9. Söz’den
“Akşama erdiğinizde ve sabaha kavuştuğunuzda Allah’ı tesbih edin. Göklerde ve yerde olanların hamd ve senâsı Ona mahsustur. Gündüzün sonuna doğru ve öğle vaktine erişince de Allah’ı tesbih edip namaz kılın.” Rum Sûresi, 30:17-18.
Birinci Nükte
Namazın mânâsı, Cenâb-ı Hakkı tesbih ve tâzim ve şükürdür. Yani,
-
- celâline karşı kavlen ve fiilen Sübhânallah deyip takdis etmek;
- hem, kemâline karşı lâfzen ve amelen Allahu ekber deyip tâzim etmek;
- hem, cemâline karşı kalben ve lisanen ve bedenen Elhamdü lillâh deyip şükretmektir.
Demek, tesbih ve tekbir ve hamd, namazın çekirdekleri hükmündedirler. Ondandır ki, namazın harekât ve ezkârında, bu üç şey her tarafında bulunuyorlar. Hem ondandır ki, namazdan sonra, namazın mânâsını tekid ve takviye için, şu kelimât-ı mübareke, otuz üç defa tekrar edilir; namazın mânâsı şu mücmel hülâsalarla tekid edilir.
Yukarıdaki sıralamada Sübhanallah, Elhamdülillah, Allahuekber sırası daha doğru gibi geliyor bana (namaz sonundaki tesbihattaki sıra). Sübhanallah, Elhamdülillah, Allahuekber sırasına göre 9. Sözün 1. Nüktesindeki cümleler üzerinde düşünelim:
Celâline karşı kavlen ve fiilen Sübhânallah deyip takdis etmektir
Cenâb-ı Hakkın isimlerinin celali tecellilerine karşı kuru bir sübhanallah (Allah bütün noksan, eksik sıfatlardan münezzehtir) demek değil burada ifade edilen. Celali isimlerinin tecellilerinde neden “eksiklik” olmadığını anlamak demek celaline karşı sübhanallah demek. Mesela bir depremde, bir hastalıkta, bir ölümde insan bir merhametsizlik görüyorsa (bunu dile getirmesi gerekmez, olayı vicdanı kabul etmiyor ama “vardır Allah’ın bir bildiği” diyorsa) bu insanın sübhanallah demesi, yani Allah bütün noksan sıfatlardan münezzehtir demesi bir şey ifade etmez. Çünkü, mesela depremde, bir merhametsizlik eseri gördü. Hakiki müminin hayatındaki celali tecellilerin tamamını çözmeye çalışması lazım. Daha sonra Cenab-ı Hakkın celaline karşı sübhanallah diyerek O’nun bütün noksan sıfatlardan münezzeh olduğunu tasdik edebilir.
Üstad yukarıda kamil bir namaz tarifi yapıyor. Namazın yatıp kalkmadan çok daha fazla olduğunu söylüyor, hedef gösteriyor, namazı bu şekilde eda edin diyor.
9. sözden yapılan alıntıda “fiilen sübhanallah demek” ifadesi de hem tefekkür fiilinden, eyleminden bahsediyor olmalı, hem de sübhanallah sonucuna ulaşan bir insanın fiilen bu sonuç karşısında secdeye kapanmasından…
Hem, cemâline karşı kalben ve lisanen ve bedenen Elhamdülillâh deyip şükretmektir
Allah’ın celâline karşı sübhânallah demenin nasıl yapılması gerektiği ile ilgili açıklamalar ile ilgili bu kısım. Ancak bu açıklamalar paralelinde sübhanallah diyebilen bir insan tam manasıyla elhamdülillah diyebilir. Cenab-ı Hakkın cemaline karşı elhamdülillah diyebilmenin şartı, celaline karşı sübhanallah deme olayını çözmüş olmaktır. Şer meselesini çözmüş olma demektir. Cemali görebilmenin yolu, celale karşı subhanallah (yukarıdaki şekilde) demekten geçer. Yoksa bir insan mesela deprem ya da hastalıktaki rahmeti tam olarak görmüyor (o noktada rahmette, hikmette, adalette bir noksanlık görüyor) ama kendine verilen “pozitif” bir nimete elhamdüllah diyorsa, hem bu söylediği elhamdülillahın altı boştur, hem de biraz bencilce bir yaklaşım sergilemektedir. Yani depremde ölenlere merhamet gösterilmedi, aslanın parçaladığı ceylan yavrusuna merhamet gösterilmedi, ama benim sağlığım yerinde, elhamdülillah!.
Üstad çok sanatlı şeylerin fenaya gitmesini yoğun bir şekilde sorguluyor ve mesela Kayyumiyetle ilgili risaleyi yazıyor.
