Toplum hayatında saadetin olması için elbette ki kanunlara ihtiyaç vardır. Bu kanunların icra edilebilmesi için de hükûmete, yönetim kurumuna ihtiyaç vardır.
Hükûmetin/yönetimin de kuvvete ihtiyacı vardır ki kanunları bulunduğu topluma uygulayabilsin.
Burada temel soru şu: Bir toplumda kanunlar hangi anlayışa göre düzenlenmeli ki toplumda saadete vesile olsun?
Kanunlar hak olduğu, hakka dayandığı ölçüde toplumda saadete vesile olur. Hak, kâinatta sergilenendir. Kâinatta sergilenen özelliklere dayanan bir şey hakikat olur. İnsan için hakkın, hakikatin dayandırılacağı zemin kâinattır. Yani, insanlar kâinatı çalışarak neyin hak olduğunu anlarlar. Ancak insan iradesi serbest olduğu için kâinatı yorumlamada yanlışı tercih etme ihtimali olduğundan, Yaratıcının kendisine yapmış olduğu sözlü rehberlik eşliğinde kâinatı yorumlamalıdır. Ancak insanların algısında Kur’an/hadis ile kâinat gözlemleri arasında bir çatışma olduğunda, kâinat gözlemlerinin esas alınıp Kur’an’ın/hadisin buna göre yorumlanması (te’vil) edilmesi gerekir. Ancak yukarıda da belirttiğimiz gibi kâinat gözlemlerinin Yaratıcının sözlü rehberliği (vahiy/hadis) eşliğinde yapılması gerekir. Çünkü Yaratıcının sözlü rehberliği olmadan insanın kâinatın ifade ettiği manayı çözümleme imkanı yoktur. Hem sözlü rehberlik (gerek vahiy olsun, gerek hadis olsun) kâinat gözlemlerine göre çok daha fazla yoruma açıktır. Sözlü rehberliğe nazaran kâinat, insanın gözü önünde ve tecrübesi altındadır.
Kâinatı mümin bir nazarla, yani Yaratıcının rehberliği eşliğinde yorumlayan bir insanın kâinatta sergilenen özelliklere dayanan yorumları “hikmet” olur.
Mesela mümin bir nazarla kâinatı inceleyen bir insan; kâinatta sergilenen işlerden, özelliklerden adalet, merhamet, hikmet gibi manaları gözlemler. Böylece bu gözlemlerine dayanarak “Kâinatta adalet kanunu, merhamet kanunu, hikmet kanunu var.” der. Kâinatı bu şekilde yorumlayan bir kişi, hikmete (kâinatın gerçekliğine dayanan yorumlara) ulaşmış demektir.
Toplumlar kanunlarını bu manadaki hikmete göre düzenlediğinde hükûmetin elindeki kuvvet hikmete ve dolayısıyla hakka dayanmış olacaktır. Böylece hükûmetlerin işleyişi, icraatı hakka, hakikate göre düzenlenmiş olacaktır.
İnsan, var oluşu sorguladığında her şeyin ‘yapılıyor olan şeyler’ olduğunu görüyor. Ve hiçbir şeyde hiçbir şeyi var edecek hiçbir özelliğin olmadığını gözlemliyor. Böylece, “Kâinat cinsinden olmayan bir ‘birisi’, bir kaynak mutlaka olmalıdır ki beni ve bu kâinatı yaratıyor olsun. Bana konuşma, konuşarak anlaşma kabiliyeti ve varoluşun anlamını sorgulama özelliği veren o kaynak, mutlaka bana ‘konuşma cinsinden’ bir rehberlik ile var oluşun anlamına dair sorularıma açıklamada bulunacaktır. Çünkü ben, yalnızca kâinata bakmakla, yalnızca var oluşu sorgulamakla var oluşa dair sorularıma beni tatmin edici cevap bulamıyorum. Kâinatı var eden kaynağın kâinat ile bana ne demek istediğini tam olarak anlayamıyorum.” sonucuna ulaşacaktır.
Bu aşamadan sonra insan, “Gerçekten benim ve kâinatın yaratıcısının yapmış olduğu rehberlik mi?” diye Kur’an’ı okurken kâinata bakacaktır. Kur’an’ı kâinat zemininde Yaratıcının konuşması olduğunu tasdik etmek üzere okuyacaktır. Kâinata bakarken de Yaratıcının sözlü rehberliği eşliğinde bakacaktır.
İnsanın şahsi hayatındaki bu Kur’an – kâinat bütünlüğünün toplumdaki yansıması hak, hikmet, hükûmet ve kuvvet kavramlarıyla tesis edilir. Yani, yukarıda izah etmeye çalıştığımız gibi, insanlar, kâinatı Yaratıcının rehberliği eşliğinde incelerlerse hakka, hakikate muhatap olacaklardır. İnsanların hakka, hakikate dayanan kâinat yorumları hikmet olur. Hikmete ulaşan toplumlar, hükûmetlerini bu hikmete göre düzenlerlerse hükûmet ve onun elindeki kuvvet hakka dayanmış olur.
İnsanlar gerek şahsi hayatlarında gerek toplum hayatında ancak kendi gerçekliklerine uyumlu bir şekilde tercihlerde bulunduklarında tüm insanî özellikleriyle saadeti yaşayabilirler.
İnsanlar tercihlerini kendi gerçekliklerine uyumlu olarak yapabilmeleri için Yaratıcının insan iradesine yapmış olduğu rehberlik olan vahyi/peygamberi dinlemeleri gerekiyor. Vahyin/peygamberin doğruluğunu anlayabilmeleri için de onları kâinat zemininde tasdik etmek üzere okumaları, yorumlamaları gerekiyor.