Kainat ve İnsan Yansımalar

Resul ve Ben: -II-

Resul ve Ben: -II- | Ha-Mim

Vefat Etmiş Bir Resule Nasıl Tabi Olabilirim?

Birinci bölümde, bu yaratılış şartlarında insaniyetimi kullanırken resule tabi olmam gerektiğini anlamaya çalışmıştım. Devamı ise biraz daha pratik bir konuya girmeyi gerektirdi benim için.

Ben 21. yüzyıl (veya hicrî 15. yy)’da yaratılmışım. Kendilerinin kainatı yaratan tarafından gönderildiğini iddia eden farklı kaynaklarla karşılaşıyorum. Kısa yoldan konumuza girmek için diyelim, araştırdım, Kur’an diye bilenen kaynak bana kainatın ve benim yaratıcımın (ki Kur’an’da Allah ismiyle anılır) yaptığı rehberlik konuşması olduğu konusunda yeterince tatmin oldum (Unutmamak lazım ki bu süreç çok ciddi ve fakat genellikle dikkatimizden kaçan bir durumdur. Her toplumun kendi geleneğine araştırmadan sahip çıktığı görülüyor. Böyle bir tavrın doğruluğu kişilerin kapasitelerine göre değerlendirilmesi gerekir. Konumuz şimdilik bu olmadığı için geçiyorum).

Kur’an benim yaratıldığım çağdan yaklaşık 1450 yıl önce “Allah resulüyüm” diyen bir kişi tarafından insanlığa sunuldu. Ben çok eski çağlarda ve benim hayat şartlarımdan çok farklı toplumlarda uygulama yapmış bir kişinin örnek hayatına nasıl tabi olabilirim?

Çok basit bir örneklendirme ile konuya yaklaşırsam, Kur’an, sanki Yaratıcımın bana sunduğu bir hayat anayasası gibidir. Resul ise o anayasayı kendi çağında, etrafındaki insanlara uygulamaya koyarak sunan bir insandır. Anayasa, Allah’ın insanlara verdiği duyguların nasıl kullanılacağının eğitimini yapmak üzere insan lisanıyla konuşmasını içerir. Konuşan Allah’tır, konuşma dili insan dilidir. Resul ise tanım gereği, bu eğitimin uygulanması için yine Allah tarafından eğitilmiş bir insan öğretmendir. Öğretmen eğer insanları eğitmek içinse, insan cinsinden olmalıdır.

Allah tarafından eğitilerek görevlendirilmiş bu öğretmen, hem Kur’an mesajının metnini diğer insanlara takdim etmesi ve hem de herkesten önce onun içeriğini bizzat kendi hayatında uygulamaya koyması gerekir. Ben de bu mesajı dinlerim, madem Yaratıcım bana konuşuyor, önce Yaratıcımın bana verdiği aletlerle incelerim onu. Benim aletlerim ise bu kainatın yaratılış biçiminin şartlarında çalışır. Kainatın tanıklığı ile aletlerimi kullanırım ve Kur’an’ın ve onun öğretmeninin sundukları mesajı ve uygulamasını değerlendiririm. Madem Kur’an, öğretmen, kainat ve bendeki aletler aynı kaynaktan geliyorlar, aralarında bir çelişki olmaması gerekir. Bu durum beni rahatlatmaktadır.

Şu kadar var ki benim gerçeğim kainattaki düzen kadar tutarlı ve değişmez değildir. Anlıyorum ki, Kur’an, “Allah konuşmasıyım” diyor. Resul, kendisinin bir insan olarak “Allah tarafından eğitilmiş bir öğretmen olduğunu” söylüyor. Kainat, “ben yaratılmaya muhtacım, beni yaratana Allah denir”, diyor (Bu üç unsurun gerekçelerini konuşmak bu yazının içeriğini aşar. Bu yazının konusu yalnızca benim resule nasıl tabi olabileceğimdir). Bende bir irade denen unsur var. Bu unsurun mahiyeti ne ise şu anda beni ilgilendirmiyor. Ben pratik hayatımda özgür seçim yapma özelliğimi kullanıp geliyorum. Böyle yaratılmışım. Kainat ile ilişkilerim, diğer insanlarla olan ilişkilerim, çevremde yaygın olan veya özel olarak muhatap olduğum durumlarla olan ilişkilerim neticesinde kendimi sürekli seçim yapan bir kişi olarak buluyorum. Bebekliğimden beri böyle bir süreç içinde geliştirilerek yaratılıyor buluyorum kendimi (Bu faktörler arasındaki etkileşimin mahiyeti de ayrı bir konu).

