuğum zaman Yaratıcım diyor ki: “Benimle kendi konuşman üzerinden iletişime geç!” Yani, konuşabilme ve anlayabilme yeteneğinin kaynağını tanı. Ayrıca insanın fiziksel biçiminde konuşan ve insanları konuşma yeteneğiyle yaratan Biri olmalı ve insanlara duyup, anlayabilecekleri biçimde sözlü olarak konuşuyor olmalı (yani Kur’an). Kâinat, Yaratıcısının bir konuşması olmalı aksi halde burada gözlediğimiz yaratılma biçimi ve özellikleriyle çelişen bir durum olur. İnsan Yaratıcı’nın sözü olduğunu iddia eden Kur’an ile tutarlı bir ilişkide olmalı. Bunun için kâinat, insan ve Kur’an ahenk içinde çalışmalıdır.
Allah’a gitmek demek metinde konuşanın kim olduğunu tanımak demektir. Basitçe “Allah” demeyin. Bunu diyebilmeniz için (1) kendi kesin tecrübenizle anlamlı biçimde bir Allah’a imanı tesis etmeniz (2) Allah’ın şimdi sizinle konuşuyor olduğunu bilmeniz (3) konuşanın kâinatın Yaratıcısı olduğunu bilmeniz (4) Yaratıcı’nın özelliklerini kâinatta resmettiğini bilmeniz (5) O Yaratıcının kâinattaki tüm özelliklerinin bir özetini, kendisiyle iletişim kurabilmeniz için size verdiğini bilmeniz ve (6) sizi bu bağlama yerleştirdiğini bilmeniz gerekmektedir.
- Ben
- Kâinat
- Konuşma
İltica etmek için bu üç elemanın olması ve birbirleriyle uyum içinde çalışması gerekmektedir. Bu uyumu sağlayamazsanız Kur’an okuyamazsınız. Kur’an okuyamazsanız Yaratıcı ile fiziksel bir temas kuramazsınız. Ayrıca temizlenmedikçe Yaratıcı ile fiziksel bir temas kuramazsınız. Önyargılarınızdan, kirli emellerinizden ve beklentilerinizden kurtulmanız yani abdest almanız gerekmektedir. Abdest ile maddi yönünüzü de kontrol altına alırsınız. Yani bir maddi ihtiyaç, örneğin tuvalet ihtiyacı kontrolü ele geçirmişse, sizi bu ihtiyacı gidermeye zorlayarak insaniyetinizi kontrol altına alır. Abdest alarak kontrolü tekrar iradenize teslim edersiniz. Abdest sembolik olarak bedenin kontrolünü bilince vermek demektir. Fiziksel olarak kontrolü ele aldıktan sonra Allah’ın sözü ile irtibata geçmek için kâinatın maddi yönünün ne anlama geldiğine bakarsınız. Allah’a iltica etmezseniz, Allah’ın sözünü okuyamazsınız. Yani Allah’ı her bir şeyin yaratıcısı olarak tanımazsanız, kâinatta olan biten her şeyin sözlü açıklamasını (Kur’an) da anlayamazsınız.
Not. New York Üniversitesi İslam Merkezinde Dr. Ali Mermer tarafından İngilizce yapılmış bir dersin notlarıdır. Çeviri Erkan Göktaş tarafından yapılmıştır.
Allah razı olsun çok güzel bir çalışma olmuş. çok istifadeye medar bir yazı. son kısımda işlenen “Allaha iltica etmek” ve “Kuranı anlamak” arasındaki ilişkiyi tam anlayamasam da şöylece ifade etmeye çalıştım kendimce: insan kendi var oluşunu ve kainatı tam anlamıyla Yaratıcıya bağlayarak anlamlandıramadığında o Yaratıcının kainatın açıklaması olan konuşmasını (Kuranı) anlayamaz. Kuranı anlayamayan ise Yaratıcı ile fiziki iletişim kuramaz.
Allah razı olsun.”Ayrıca temizlenmedikçe Yaratıcı ile fiziksel bir temas kuramazsınız. Önyargılarınızdan, kirli emellerinizden ve beklentilerinizden kurtulmanız yani abdest almanız gerekmektedir. Abdest ile maddi yönünüzü de kontrol altına alırsınız. Yani bir maddi ihtiyaç, örneğin tuvalet ihtiyacı kontrolü ele geçirmişse, sizi bu ihtiyacı gidermeye zorlayarak insaniyetinizi kontrol altına alır. Abdest alarak kontrolü tekrar iradenize teslim edersiniz. Abdest sembolik olarak bedenin kontrolünü bilince vermek demektir.”Anlayamadım biraz daha açıklar mısınız? tuvalet ihtiyacı insaniyetimizi kontrolü altına nasıl alır ve abdest alarak kontrolü nasıl ele alabiliriz?