Var edilmişler aleminde yaşıyoruz. Her şeyden önce kendi varlığımız var. Etrafımızda gördüğümüz varlıklar var. Dokunduğumuz varlıklar var. Elimizin uzağında kalan varlıklar var. Gözümüzle ulaştığımız varlıklar var. Gözümüzün uzağında olan ancak var olduğunu bildiğimiz varlıklar var (atomlardan galaksilere kadar). Renk renk, çeşit çeşit, desen desen bitkiler var. İrili-ufaklı sayısız ağaçlar var. Denizde yüzen balıklar var. Gökte uçan kuşlar var. Üzerine bastığımız toprak var. İçimize çektiğimiz hava var. Gökleri süsleyen yıldızlar var…
Düşünen, karşılaştıran, değerlendiren, sonuçlar çıkaran “insan olarak”, baktığımızda, bütün varlıklarda, bütün varlık çeşitlerinde, tek tek her bir varlıkta apaçık bir anlam, aşikâr bir mana, yadsınamayacak bir anlamlılık görüyoruz. İşte bizi varlıkların anlamı ya da anlamlılığı yönü ile karşılaştıran, bizi buna götüren araçlara, aracılara “melek” diyoruz. Sevdiğimiz bir kimseye, sevgimizi ifade etmek üzere gönderdiğimiz çiçek buketi anlam olarak sevgimizi taşıyan bir aracı, bir “melek” ise, gördüğümüz-görmediğimiz, dokunduğumuz-dokunmadığımız, bildiğimiz-bilmediğimiz evrendeki her varlık Yaratıcıdan gelen bir buket çiçektir. Tüm varlıklar, Sahibinin mesajını taşıdığı, Onun özelliklerini yansıttığı için taşıdıkları mana yönüyle aracıdır, araçtır, melektir.
Bu husus göz önünde bulundurulduğunda dağa bakmak, dağdaki mesajı yani anlamı temsil etmesi bakımından meleğe bakmaktır. Ağaca bakmak, ağaçtaki mesajı yansıtması bakımından meleğe bakmaktır. Yıldıza bakmak, yıldızdaki mesajı yansıtması bakımından meleğe bakmaktır.
İfade etmeye çalıştığım hususu teyit etmek üzere, vaktiyle bir zatın Said Nursi’den naklettiği bir hatırayı paylaşmak istiyorum. Bu hatıranın ne kadar sahih olduğunu bilmemekle beraber, içeriğini tutarlı görüyorum:
Biliyorsunuz, zalimler Nursi’yi ve arkadaşlarını canilerle, hırsızlarla bir tutarak hapishanelerde süründürdüler. Bir temele dayanmayan iddialarla hakikatin karşına çıkanların tek sığınağı her zaman kaba güçtür, otoritedir. Fakat hakikat üflemekle sönmez. Güneşi üfleyerek söndürebilir misiniz? Nursi’nin hapishanede yazdığı Risaleler neredeyse en kuvvetli delilleriyle hakikati güneş gibi ortaya koyuyor, milyonlarca muhtaç insan bu hakikatten faydalanıyor. Ben “Kader-i İlahi’nin ne kadar Rahmetle muamele ettiğini” bu Risalelerden faydalandığım zaman fark etmiştim (okuduğum zaman değil).
Hakikat karşısında çaresiz kalan zalimler, çaresizliklerinin intikamını, onları hapishanede “tecrit” dedikleri küçücük hücrelere tıkarak almaya çalıştılar. Böylece o insanların hakikati başka insanlara ulaştıramamalarını hedeflediler. Ama sonunda güneşi (hakikati) çamurla sıvamaya çalışan bu ahmaklar insanların hatıralarında tarihin karanlıklarına gömülüp gittiler, hakikat güneşi “taliplerini” aydınlatmaya devam ediyor!
Hatıraya geleyim: Böyle hücreye tıkılan arkadaşlarından birisi Nursi’ye sonradan diyor ki: “Hücrede hiç sıkılmadım, gözlerimi yumdum, hep melekleri düşündüm ve onlarla beraber olduğumu hayal ederek teselli buldum, mutlu oldum”.
Bunun üzerine Nursi gibi kalbi, aklı, ruhu uyanık birisi ne dedi dersiniz? (Devamını okumadan hemen bilgisayarınızı veya telefonunuzu kapatın ve tahmin etmeye çalışın “melek” denilen şeyin ne olduğunu anlamak istiyorsanız. Sonra devamını okuyun. Okuyunca, benim tecrübemde olduğu gibi “melek ne demekmiş de benim hiç haberim yokmuş” diyeceğinizi tahmin ediyorum. Çünkü ben öyle demiştim ilk defa bu hatırayı duyduğum zaman. Bekleyin, devamını okumayın, düşünün ve sonra devam edin lütfen)!
Nursi şöyle diyor: “Keçeli!1“Kardeşim” anlamında samimi bir hitap şeklidir. Duvara baksaydın ya, gözünü kapayıp melekleri hayal etmektense”.
İşte “melek”, baktığımız her şeydeki manadır, mesajdır, anlamdır. Dolayısıyla meleğe bakmak istiyorsak varlığa bakmamız yeterli, çünkü varlıktaki mana melektir!
Aslında eşya ile ilişkiye geçtiğimizde gözümüz (basar) eşyanın dış yüzünü görür, fakat insanî duygularımız (basiret) eşyanın meleklerini görür, basiretini kullananlar için.
Bölümler: Önsöz | 1 | 2 | 3 | 4 | 5 | 6 | 7 | 8 | 9 | 10 | 11 | 12