Ben seçimimi yaparken “bana göre” bir seçim yapmaktan kendimi uzaklaştıramıyorum. Fakat bu “bana göre” yaptığım seçimler ile benim Yaratıcımın bana verdiği insanî duygularımı, veriliş maksatlarına uygun düşen bir seçim sonucu mu kullanıyorum? Bu soru benim çok dikkatimi çekiyor. Çünkü bendeki duyguların hepsinin sınırsızlığını fark etmem zor olmuyor. Kainat ancak benim duygularımın kaynağının kendisi olamayacağını söylüyor (Birinci bölümde bu noktayı konuştuk, geçiyorum).

Bu sınırsız duygularımı nasıl hedeflerine ulaştıracağımın kaynağı kainatın kendisi olamazsa, ve ben de yaptığım seçimin kesinliğinden emin olamıyorsam, onları Yaratanına sormam gerekiyor. “Bana bu duyguları neden verdin ve benden ne istiyorsun?” Kainatın yaptığı tanıklığın yetmediği bir alana girdiğimin farkındayım. Bu duyguları niçin verdiğini onların yaratıcısı bana bildirmesi gerekir. İşte Kur’an bu noktada devreye girip, “bu ‘bildiri’ (zikr) benim” diyor. Kur’an’ı bana ulaştıran da “onun uygulamasının eğitimini vermek üzere ben görevlendirildim” diyor (Bu iddiaların gerekçelerini konuşmak bu yazının amacı değildir).

Şimdi Kur’an yazılı bir metin olarak elimin altında. Resul? İşte ana konumuz bu. Resul elimin altında değil. O görevlendirilmiş bir insan idi ve her insan gibi o da vefat edip bu yaratılış türünün dışına taşındı. Böyle bir resul nasıl benim öğretmenim olacak?

Hayatımızın pratiğinden örnek verecek olursam, insanların kainatı inceleyerek keşfede keşfede geldikleri bilgileri birbirilerine ilave ederek geliştiriyorlar. Bunu hep beraber gözlemliyoruz. Kainat düzeninin nasıl işlediğine dair bin yıl öncesinden beri çalışılarak çıkarılmış bilgiler birbirine dayanarak geliştirilmiş ve o bin yıl öncesi bilgiler artık değerini yitirmiştir. Zamanında çok kıymetli basamakların atlanmasında görev yapmış olsalar dahi.

Peki, gerek Kur’an’ın ve gerekse resulün konu edindiği meseleler de bu bahsi geçen bilgiler cinsinden midir? Ben hiç zannetmiyorum. Konuları tamamen farklıdır. Birisi elimizin altında, değişmeyen kurallara bağlanmış, incelenerek çıkarılması (keşfedilmesi) beklenen konular. Diğeri ise kainatın yaratılışının amacı ve insanın duygularının ulaştırılması gereken ve bu kainata sığışmayan kapsamlarının bu kainat içinde iken nasıl değerlendirilmesinin rehberliğini yapan açıklama ve uygulamalar. Alanların farklılığına dikkat etmek çok önemli.

Şu noktayı da hatırlamak gerekiyor. Yukarıda parantez içine aldığım ve bu yazının kapsamı dışı dediğim tüm konular, ancak kainatın ve insanî duyguların incelenerek, yani keşfedilerek irdelenmesi ve bir sonuca ulaşması için zorunludur. Kısaca ifade edersem, (1) kainatın yaratılmaya muhtaç olup olmadığı, yaratıcısının kim veya ne olduğunu, (2) Kur’an’ın içeriğini ve (3) resulün kim olması gerektiğini anlama ve onaylamada, kainatın şahitliği insan için kaçınılmazdır. Kainatın şahitliğine baş vurduktan sonra, eğer onaylayabilmiş isem, şimdi hür iradem ile yapacağım tercihlerde, sonsuza açılan duygularımı yaratılış amacına uygun olarak nasıl kullanmam gerektiğini kainat bana gösteremediği için, Yaratıcının rehberliğine ve resulün öğretmenliğine nasıl ulaşırım sorusuna cevap arıyorum.

