Ders Notları

Ölüm: Hayatın İkinci Yüzü yahut “Kasıt”lı Bir Yaratılış Türü

Ölüm: Hayatın İkinci Yüzü yahut “Kasıt”lı Bir Yaratılış Türü | Ha-Mim

Ha-mim’de, geçtiğimiz hafta sonu (13. 08. 2023) yapılan Mektubat dersinde, Yirminci Mektubun İkinci Makamı’ndaki “ve yümît: yani ölümü veren O’dur” başlıklı yedinci kelime okunup müzakere edildi:

“Yedinci Kelime “ve yümît”. Yani, mevti veren Odur. Yani, hayatı veren O olduğu gibi, hayatı alan, mevti veren dahi yine Odur. Evet, mevt yalnız tahrip ve sönmek değildir ki esbaba verilsin, tabiata havale edilsin. Belki, nasıl bir tohum zâhiren ölüp çürüyor; fakat bâtınen bir sümbülün hayatına ve yoğurmasına, yani cüz’î tohumluk hayatından, küllî sümbül hayatına geçiyor. Öyle de, mevt dahi zâhiren bir inhilâl ve bir intifâ göründüğü hâlde, hakikatte, insan için hayat-ı bâkiyeye ünvan ve mukaddime ve mebde oluyor. Öyleyse, hayatı veren ve idare eden Kadîr-i Mutlak, yine elbette mevti O icad eder” (Mektubat, İsanbul 2020, s. 223).

Dil bakımından olduğu kadar anlam bakımından da kolay anlaşılır görünen metin, ilk cümlesi itibariyle hayatı veren ile hayatı alıp ölümü verenin aynı Kudret olduğunu ifade ediyor. Devam eden cümlelerde bir tohumun görünüşte çürümesine karşılık gerçekte yeni bir hayatın sümbüllenmesine vesile olması gibi, ölümün de görünüşte kayboluş olmasına mukabil gerçekte baki bir hayatın sümbüllenmesine vesile olduğu belirtiliyor. Derste bir müzakereci her geçen günün aslında bir çeşit ölüm olduğunu, yeni bir günle insana yeni bir hayat bahşedildiğini paylaşıp özetle şunu söyledi: “Her geçen gün aslında elimizden çıktığı için bir çeşit ‘ölüm’, her yeni gün de yeni bir ‘var oluş’ ve yeni bir ‘hayat’. Bugün bize yeni hayatı kim veriyorsa dün sahip olduğumuz hayatı elimizden alan da O olmalı. Aynı şekilde yarın geldiğinde ‘bugün’ümüz elimizden çıkmış olacaksa, bunu gerçekleştiren elbette bugün bize hayatı veren olacak. Aslında hayat ve ölümün peş peşe olması sadece gün bazında değil, saat, dakika hatta ‘ân’ bazında gerçekleşiyor. Bunlara ‘küçük ölüm’ dersek, elbette bir de ‘büyük ölüm’ var ve olacak. Onu veren de aslında hayatı verenden başkası olmayacak, ölüm sebepleri ne olursa olsun! Bu kainatın düzenini kuran, bize yaratma düzenini değiştirmeyerek ne yaparsak, varlık aleminde ne yaratılırsa ‘sonucu böyle olur, ona göre evren ile ilişkilerinizde koyduğum bu kurallara göre seçiminizi yapın, Ben de sonucu size bu düzen içinde yaratacağım’ diyor. Hayatı yaratırken anne-baba beraberliği gibi belli sebepleri görevlendirdiği gibi ölümü yaratırken de belli sebepleri görevlendirmektedir. Ta ki ölümü sevmeyen duygular da vermiş ve bu düzene uyarak ölümden sakının diye haber veriyor. Ölümü sevmeyen duygular vererek bize ölümsüz ve mutlu bir hayat için özlem çektiriyor. Bu duyguyu bana kim verdiyse bana bir mesaj veriyor olmalı: Sonunda yine bize ölümü vererek ancak bu duyguyu sana veren, senin özlemini çektiğin hayatı verebileceğine dair söz veriyor. Hayat nasıl ki sebeplerin ötesinde onların yaratma işleminde etkenliği olamayacağı bir ‘gerçek’ ise ölüm de sebeplerin yaratmaya katkıda bulunamayacağı bir gerçek. Böyle bir yaratılış düzeni kurarak, sonunda yine bize ölümü veriyor. Metindeki, ‘mevt yalnız tahrip ve sönmek değildir ki esbaba verilsin, tabiata havale edilsin’ ifadesiyle buna işaret ediliyor diye anlaşılıyor”.

