Ders Notları

Risale-i Nur’un Önemli Bir Talebesinin Mektubu ve Düşündürdükleri

Risale-i Nur’un Önemli Bir Talebesinin Mektubu ve Düşündürdükleri | Ha-Mim

Ha-mim’in, geçtiğimiz hafta sonu (13. 03. 2022) yapılan Lahikalar dersinde, Barla Lahikası’ndan 48. Mektup ve devamındaki bazı mektuplar okunup müzakere edildi. Benim kayıtlardan takip edebildiğim derste, yine çok değerli müzakereler paylaşılıyor. Ben, burada, diğer mektup ve müzakereleri ilgili kayda havale edip aşağıya aldığım mektupla ilgili olarak ortaya konulan tefekkürlerin bazılarına işaretle yetinmek istiyorum. Mektup metni şu:

“Esasen siyaset anlamadığım bir iş, şunun bunun âmâline hizmet, menfurum. Zilletle yaşamak, tahammül edemediğim hallerdir. Felillahilhamd Allah’ımız bir, Peygamberimiz bir, Kitabımız bir, Dinimiz bir… ilâ âhir. Bu bir birler, bize yekdiğerimizi Allah için sevmek kaydını sağlamlaştırmakla beraber, ruhî, kalbî, ebedî, lâyemut bir birlik temin etmektedir. Hamd ve şükürler olsun mü’miniz. Hayatta tesadüf edeceğimiz binlerle musibet ve acılara “men âmene bi’l-kaderi emine mine’l-keder” gibi çok müessir devamız var. Yine idrak ediyoruz ki; burada vazifeleri nihayet bulanlar için, ebedî mev’ud bir hayat başlıyor. Biz de bu yolun yolcusu, bu hanın misafiri, bu fabrikanın muvakkat bir amelesi olduğumuz için, er-geç o kafileye iltihak edeceğiz. Kısa, müz’iç, dağdağalı, elemli, hüzünlü, firaklı ve ancak o sermedî hayatın mezraası olan bu fâni ve kararsız âlemde başlayan garazsız, ivazsız, pürüzsüz ve kimsenin arzusuna tâbi’ olmadan, sırf hasbî ve ciddî, hâlis ve muhlis arkadaşlığımızın meyvesini o her türlü saadeti câmi’ hayatta idrak edeceğiz. Ümid ve iman gibi pek âlî sermayemiz var. Hoca Efendi Hazretlerinin âlî tavsiyeleri: Beş vakit namazını ta’dil-i erkân ile vaktinde kıl, yani başka ibadete gücün yetmez. Namazın nihayetindeki tesbihleri yap, yani başka zikri yapamadım diye teessüf etme. Yedi kebairi terk et, çünki sağairi arayacak zamanda değiliz. İttiba’-ı sünnet et, zira bu zamanda arkasında gidilecek ve harekâtı taklide değer saf, hâlis ve muhlis bir hâdî ki, (o da seni yine bu yola götürecektir) maalesef bulamayacaksın. Belki bu yola çıkaracaklar vardır. Fakat kömür ile elması kim fark edecek? Öyle ise sen çalış, ondan daha iyi kılavuz bulamazsın. Derslerinden birinde ki, her vakit zikrettiğim “men âmene bi’l-kaderi emine mine’l-keder” şefaatbahş vecizesi hatırımızda varken, şüphesiz her musibet ve her elem hoş karşılanacaktır.

 Aziz kardeş! Zaman olur ki her şey, herkes, her muamele, kalbi incitiyor. Fakat işte tiryakı “fein tevelev fekul hasbiyallahü lâ ilâhe illâ hû aleyhi tevekkültü ve hüve rabb’l-arşi’l-azîm” Her zaman söylüyorum: Biz bu fâni hayat için dostluk yapmıyoruz. Bu kısa hayata veda etmek, indimizde ve itikadımızda ebedî bir hayatın mukaddemesidir. Öyle ise müteessir olmayalım. Nice ki, o hayata başlamadık. İşte mürasele ile muvasalayı temin edelim. Allah’a güvenelim, Ondan meded dileyelim. “Elhamdü lillahi’l-lezî hedânâ li hâzâ vemâ künnâ li nehtediye lev lâ en hedânâllah la kad câet rusülü rabbinâ b’l-hak (A’râf 43). Allahümme salli alâ seyyidinâ Muhammed mine’l-ezeli ile’l-ebed adede mâ fî ılmillah ve alâ âlihi ve sahbihi ve sellim” (Barla Lahikası, Mektup no: 48)

