KUR’AN’IN ‘MU’CİZE’LİĞİNİ KAİNAT ÜZERİNDEN TEMELLENDİRMEK
“Birinci Menba:
Lafzın fesahatinden selaset-i lisanı;
Nazmın cezaletinden, mana belâgatından, mefhumların bedaatinden, mazmunların beraatından, üslupların garabetinden birden tevellüd eden bârika-i beyanı. Onlarla oldu mümtezic, mizac-ı i’cazında acib bir nakş-ı beyan, garib bir sanat-ı lisanî.
Tekrarı hiçbir zaman usandırmaz insanı.”
Ha-mim’in 06. 12. 2020 tarihli online 134. Lemaat dersinde, “İcâz ile Beyan İ’câz-ı Kur’an” başlıklı uzun metnin yukarıda alıntılanan parçası okunup müzakere edildi. Müellif bu uzun başlığın giriş kısmında bir rüyasını anlattıktan sonra, Kur’anın mucize oluşunun hem “yedi küllî menbadan tecelli, hem yedi anasırdan terekküp ettiğini” söylüyor. Derste konu edinilen metin, bu yedi küllî menbadan birincisini teşkil ediyor. Burada dile getirilen i’caz vecihleri izahsız olduğu, ayıca belli bir teknik bilgi gerektirdiği, ayrıntılı açıklama ve örneklerin müellifin ayrı bir eseri olan “Mu’cizât-ı Kur’aniye” kitabında (25. Söz) işlendiği için moderatör yerinde bir tavırla, her i’caz vechini bir katılımcıya vermiş, ders bu katılımcıların sunum ve ayrıca odadaki diğer katılımcıların da müzakerelerini paylaşmalarıyla gerçekleşti. Dersteki sunum ve müzakereleri youtube’daki ilgili kayıta havale edip burada, şahsî çağrışımları da ekleyerek bazı kısa kesitler aktarmak istiyorum.
*Önce metindeki “beliğane” ifadeyi görmek gerekiyor galiba. Dört beyit tarzında mensur cümleden oluşan metnin ilk cümlesinin son ibaresi “selaset-i lisanı”, ikincisinin son kelimesi “barika-i beyanı”, üçüncüsünün son ibaresi “san’at-ı lisanî”, dördüncünün son kelimesi ise “insanı” diye bitiyor. Metni buradaki sanatlı ifadeyi dikkate alarak okuduğumuzda ayrı bir güzellik çıkıyor ortaya.
*Müellif daha sonra gündeme gelecek olan yedi külli menbadan ilki olan bu Birinci Menbada, Kur’an’ın i’cazını gösteren hususları altı maddede sıralıyor: a) Lafzındaki fesahat, b) nazmındaki cezalet, c) mânasındaki belağat, d) mefhumlarındaki bedâet, e) mazmunlarındaki berâat, f) üslûbundaki garâbet. Açıklama ve örnekleme olmaksızın sayılan bu maddeler 25. Sözün Birinci Şulesinin Birinci Şuasında detaylı olarak ele alınıyor. Dolayısıyla bu altı maddeyi anlayabilmek için söz konusu yerin okunması zaruri görünüyor.
*Evet, Kur’an’ın lafzındaki fesahate dikkat etmek gerekir. Bilindiği gibi lafız, ses ve ses grupları ile onları ifade eden harf ve harf gruplarının oluşturduğu remizlerdir. Diğer bir ifadeyle lafız “mâna”yı taşıyan kalıplardır. Metin diyor ki, Kur’an’ın lafzındaki fesahatte yani açıklık ve güzellikte “akıcı bir dil” vardır. Ben bunu anlamak için kainata bakıyorum, söz gelimi, bir mandalinayı gözümün önüne getiriyorum. Daha ilk bakışta mandalinadaki ‘albeniliği’ görüyorum. Çok güzel bir ambalajı var. O ambalajı açtığımızda yani kabuğu soyduğumuzda mandalinanın dilimleri ile karşılaşıyoruz. Her dilim de yine çok özel bir ambalaja sarılmış. Sonra dilimi incelediğimizde bütün içeriklerinin yine en güzel şekilde düzenlenip yerleştirilmiş olduğunu anlıyoruz. Sonra çekirdeği görüyoruz… Demek istediğim şu: fiziki alemde her varlığın taşıdığı özelliğe yani anlam ve yararlılığa uygun şekilde paketlendiğini, yani bir anlamda lafza sarıldığını görüyoruz. Gördüğümüz bu özelliği ya da özellikleri varlıkların kendisine, örneğimizde mandalinayı ağaca, toprağa, bahçıvana veremeyeceğimizden emin olup (Lâ ilâhe), ardından mutlaka Gaybî bir Kudret ve Yapıcı olmalıdır (illallah) diyoruz. Tekrar Kur’an’ın lafzına dönersek, işte Kur’an’daki lafızları incelediğimizde de, böyle bir güzelliği ve akıcılığı görüyoruz. Ayetlerin lafzındaki güzellikleri fark edecek ‘donanımımız’ olmasa bile onun okunduğunda usanç vermemesinin, lafzındaki güzelliği yansıttığını ifade edebiliriz. Nitekim metnin sonundaki cümle tam da bunu ifade ediyor. Öte yandan müellif, başka yerde bu konuyu işlerken “Kur’an’ın kalplere azık, akla kuvvet ve gınâ, ruha su ve ışık, nefislere deva ve şifa olduğunu”, onun usandırmamasının bundan dolayı olduğunu dile getiriyor. Bu kuru bir iddia olmayıp gerçekten tecrübe ettiğimizde bunun böyle olduğunu hissedebiliyoruz.