Akan nehirde kabarcıklar patlayıp gittiği halde yeni kabarcıkların gelmesi kabarcıkların fani olduğunu ama onlarda yansıyan güneşin baki olduğunu gösteriyor. Baki olan güneş aynı kabarcığa elbette beka verebilir. Fakat kabarcığın patlayıp sönmesi aynı zamanda onun kendine bakan yönüyle kendi varlığını koruyamayan, varlığı başkasına ait olan, bağımlı ve geçici olan bir nitelik taşıdığını ortaya koyuyor. Bu açıdan bakıldığında ölüm de insana kendisinde olan ve kendisinin zannettiği şeylerin gerçekte kendisinin olmadığını, kasıtlı olarak verildiğini öğretiyor.

Başka bir müzakereci devam eden paragrafta geçen “…Şu mahlukat izn-i İlahî ile zaman nehrinde mütemadiyen akıyor…” cümlesinden hareketle meşhur “güneş-nehir” temsiline atıf yaparak özetle şunu paylaştı: “Akan nehirde kabarcıklar patlayıp gittiği halde yeni kabarcıkların gelmesi kabarcıkların fani olduğunu ama onlarda yansıyan güneşin baki olduğunu gösteriyor. Baki olan güneş aynı kabarcığa elbette beka verebilir. Fakat kabarcığın patlayıp sönmesi aynı zamanda onun kendine bakan yönüyle kendi varlığını koruyamayan, varlığı başkasına ait olan, bağımlı ve geçici olduğunu ortaya koyuyor. Bu açıdan bakıldığında ölüm de insana kendisinde olan ve kendisinin zannettiği şeylerin gerçekte kendisinin olmadığını, kasıtlı olarak verildiğini öğretiyor.”

Başka bir müzakereci söz alarak şunları dile getirdi: “Bu parça haşirde ne oluyor, neler olacak” sorusunun cevabı ile ilgili değil. Bunlar yazarın diğer eserlerinde işleniyor. Burada vurgulanan konu ölümün kaynağı, diğer bir ifadeyle ölümü verenin kim olduğu bahsi. Bunun için de hayatı anlamak gerekiyor. Hayatın mahluk olduğunu, yaratılmaya muhtaç olduğunu, onu verenin ancak kainatı yaratan Kaynak olabileceğini anlarsak, ölümü verenin da ancak O olabileceğini anlarız. Çünkü hayatı veren kimse ölümü veren de O olmalıdır. Biz hayatı vereni tanırsak, hayatın sürekli değişerek ama düzen içinde varlığını kusursuz şekilde devam ettirdiğini düşünürsek, bunu yapanın mantıken ancak sonsuz özelliklere sahip birisi olabileceği sonucuna ulaşır, o zaman ‘O yarattığını koruyamadı, sonunda insanı çöpe attı, zavallı insan da mahvolup gitti’ demez, ‘ölüm de kasıtlı bir yaratılış türüdür’ deriz. Metinde özellikle bu ifade ediliyor diye anlaşılıyor. Yoksa konu, ‘kabarcık patladı, sonra ona yeni bir hayat verilecek’ bahsi değil, diye anlıyorum.”

Hayatın mahluk olduğunu, yaratılmaya muhtaç olduğunu, onu verenin ancak kainatı yaratan Kaynak olabileceğini anlarsak, ölümü verenin da ancak O olabileceğini anlarız. Çünkü hayatı veren kimse ölümü veren de O olmalıdır. Biz hayatı vereni tanırsak, hayatın sürekli değişerek ama düzen içinde varlığını kusursuz şekilde devam ettirdiğini düşünürsek, bunu yapanın mantıken ancak sonsuz özelliklere sahip birisi olabileceği sonucuna ulaşır, o zaman ‘O yarattığını koruyamadı, sonunda insanı çöpe attı, zavallı insan da mahvolup gitti’ demez, ‘ölüm de kasıtlı bir yaratılış türüdür’ deriz.