Derste ilk söz alan bir müzakereci şunu paylaşıyor: İfadelerden açıkça anlaşıldığı üzere Üstad’ın meşhur talebelerinden Hulusi Abi (Yahyagil) bu mektubu bir arkadaşı veya bir dostuna yazıyor. İlk dikkatimi çeken hususlardan birisi mektubun dili. Hulusi Abi, Üstad’a yazdığı mektuplarda terim ve terkiplerle dolu bir üslup kullanırken, burada belli ki, muhatabın kapasitesini dikkate alarak daha basit ve yalın bir dil kullanıyor. İkinci husus, mektubun başındaki ‘Esasen siyaset anlamadığım bir iş, şunun bunun âmâline hizmet menfurum’ şeklindeki cümle. Ben şuna inanıyorum. Günümüzde birçok insan her yerde siyaset konuşuyor. Hatta bazen Risale sohbetlerinde bile konunun evirilip çevrilip siyasete getirildiğini görüyoruz. Böyle bir hava hakim bugün. Belli ki önemli nedenlerinden birisi politik ortamın çok gergin olması. Her ne ise… Herkes siyaset konuşuyor ama hiçbiri uzman değil, anlamaz. Hulusi Abi burada, siyasette kimin elinin kimin cebinde olduğunun yahut olayların gerisinde hangi satranç oyunlarının oynandığının bilinmediğine işaret ediyor. Teoride değil, pratikte. Pratikte bu işin ilmini yapanlar hatta en üst idarî mekanizmalarda bulunanlar bile dönen dolapları tam olarak bilemiyorlar. Pek çok iş dünya siyaset dengesinde dönüyor dolaşıyor, ekonomik çıkarlara dayanıyor. Biliyoruz ki dünyada ülkeler bütçe hesaplarında en büyük payı ‘savunma harcamaları’ adı altında silah alımına ayırır. Ülkeler silah almak için adeta birbiriyle yarışırlar. Yeni teknoloji peşinde koşarlar. Eski teknoloji devre dışı kalıyor. Depodaki silahların eritilmesi ve yeni teknolojiye sermaye yapılması hedeflenir. Bunların arkaplanından çoğu üst düzey idarecilerin bile haberi olmaz… Hulusi Abi, -ki sıradan birisi değil, belli rütbesi olan askerî bir şahsiyet-, burada itirafta bulunuyor, ‘siyasetten anlamam’ diyor. Benim dikkatimi çeken nokta, biz bu sözü söylemekte tereddüt ediyoruz. Olayların en zahirde olanına bakıp, kendimizce bir değerlendirme yapıp, ‘uydum kalabalığa’ diye gidiyoruz. Kendimizi siyasi dedikoduların içinde boğuyoruz. Oysa Hulusi Abi’nin dediği gibi ‘şunun bunun emellerine hizmet ettiğimizi’ bilmiyoruz. Yani Hulusi Abi, ‘Ben bu işlerin arkasında hangi dolapların olduğunu bilmesem de birtakım dolaplar olduğunu biliyorum, bunların peşinde koşarak birilerinin emellerine hizmet etmekten nefret ediyorum’ diyor. ‘Ben sürü değilim’ demeye getiriyor. Ben, Hulusi Abi’nin bu dediğini dikkate alıyor; ‘dur bakayım, sen kimin taraftarlığını yapıyorsun, kimin zulmüne bilmeden taraftarlık göstererek katılıyorsun, zira zulme rıza zulümdür’, diye kendimi uyarıyorum. Netice olarak biz, Hulusi Abi’nin bu hassasiyetini pratik hayatta gösteremedik maalesef, diye görüyorum.”

Ben, Hulusi Abi’nin bu dediğini dikkate alıyor; ‘dur bakayım, sen kimin taraftarlığını yapıyorsun, kimin zulmüne bilmeden taraftarlık göstererek katılıyorsun, zira zulme rıza zulümdür’, diye kendimi uyarıyorum. Netice olarak biz, Hulusi Abi’nin bu hassasiyetini pratik hayatta gösteremedik maalesef, diye görüyorum.