*Ben de Kur’an’ın “nazmındaki cezâlete” yani güzelliğe ilişkin kısa bir müzakere notu paylaşmak istiyorum. Bilindiği gibi nazım sözlükte “diziliş” anlamına geliyor. “Kur’an’ın nazmındaki cezalet” denildiğinde de “lafızların murat edilen mânaya uygun olarak dizilmesindeki güzellik ve ahenklilik” kast ediyor. Diğer bir tabirle bu terkip “Kur’an’ı meydana getiren surelerin, sureleri meydana getiren ayetlerin, ayetleri meydana getiren kelimelerin dizilişindeki uyum ve mükemmellik” demek oluyor. Bir önceki müzakerede verilen mandalina örneği üzerinden ifade etmek gerekirse, mandalinadaki dilimlerin dizilmesi onun ‘nazmı’dır. Ben bunu başka bir örnekle açmaya çalışmak istiyorum. Mesela ağzımdaki dişlerimin dizilişi. Önde sekiz tane kesici diş var. Dördü altta, dördü üstte. Sonra dört tane köpek dişi var. Sonra -detaya gerek yok- yeter sayıda küçük azı dişleri ve en sonunda da büyük azı dişleri var. Bunların hepsi yerli yerinde dizilmiş. Mesela azı dişleri kesici dişlerin yerinde olsa hiçbir işe yaramaz. Devam ediyorum, ağzımda dişlerden başka organlarım var. Dilim var, damağım var… Bunların dizilişi de yerli yerinde. Sonra ağzımın da, yalnız bir parçasını teşkil ettiği ‘baş’ım var, kafam. Kafamın dış kısmında gözlerim var, gözlerimin üstünde kaşlarım var. İki yanda kulaklarım var, ön kısımda burnum var, vs. Bunların dizilişi de yerli yerinde. Hayalen yerlerini değiştirdiğinde bunu daha iyi anlıyorum. Uzatmayayım, baş ile gövdem, gövde ile kol ve bacaklarım yine diziliş itibariyle çok uyumlu ve yerli yerinde. Sadece insanın değil, baktığımda evrendeki bütün varlıkların parçaları hem kendi içinde hem de diğer varlıklarla münasebeti açısından diziliş yerli yerinde ve uyum içinde. Bütün bunları, az önce de ifade edildiği üzere, varlıkların kendisine veremiyoruz. Demek ki gaybi bir Yaratıcı, Kudret ve Nâzım var diye bir sonuca ulaşıyoruz.
Buradan tekrar Kur’an’a dönersek, metin diyor ki Kur’an’ın nazmında yani sure, ayet ve kelimelerin dizilişinde harikalık vardır. Müellif bunun detayını ve örneklerini Mucizât-ı Kur’aniye Risalesinde veriyor. Yine müellifin ilk dönem eserlerinden biri olan İşârâtü’l-i’câz isimli eseri de ayetlerin ve ayetler içindeki kelimelerin dizilişindeki harikalıkları gösteriyor. Burada şu bilgiyi de paylaşalım: Surelerin dizilişi ile ilgili farklı görüşler de olmakla birlikte ağırlıklı görüş, bunların çoğunun kendisine verilen işaret çerçevesinde bizzat Resulullah (asm) tarafından tespit edilmiş olmasıdır. Ayetlerin dizilişi yani hangi ayetin hangi ayetten sonra geleceği meselesi ise -teknik tabirle- tamamen ‘tevkîfî’ olup, Hz. Muhammed (asm.) Cebrail’in kavli çerçevesinde bunu tanzim etmiştir. Ayetlerdeki kelimelerin dizilişinin ise vahyî olduğu ise gayet bedihidir.