Yaratılış maksadımı öğrenmem gerekiyor. Bu maksada ulaşmak için Yaratıcım ile ilişkiye geçmem gerekiyor. Yaratıcıma kendimin gerçeği hakkında ulaştığım sonuçlarımı sunmam gerekiyor. Duygularımı hedeflerine ulaşacak şekilde kullanabilmem için eğitim almam gerekiyor. Öğrenerek terakki eden, tekamül eden bir varlık olarak yaratıldığımın farkında olduğum için her alanda öğrenmeye teşebbüs ediyorum. Var ediliş amacıma ulaşma yollarını da öğrenmeliyim. Resul bu eğitimi Kur’an anayasına göre uygulamaya koyma eğitimini veriyor. Ona nasıl ulaşabilirim?

Eğer bu ihtiyacımı kesin anlamış isem, sorum çok kolayca bir çözüme ulaşır. Çözümün zorluğu cevapsızlıktan değil, böyle bir ihtiyacın olduğu konusundaki kabulsüzlükten veya tereddütten kaynaklandığını hissediyorum.

Kur’an ve resul benim pratik hayatımda Yaratıcım ile ilişkiye geçme yollarımı öğretmelidirler. Kainatın nasıl çalıştığını ben kainatı inceleyerek öğrenebilirim. Keşfettiklerimi, Yaratıcımı ve benim gerçeğimi anlamada kullanabilirim. Bunlar yukarıda bahsedildi. Fakat Yaratıcı ile ilişkim, duygularımın pratik hayatımda yönlendirilmesi ise kainattan çıkarılacak keşiflere değil, Yaratıcımın zaman sınırı tanımayan bilgisinin bana sunduğu prensiplere dayandırılması gerekir. Bu, konumuzun Kur’an ile olan ilişkisi yönüne bakar. Bu prensiplerin uygulanması ise, resulün örnek davranışlarının bize ulaştırılmasına bakar.

Madem Kur’an Yaratıcının konuşmasıdır. Onun zaman sınırını aşan bir ilimden gelmesi zorunludur. Eğer her şeyi bütün detayıyla yaratan konuşuyorsa, her şeyi bütün detayı ile bilen olarak konuşması gerektiğini anlamam zor değil. Konuşmanın içeriğinin evrensel kurallar olması, içerisinde konu edinilen örnekler tarihsel olaylardan verilse dahi, amaç evrensel kuralları her zaman ve şart altında okuyucusunun kendi şartları altında kendi hayatına tatbik etmesi için öğretmek olmalıdır. Değilse sonsuz ilmin konuşması olamaz.

Kur’an dünyada kendisini biz insanlara tanıttığından beri okuyucuları tarafından yüzyıllar boyu kendi çağlarının gereklerine göre anlaşılma çabalarına konu olmuş. Her çağ kendi tecrübesini paylaşarak bir sonraki çağa hazırlık yapmış. Elimizde 15 binden fazla Kur’an tefsiri yapıldığına dair listeler var. Kütüphaneler bu kitapların incelenmesini bekliyor. Ta ki, kendi çağımın gereklerine göre Kur’an’ı anlama çalışmamda bir adım da ben ileri gideyim. Hiçbir bilim dalında insanlar kendilerinden önceki aşamaların son geldiği noktaya geliş serüvenini öğrenmeden her konuyu yeniden keşfetmeye kalkmazlar. Önceki keşifleri hazır olarak öğrenir ve sonrasında bir adım ileriye gidecek olan keşiflere geçerler. Anaokulundan başlayan ve devamında doktora düzeyindeki eğitimini tamamladıktan sonra artık kendi özel alanında, kendi şartları içinde yeni araştırmalara koyulur. Kur’an da böyle okunmalı ve anlaşılmalıdır. Her çağ, kendinden önceki çağlarda yapılan Kur’an’ın anlam derinliklerindeki keşifleri hazır öğrenmeli ve kendi çağının gerektirdiği incelemeleri bu bilgi birikiminin üzerine oturtmalıdır.