“Bu çok önemli bir nokta idi, benim için. Metni okuduğumda o cümlenin altını çizmiştim, ‘dikkat et, onun bunun oyununa gelme’ diye. Ayrıca şu da dikkatimi çekmişti: Bir kişi siyaset girdabına girip kendini kaybettiğinde bu mektubun içeriğinde gündeme getirilen diğer meseleler var ya, bunların hiçbirisinin içine giremez, giremiyor da; görebildiğim kadarıyla. Çünkü kafası, kalbi belli bir tarafgirlikle doluyor. Hem de tarafgirliğin en olumsuzluğu ile. Dinî kimlik taraftarlığı, cemaat taraftarlığı değil de siyaset taraftarlığı, siyasi tarafgirlik. Bir kimse bir cemaate yahut bir tarikata tarafgir olup, ‘ben şöyle faydalandım, böyle faydalandım’ diye minnettarlığını ifade eder, insanları da hakka davet edebilir. Zira her cemaatin kendine göre dayandığı bir hakikat vardır ki insanlar o hakikatlerle tatmin oluyorlar. Şunu da hatırlamak lazım: Tarafgirlik istibdadı yani baskıcı bir tavrı doğurur. Bir yapıya taraftar olan kimse, eğer bu taraftarlığını açık fikirlilik ile başka ihtimalleri de dikkate alıp tekrar gözden geçirmezse, sonunda tarafgirlik taassubuna düşer. Taassup ise kendine güveni sorgulatmadan taklit ile kemikleşir. ‘En iyisini ben bilirim’ edasıyla kendi görüşünü başkasına müstebidane empoze eder. Bu, insan fıtratının kaçınılmaz bir sonucudur. Ama bunu herkes hakkı tebliğ ediyorum zannıyla yapar. Fakat Resulullah’ın (asm) uygulamasında çok hakikatli bir elastikiyet vardır ki, insanları kendi fıtratına göre yönlendirir. Mesela ben, -örnek olarak zikrediyorum-, ehl-i tarik değilim, ama bir kimse bakıyorum ehl-i tarik ise, mensubu olduğu sûfî yapıdan faydalanıyorsa, bunun ötesine çıkamayacağı açıksa, ona karşı çıkılmaz. Böyle kimselere ‘maşallah, güzel yapıyorsun’ diyorum. Niye? Ben bunu sünnet-i Resulullah’tan öğrendim, herkese fıtratına göre muamele etmek gerekiyor. O (asm) insanların fıtratına uygun olan yeri tespit edip ona göre istihdam ediyor. Mesela Halid b. Velid, çok iyi bir askerî şahsiyet idi. Müslüman olmadan önce Uhud’ta karşı tarafın komutanı olarak müslümanlara çok güç anlar yaşattı. Hatta bu savaşta Resulullah’ın da dişi kırıldı, bazıları onun vefat ettiğini sandılar. Daha sonra Halid b. Velid Müslüman olduktan sonra Resulullah (asm) ona bu görevi veriyor, ‘Sen artık Allah’ın kılıcısın, Allah’ın dininin savunucusu olacaksın’ diyor. Niçin, çünkü mesleği o. Allah razı olsun kendisinden. Ama Halid b. Velid’e, ‘Haydi sen bir imam ol’ dese, onun İhlas Suresinden başka bildiği sure bile yok, bunu yapamayacağı belli.”

Görüldüğü üzere Hulusi Abi burada, söz konusu dostuna Üstad’ın tavsiyesi olarak zikrettiği hususları sıralıyor. Bu çerçevede onun beş vakit namazı tadil-i erkân ile kılmasını, namazın sonundaki tesbihatları yapmasını, yedi büyük günahtan uzak durmasını, sünnete uymasını söylüyor. Ardından da hayatta karşılaşılabilecek sıkıntı ve musibetlere karşı, ‘Kadere rıza gösteren kederden emin olur’ hadisinin şifa ve teselli vesilesi olduğunu hatırlatıyor.

Devam eden müzakerelerde mektupta yer alan diğer hususlara dair önemli tefekkürler paylaşılıyor. Bir müzakereci, mektupta Üstad’ın tavsiyelerinin sayıldığı bölüme dikkat çekiyor: “Görüldüğü üzere Hulusi Abi burada, söz konusu dostuna Üstad’ın tavsiyesi olarak zikrettiği hususları sıralıyor. Bu çerçevede onun beş vakit namazı tadil-i erkân ile kılmasını, namazın sonundaki tesbihatları yapmasını, yedi büyük günahtan uzak durmasını, sünnete uymasını söylüyor. Ardından da hayatta karşılaşılabilecek sıkıntı ve musibetlere karşı, ‘Kadere rıza gösteren kederden emin olur’ hadisinin şifa ve teselli vesilesi olduğunu hatırlatıyor. Devamında, kalbi yaralayan bela ve zorlukların ilacı olarak da, ‘Eğer insanlar senden yüz çevirecek olurlarsa, Allah bana yeter, Ondan başka ilah yoktur, ben ona tevekkül ettim, O arş-ı azimin rabbidir, de’ (Tevbe 9/129) ayetini gösteriyor.”