*Metin bir başka i’câz vechi olarak Kur’an’ın mânasındaki belağatı zikrediyor. Biz aynı yöntemle, yine kainata baktığımızda varlıklarda ve olaylarda açık bir ‘anlamlılık’ görüyoruz. Diğer bir ifadeyle evrene baktığımızda boş, mesajsız, anlamsız hiçbir şey görmüyoruz. Yani her varlığın ve bir varlıktaki her parçanın bir ‘maksad’ı olduğunu anlıyoruz. Varlıklardaki maksat bizi ‘mânâ’ ya götürüyor. Bedenimizdeki her organ, çevremizdeki her varlık, kısacası kainattaki her şey bir amaca hizmet ediyor. Demek ki bir anlamı var, demek ki kainatta her şey anlamlı. Bu bağlamda Kur’an’ın anlam dünyasına girdiğimizde onun alemdeki anlamı okuyan, açıklayan bir özelliğe sahip olduğunu görüyoruz. Mesela, Kur’an diyor ki “göklerde ve yerde olan her şey Allah’ı tesbih eder”. Yani gökler ve yerde olan her şey sahip olduğu özelliklerle Yaratıcısının her çeşit kusur ve eksiklikten uzak olduğunu, yani O, şu evrenin Yaratıcısı olduğu için yaratık olan bu evrende gözlemlediğimiz özelliklerle tanımlanamayan Mutlak bir Varlığa sahip olduğunu, dile getirir, her daim de dile getiriyorlar. Yeter ki, biz dikkatle evreni inceleyelim, bu özelliklerin kaynağının ne olabileceğini sorgulayalım. Daha açık bir örnek vermek gerekirse, baktığımızda kainatta gördüğümüz özelliklerin hiçbirisinin -akıl ve insaniyetimizle yaptığımız sorgulama sonunda- eşyanın kendisinden kaynaklanmadığını teslim ediyor, onun bizi gaybî bir Yaratıcıya yönlendirdiğini ve sahip olduğu her şeyin işte O gaybî Zâtın özelliklerinin yansıması olduğunu ifade ediyor. Kur’an da temelde aynı şeyi söylüyor. Dolayısıyla kainat da –deyim yerindeyse- bir çeşit ‘konuşma’ oluyor. Kainatın konuşmasıyla Kur’an’ın konuşması mâna ve mesaj olarak birbiriyle tam bir örtüşme sergiliyor.
Daha açık bir örnek vermek gerekirse, baktığımızda kainatta gördüğümüz özelliklerin hiçbirisinin -akıl ve insaniyetimizle yaptığımız sorgulama sonunda- eşyanın kendisinden kaynaklanmadığını teslim ediyor, onun bizi gaybî bir Yaratıcıya yönlendirdiğini ve sahip olduğu her şeyin işte O gaybî Zâtın özelliklerinin yansıması olduğunu ifade ediyor. Kur’an da temelde aynı şeyi söylüyor. Dolayısıyla kainat da –deyim yerindeyse- bir çeşit ‘konuşma’ oluyor. Kainatın konuşmasıyla Kur’an’ın konuşması mâna ve mesaj olarak birbiriyle tam bir örtüşme sergiliyor. Şu kainatın yaratılışında nasıl özellikler görüyorsanız ‘ben kainatın Yaratıcısının konuşmasıyım’ diyen metinde de aynı özellikleri görmeyi beklemek hakkınızdır. Yani mandalinayı, insanı, insan duygularını, alemdeki diğer varlıkları… kim yapıyorsa, bunlardaki özellikler kimin ise Kur’an’da da bu özellikleri aramalısınız. O halde bakın, araştırın, idrak edin. Eğer arada paralellik varsa, evet Kur’an Onun konuşmasıdır, deyin. Evet, yapılan açıklama ve verilen örneklerde görüldü ki kainatta gözlemlediğimiz özellikler ile Kur’an’da gördüğümüz özellikler arasında tam bir uyum, örtüşme ve paralellik var. O halde kainatı yapan, yaratan, işleten kim ise Kur’an da ancak Onun konuşması olabilir.
*Buraya kadar müzakereci arkadaşların Kur’an’ın lafız, nazım, mâna, mefhum, üslubundaki i’cazı anlatırken kainattan yola çıkarak örnekler vermeleri, mesela bir arkadaşın mandalina, başka bir arkadaşın insan, diğer bir arkadaşın insan duyguları… üzerinden hareket ederek açıklama yapmaları ve yaratılıştaki özellikler ile Kur’an’daki özelliklerin paralelliğine dikkat çekmeleri bende şöyle bir özet yaklaşıma yol açtı: Şu kainatın yaratılışında nasıl özellikler görüyorsanız ‘ben kainatın Yaratıcısının konuşmasıyım’ diyen metinde de aynı özellikleri görmeyi beklemek hakkınızdır. Yani mandalinayı, insanı, insan duygularını, alemdeki diğer varlıkları… kim yapıyorsa, bunlardaki özellikler kimin ise Kur’an’da da bu özellikleri aramalısınız. O halde bakın, araştırın, idrak edin. Eğer arada paralellik varsa, evet Kur’an Onun konuşmasıdır, deyin. Evet, yapılan açıklama ve verilen örneklerde görüldü ki kainatta gözlemlediğimiz özellikler ile Kur’an’da gördüğümüz özellikler arasında tam bir uyum, örtüşme ve paralellik var. O halde kainatı yapan, yaratan, işleten kim ise Kur’an da ancak Onun konuşması olabilir.