Bir ölüm veya hastalıktaki güzelliği göremeyen bir insanın göremediği bu güzelliği Cenab-ı Hakka vermesi de mümkün değildir.
Evet, elhamdüllah, yani bütün hamdler, güzellikler, her türlü övgü, şükür, kimden gelip kime gidiyorsa Allah’a aittir. Bu bilince sahip olan insan şükür halindedir. Bir yerde bir insanın başka bir insana tebessüm etmesi anında o güzelliğin Allah’a verilmesi, O’nun güzelliğinin bir tecellisi olduğunun okunması lazım. Çünkü o insana o duyguları veren ve aynı zamanda o işin gerçekleşmesi için gerekli olayları yaratan (düşünme gücü, kasların çalışması vs.) ve insanı çeşitli duygularla donatan, yani tebessüm olayı ile ilgili her şeyi yaratan Cenab-ı Haktır. O insan cüz-i iradesini kullanıp tebessüm etmeseydi bu güzelliğin ortaya çıkmasına engel olmuş olacaktı.
Bu tebessümü Allah’a vermediğimiz zaman cemaline karşı elhamdüllah dememiş oluyoruz o noktada. Kendi açımızdan bir aynalık fırsatını, bir marifetullah eğitimi fırsatını kaçırmış oluyoruz.
Aynı şekilde güzel bir ses duyduğumuz zaman, güzel bir şey düşündüğümüz zaman, bir problemimizi çözdüğümüz zaman (Hadi, Cemil, Rahman, Rahim) bu güzellikleri hakiki sahibine vermemiz lazım. Bu şekilde bir hayat yaşadığımız zaman padişahtan elma alan iki insanın hikayesinde olduğu gibi her şeyi Cenab-ı Haktan alırız, aradan insanları çıkarırız (vesilelerin, aynaların, tablacıların cüzi iradelerini o yönde kullanmaları nedeniyle teşekkür hakkı mahfuz). Bir insan bize tebessüm ettiği zaman doğrudan Rahmet-İlahiyenin, Cenab-ı Hakkın bize tebessüm ettiğini görürüz.
Bir kusur işleyen ve Cenab-ı Hakka karşı mahcub olan bir insan görecektir ki annesinin, babasının, arkadaşının yanına gittiğinde rahmeti ilahiye onların yüzünde tecelli ediyor ve o insana tebessüm ediyor. مَا وَدَّعَكَ رَبُّكَ وَمَا قَلَىٰ (Rabbin, seni bırakmadı ve sana darılmadı.)
Bu şekilde kainatı okuyan bir insan Cenab-ı Hak’tan razı olabilir ve rızaya ulaşır. Aldığımız her bir nefeste, vücudumuzun işleyişinde, bütün mevcudatın maddi ve manevi olarak rızıklandırılmalarında, maddi ve manevi şifa bulmalarındaki güzellikleri gören ve Cenab-ı Hakka veren insan O’ndan razı olabilir. Bu yüzden bir saat tefekkür bir sene (bu şekilde yapılmayan) “ibadetten” hayırlıdır.
Hem, kemâline karşı lâfzen ve amelen Allahu ekber deyip tâzim etmektir
İşte yukarıdaki gibi sübhanallah ve elhamdülilah diyen bir insanın ulaşacağı sonuç, Allah’ın kemalini görüp Allahu ekber diyerek bunu tasdik etmektir. Celâline karşı kavlen ve fiilen Sübhânallah deyip takdis etmeyen ve cemâline karşı kalben ve lisanen ve bedenen Elhamdülillâh deyip şükretmeyen bir insanın Allahuekber demesi de mümkün değildir. Ya da tam manasıyla, Allahu ekber diyebilmenin şartı celâline Sübhânallah deyip takdis etmek ve cemâline karşı Elhamdülillâh deyip şükretmektir. Bir olayda merhamette, hikmette kusur gören ya da bir güzelliğin sahibinin Cenab-ı Hak olduğunun bilincinde olmayan bir insanın Allah’ın kemalini anlayıp Allahu ekber demesi mümkün değildir.
Amelen Allahu ekber demek ise hayatımızı Allahu ekberi sonuç verecek şekilde yaşamak ya da namazı o bilinçle eda etmek demek olsa gerek.
Evet son olarak üstad diyor ki:
Namaz içinde سُبْحَانَ رَبِّىَ اْلاَعْلٰى derken, şu kelimenin mânâsı inkişaf etti. Tam mânâsıyla değil, fakat bir parça hakikati göründü. Kalben dedim: “Keşke birtek namaza bu kelime gibi muvaffak olsaydım, bir sene ibadetten daha iyiydi.”