Resulden nasıl faydalanacağım? Madem resul Yaratıcının insanlara örnek uygulama yapması için eğittiği bir görevlisidir. O halde resul, kainatın nasıl çalıştığını anlamak için değil, fakat kendimi ve kainatı hangi hedeflere ulaştırmam ve bu hedeflere nasıl ulaştıracağımın pratik örneklerini görmem için benim rehberim olmalıdır. Resulün rehberliği, benim bu dünyada iken gerek çevremle, gerek kendi iç dünyamdaki duygularımı kullanırken onların Yaratıcı ile ilişkilendirilmesinin eğitimini vermelidir. Dikkat edersek bu hedef evrensel kuralları içerir. Çünkü kainatın yaratılış biçimi ne olursa olsun, benim o yaratılış biçimini, Yaratıcıma ait kılacak şekilde değerlendirmemin kuralları evrensel olmak zorundadır. Kendime verilen duygular da hangi şartlar altında yaratılırsa o şartlar altında o duyguların bana veriliş amacı olan Yaratıcısı ile ilişkilendirmem evrensel kurallara dayandırılmalıdır. Bu kuralların kendileri evrensel iken benim bu kurallardan faydalanmam bana aittir, yani benim sonucumdur. Evrensel kurallar anayasa gibidir denilmişti yukarıda. Fakat her bir hukuk uzmanı o kurallardan kendi alanında, kendi şartlarında bir uygulama örneği sunabilir. Anayasa değişmez fakat kanunlar, tüzükler şartlara göre uzmanları tarafından yeniden düzenlenirler. Benim gibi konunun cahili olanlar da o kanun ve tüzüklere uyarlar. Dünyadaki hiç bir medeniyet bu uygulamayı garipsemez.

Evrensel olmayan kurallar Yaratıcıya ait olamaz, ancak yaratıkların kendi özgür iradeleri ile ulaştıkları kendilerine göre kurallar olabilir. Böyle evrensel kuralları içeren bir resul davranışları da ancak resulün eğitiminden geçmiş öğrencilerin, birbirlerinin birikiminden faydalanarak, kendi şartlarında uygulamak üzere aldıkları eğitimin, çağlar boyunca nesilden nesile aktarılarak oluşan birikim olarak benim çağıma kadar ulaşması gerekir. Değilse ben evrensel olan resul eğitimine giremem. Böylesi bir eğitimden kendimi mahrum etme tercihi yaparsam benim yaratılış maksadım ile çelişen bir sonucu seçmiş olurum. Benim görevim, benim çağımdaki resul öğrencisinin öğrencisinin öğrencisinin… bana vereceği eğitimi aramak olmalıdır. Bulabileceğim resul öğrencisinin eğitimine girmek suretiyle, resulün evrensel öğretmenliğinden faydalanabilirim. Çağımın resul öğrencisi olan öğretmeninin okuluna eğitim almak için kaydolmalıyım. Bakayım ne kadar öğrenebiliyorum.

Evet, insanın ben merkezli seçim yapma özgürlüğünün pek hoşuna gitmeyecek olan bir öğrenciliğin hazmedilmesi zor bir seçim olduğunu hissediyorum. Ben merkezli seçim yapmaktan kaçınmak istiyorsam bu okula kaydolmalıyım. Bu okulun anayasası Kur’an, baş öğretmeni Allah Resulü ve bölüm başkanları o devrin gereklerine göre bu iki evrensel kaynağı iyi öğrendiğini gördüğüm resul öğrencileri, ders öğretmenleri ise, bölüm başkanlarından iyi ders almış öğretmenlerdir. Ben ise öğrenci. Öğrendiğim oranda kendime bir yön çizerim, Yaratıcım ile bir ilişkiye geçerim, duygularımı yaratıcısına yönelterek ben merkezli değil, yaratılış maksadı merkezli eğitimden faydalanabilirim.

Kendime dikkat ediyorum, hemencecik, evet böyle bir okul bulmalıyım ve öğrenci olarak kaydolmalıyım, diyemiyorum. Neden? Çok ilginç, bir sürü bahane uyduruyorum. Resulden yapılan nakiller şüpheli. Resul tarihe karışmış gitmiş özel şartlarda uygulama yapmış, benim şartlarımla alakası yok. Çok az veya hiç eğitim görmemiş kişilerle uygulama yapmış, ben onlardan çok daha fazla şey biliyorum. Kur’an anayasası varken neden bir de görevli eğitmen resul ile ilgileneyim ki? Anayasayı okur, kendi şartlarımda uygulama yollarını kendim bulurum. Başka bir öğretmene neden ihtiyacım olsun? (Böylesi bahaneleri ileri sürenlerin hayatlarında karşılaştıkları hukuki sorunlarını çözmek için ellerine anayasa kitapçığını alıp da okuyarak hakimin karşısına çıktıklarını ve avukatsız çalıştıklarını hiç görmedim!)