İlk söz alan müzakereci mektubun sonunda yer alan salavata dair şu açıklamayı yapıyor: “Mektup salavat ile bitiyor. Salavat konusunda benim hassasiyetim var. Salavatın mutlaka hayatımıza hakim olması lazım. Her fırsatta salavatı dile getirmeliyiz. Buradaki salavatta ne deniyor? Mealen, ‘ezelden ebede kadar bütün salatlar, dualar, destekler, takviyeler hepsi Allah’ın Resulü olan Muhammed’in üzerine olsun’ deniyor. Devamında ise ‘adede mâ fî ılmillah’ yani Allah’ın ilmindeki sayısınca deniyor. Burada salavatı sayıya dökmenin, yani bir salavat getiriyorum, bunu milyarla çarpın demenin ne anlamı var? Tamam salavat getiriyorsan getiriyorsun. Yani Allah’ın ilminde ne kadar varsa. Biz o ilmin sonsuz olması dolayısıyla içeriğini bilemeyiz. Sonsuz olduğuna göre nasıl bileceğiz? Ama yansımalarıyla biliriz. Nasıl yansımalarıyla bilebiliriz? Yarattığı eşyada var olan ilim tecellileri aracılığı ile biliriz. Mesela şimdi keşfettiğimiz şeyler var, XVIII. yüzyılda keşfedilenler var. XVIII. yüzyılda keşfedilenler ile şimdi XXI. yüzyılda bilinenler arasında dünya kadar fark var. Nedir bu keşifler? Kainatın nizamında, Onun insanların çalışmasına, dualarına göre açıverdiği kısımlar. Bunun ötesi yok mu? Dünyanın ömrü olursa mesela XXV. yüzyılda bu keşifler, bu bilinenler daha da artacak. Peki bu demektir? O halde bildiğimiz, bilmediğimiz, ileride bileceğimiz yahut bilinmesi gereken tecelliler sayısınca ona (asm) salat ediyorum, demek oluyor. Yani, eşyada tecelli eden esmanın sayısı adedince. Neden böyle bir adetten söz ediyoruz? Yaptığımız salavatın sayısal değerini artırmak için mi? Hayır. ‘Ben böyle bir Resulden memnunum, sen de memnun ol, ey Allah’ım’ demek. Neden öyle bir Resul? İşte burada tecelli eden her türlü yani gerek ‘düzen’ şeklinde, gerek ‘ölçülülük’ şeklinde gerek ‘güzellik verme’ şeklinde… kainatı incelediğimiz zaman kainata tecelli etmiş ne kadar özellikler görüyorsam, bu özellikleri ancak ve ancak, Ey Allah’ın Resulü, senin getirdiğin mesaj ile, senin o mesajın yapmış olduğun temsilciliğin ile ben bunların kaynağını biliyorum. Böylece Yaratıcımın hangi özelliklere sahip olduğunu öğreniyorum. Bu anlayış benim hayatımı, varlığı çok anlamlı kıldı, kılıyor. Çok da memnunum. Hastalık, sıkıntı, zorluk vs. gibi başıma ne gelirse gelsin, bunların alim olan, rahim olan, hakim olan bir Halik tarafından benim, Onu tanımam için bana verilmiş eğitim araçları olduğunu anladım, anlıyorum. Böylece hayatımdan o kadar memnum ki, bu memnuniyetimin ücretini ödeyemem. Allah senden razı olsun. Kainatta tecelli etmiş özelliklerin anlamsız, kendi kendine gelişmeyeceklerini, bunların, özellikleri sonsuz olan Şuurlu bir Hâlık’ın tercihi ile gerçekleştiğini senin bana ilettiğin mesaj ile öğreniyor ve bu; insaniyetimi anlamlı kılıyor ve tatmin ediyor. Böylesi paha biçilmez kıymetteki huzuru senin aracılığın ile kazanıyorum, sana ne kadar minnet ifademi sunsam yetmez. Ancak böylesi bir salavat ile memnuniyetimi ifade edebiliyorum… demiş oluyoruz.”

Ben de bu vesile ile hem Resul-i Ekrem’e “Allah’ın ilminde olanlar sayısınca” salât ediyor, hem Risaleler’in müellifine hem bu mektubu yazana rahmet ve mağfiret dualarında bulunuyor hem de derse katılan, dersi takip eden, müzakeresini paylaşan herkese Allah razı olsun, diyorum.

Yazar hakkında

İlyas Üzüm

Dünyalıyım. Güneş Sistemi sokağında oturuyorum. Yaşadığım Samanyolu galaksisi şehrini bile gezemedim. Yolda mıyım, emin değilim ama "yolda olmak, yolcu olmak" istiyorum; zaman ve varlığın sonsuz yolculuğunda.

Yorum yazın