Aynı müzakereci şöyle devam etti: “Buradan, metinde doğrudan bir atıf olmamakla beraber ilişkili başka bir konuya geçeceğim, intihar konusuna! Peki ölümü veren O ise, intihar ne demek oluyor, intihar insanın kendi canına kıyarak ölümü gerçekleştirmesi değil mi’ diye hep aklıma gelir. Biliyoruz ki intihar çok çalışılan bir konu. İntihar psikolojisini çalışan önemli isimler ve kaleme aldıkları hacimli araştırmalar var. Her ne ise… İntihar aslında hayatı verene karşı bir kimsenin kendi özgür iradesini kullanarak ‘Sen bana hayatı verdin, bende özgür irademi kullanarak şimdi de karar benim elimde’ iddiasını taşımasının adıdır. Dikkat edelim, burada bir insanın intihara teşebbüsünün nedenlerini değil, intihar teşebbüsünün sonucunda yaratılan ölümün yaratıcısının kim olduğunu konuşuyoruz. İncelediğimizde anlıyoruz ki, intihar eden kimse ölümü yaratan kimse değildir. Sanki birisini öldürme teşebbüsünde bulunan bir kişinin bu teşebbüsü kendisine yapmaya kalkması olayıdır. Nasıl ki birisi bir kimseyi ‘öldürme kuralları’na uymadan ‘öl’ diyerek veya ölmesini dileyerek öldüremiyor; ne yapıyor ya? Yaratılış kurallarına uyarak Yaratıcının yaratma kuralları dahilinde Yaratıcıdan ölümü yaratma talebinde bulunuyor. Yani yine Onun yaratma kurallarına uyuyor, ya silahla mermi gönderiyor ya kalbine bıçak saplıyor vs. Ama bakın yine yaratılış kurallarına uyuyor, sonuç da yaratılıyor! Çünkü yaratılış kurallarında benim o kurallara uyarak kendimin veya birisinin hayatına son verme tercihim varsa, o tercihe uygun sonucun yaratılması vaadi vardır: ‘Sen yaratma kurallarıma uyarak benden yaratmamı istersen ben sonucu yaratacağım ama sorumluluk sana ait’ diyor. İntihar eden kimse Yaratıcının koyduğu yaratma kurallarını fiilen kendisine uyguluyor. Yaratılış kurallarına uymadan bir kimse ‘haydi ben öleyim’ diye ölemez. Yaratılış kurallarına uyar. İşte yaratılış kurallarına uyarak ‘can alma’ya dönük bir tercih ortaya konuluyorsa, bu tercihe uygun olarak ölümün verilmesi, gerçekte hayatı verenin yaratma faaliyeti oluyor. Burada devamlı yaratılışa dikkat çekiliyor. Alemin devamlı değişiyor olması, her şeyin kendi iradesinin dışında sürekli değiştirilerek yaratılıyor olması Yaratıcının kendi tasarrufunda hür olduğunu gösteriyor. Biz de ancak Onun yaratma kurallarına uyup itaat ederek sonucun yaratılmasını yine Ondan istiyoruz. Yani nereden bakarsak bakalım ölüm bir yaratılış türüdür. Ne olursa olsun hayat, gençlik, ihtiyarlık, ölüm vb. her şey, her olay ancak hayatı yaratana ait olabilir. Ölümü yaratanın kim olduğunu öğrenmemiz için hayatın başlangıcına ve geçirdiği yaratılış evrelerini yaratanın kim olduğuna, kim olması gerektiğine konsantre olmamız gerekiyor diye anlıyorum”.

Derste hayat-ölüm ilişkisi, ölümün aslında “kaybolma” değil, “bizim gözlem sahamız dışına çıkma” demek olduğu, diğer bir ifadeyle tohum örneğinde olduğu üzere bir yaratılıştan başka bir yaratılışa intikal etme olduğu… gibi konular üzerine tefekkürler derinleşerek devam ediyor. Benim en çok faydalandığım hususlardan birisi şu oldu: Bir kimsenin gerek normal şekilde vefat etmesi, gerekse bir cani tarafından öldürülmesi veya birisinin intihar ederek kendi canına kıyması… olaylarında “ölüm” dediğimiz vakıa ya da sonuç aslında yaratılış kuralları içerisinde cereyan ediyor. Tıpkı hayata gelmenin yine yaratılış kuralları içerinde cereyan etmesi gibi. Bu da bana Mülk suresinde geçen -biraz serbest bir meallendirme ile- şu ayeti hatırlattı: “Sizin daha güzel ameller yapmak üzere kendinizi geliştirmeniz için ölümü ve hayatı veren O’dur” (67: 2).

Allah razı olsun.

Yazar hakkında

İlyas Üzüm

Dünyalıyım. Güneş Sistemi sokağında oturuyorum. Yaşadığım Samanyolu galaksisi şehrini bile gezemedim. Yolda mıyım, emin değilim ama "yolda olmak, yolcu olmak" istiyorum; zaman ve varlığın sonsuz yolculuğunda.

Yorum yazın