Gariptir, hukuk fakültesinde öğrenci olan hiçbir öğrenci böyle bir iddia ile küçücük anayasa kitapçığını eline alıp bir kenara çekilmeyi düşünmezken, aynı öğrencinin “Anayasa olan Kur’an elimde varken resulden eğitim almış öğrenciler zincirine ihtiyacım yok!” dediğini çok duydum. Gerçekten garip, ben sormadan edemiyorum: Hiçbir insan bugün eğitim almak için bir okula öğrenci veya bir ustaya çırak olmaktan çekinmezken, neden Allah ile olan ilişkilerimin öğrenilmesinde eğitim almak için bir okul veya usta aramakta tereddüt ediyorum?

Gerçekten ben kendimde gözlemlediğim zafiyetimi şöyle özetleyebilirim: Bu dünya hayatımda benim en zor seçimim, ben merkezli seçim yapmaktan vaz geçip, Yaratıcım merkezli seçim yapmak olduğunu görüyorum. Demek ki, eğitimimi iyi alıp kendimi iyi bir resul öğretmeninin eğitimine tabi tutmamışım. Öğrenciliği kendime yakıştıramamak gibi bir tavrı seçerek kendimi eğitmede daha anaokulunu yeni bitirmişken, “ben kendim yeterliyim” iddiasına girişivermişim. Hele bir doktorayı bitireyim ondan sonra evrensel Kur’an ve resul eğitiminin evrensel kurallarının benim şartlarımda uygulaması için meslektaşlarımla birlikte bir ekip halinde çalışmaya koyulabilirim, diyememişim. Biliyoruz ki daracık bir alanda doktora yapmış bir öğrenci en az yirmi iki yıl bir eğitimden geçmek zorundadır. Ben merkezli bir eğitim için böylesi bir serüvene girişmekten geri kalmıyorum ve fakat Kur’an gibi, onun uygulayıcısı resulün evrensel örnekliğinin eğitiminden geçmek için ise ara sıra yaptığım birkaç yıllık araştırmalardan sonra kendimi kendime yeter görüveriyorum. Bu gerçeğime Kur’an’ın evrensel bir teşhisi var, hepiniz duymuşsunuzdur. Fakat böylesi bir durumun tasvirini yaptığını ben şimdi fark ettim:

كَلَّا إِنَّ الْإِنسَانَ لَيَطْغَى أَن رَّآهُ اسْتَغْنَى

“Gerçek şu ki, insan kendini kendine yeterli görerek azar.” (96: 6-7)

Nerede bu okul? Kim bu öğretmemler? Bu gibi soruların cevabını kişi kendi verecektir. Gerçekten eğitim almak ihtiyacı hissediyor musun? Nasıl bir eğitim almak istiyorsun? Hangi dalda bir eğitime ihtiyaç hissediyorsun? Hangi düzeye kadar bir eğitim almaya kendini hazırladın? Ne kadar yoğunlukla bu eğitimi almaya hazırsın? Bunlar gibi çok soruların cevabına göre değişen, yani kişiden kişiye göre değişen cevaplara göre kişiler kendileri için bir seçim yaparlar. Bu konuda kişinin sorumluluğu kendisine bırakılır. Yeter ki bir kişi resul okulundan eğitim alması gerektiğine karar versin. Ancak arayanlar bulur.

Bir resul öğrencisi öğretmenin şöyle bir resul tarifi yaptığını duydum, siz de duymuşsunuzdur:

“…bütün enbiya hayattar kökleri, bütün evliya tarâvettar semereleri bir seçere-i nuraniyedir…” Anladığıma göre resul bir ağaca benzetiliyor. Kökleri, kendisinden önce görevlendirilmiş diğer peygamberler. Yani aynı kaynaktan beslenen resuller zinciri. Bu risalet ağacının meyveleri ise, o resulün öğrencilerinin öğrencileri…

Öyle ya ağaç meyvesi için vardır. Ağacın kökü toprak altında, gövdesini de yiyecek değilim ya. Öyleyse ancak benim çağımda verdiği meyvelerden beslenebilirim.

Ne mutlu o meyveleri kendilerine besin kaynağı yapanlara!

(Not: Bu seride parantez içine aldığım konuların her birisi ayrı bir çalışma alanı olarak genç arkadaşlarımızın gayretlerini bekliyor. Ezber nakilciliği yapmaktan uzak, daha kendi yaratılmışlığını bile tanıyamamış kişilerin rehberliğine tenezzül etmeden özgün çalışmalar yapılması gerekiyor.)

Yazar hakkında

Ali Mermer

Yorum yazın