Esselamü aleyküm,
Zor bir soru gibi görünmesine rağmen, eğer bir kişi Risaleleri, yani Nur Dede’nin eserlerini dikkatli bir şekilde usul bulmak için okursa, veya bizim online sohbetleri takip ederse, genelde “akleden kalb”in eğitiminin izlerini bulabilir.
Bu bir açıklama değil, sanki “iddia” gibi oldu.
Acizane ben bu önemli meseleyi şöyle anlıyorum:
Akıl, bir alettir, 5 duyu ile toplanılan malzemeleri analiz eder. Ama “akıl” kendisi karar vermez, fakat neyin “hak” neyin “yanlış” olduğunu kavramada “alet” görevi yapar, yani yol gösterir. 5 duyu ile akla gönderilen malzemeleri insan, iradesiyle tercih ettiği doğrultuda kullanır. Yani, insan iradesi “sabit” değildir, bilakis tamamen serbesttir. Bunun içindir ki, aynı data bir kişinin elinde, mesela, bir Yaratıcının olması gerekir, sonucuna ulaştırırken, diğer bir kişinin elinde, “Hayır, hiç de gerektirmez.” sonucuna ulaşacak şekilde yorumlayabilir. Serbest iradenin aldığı karara göre, malzemeleri değerlendirmede akıl doğruyu gösteren bir “alet”tir, fakat kararı “irade” verir. Aynı malzemeden birbirine zıt sonuç çıkartmak nasıl mümkün oluyor diye sorabilirsiniz. Hayatta bunun uygulamasını herkes bizzat kendisinde tecrübe ediyordur.
وَقُلِ الْحَقُّ مِن رَّبِّكُمْ فَمَن شَاء فَلْيُؤْمِن وَمَن شَاء فَلْيَكْفُرْ
18:29 “Ve de ki: “Hak Rabbınizdendir; artık dileyen iman etsin, dileyen inkar etsin…”
Her ne kadar akıl bir aletse de, tamamen tarafsız değildir. İnsana emanet edilen tüm organlar gibi, daha doğrusu tüm varlıklar gibi, akıl da Yaratıcıyı tanıyacak ve tanıtacak kabiliyettedir. Fakat insan iradesiyle bu kabiliyetin yönünü değiştirebilir ve hatta reddedebilir.
Eğer irade, aklın topladığı ve değerlendirmeye tabi tuttuğu malzemeyi hiçbir peşin hükme dayandırmadan analiz ederse, doğru olan sonuca ulaşır. Eğer, peşin hüküm ile tahlil ederse, ister “doğru” olan, isterse “yanlış” olan sonuca gidecek şekilde irade elindeki malzemeyi değerlendirsin, ulaştığı sonuç insanı rahatsız eder. Çünkü insan farkındadır ki, ulaştığı sonuç, aklının gösterdiği yönde değil, kendi iradesi ile, daha önceki ulaştığı kararı şimdiki malzemeye “monte” etmiştir. Problem gibi görünen ve insanların çoğunun rahatsız olduğu kritik nokta burada yatıyor diye anlıyorum. “Her zaman yeni baştan mı iman edeceğiz?” “Hep aklımızı mı kullanıp duracağız?”
Her zaman yeni baştan yaratılan bu kainatın neden devamlı yeni baştan yaratılıp durduğunu düşündüğümüzde, insanın yalnızca aklı ile ulaştığı sonuçların “tekrar” edilmesi için olmadığını anlayabililiriz. “Bak işte bu da kendi kendine var olmuş olabilir mi, bir araştırayım?” demek için olmadığını aklımızın rehberliğinde biliriz.
Peki, yaratılış neden devamlı değiştirilerek tekrarlanıyor?
İnsan yalnızca akıldan ibaret olmadığını söylemeye gerek var mı? “Kalb” diye adlandırılan şey, insandaki bütün (akıl dahil) unsurları, yani “insaniyeti” temsil ediyor, “hayvaniyet”e karşılık. İnsan görür, gördüğünü akla gönderir ve hemen beraberinde, gördüğü ile “insani” ilişki kurmaya başlar: Yanlış, doğru, güzel, çirkin, tehlikeli, anlamlı vs. Yani, o şeyin özellikleri ile insanı bağ kurar ve ona göre, iradesini kullanarak bir tavır takınır. Biz burada yalnızca, Yaratıcının varlığına inanmak ve inanmamak noktasında bu mekanizmanın nasıl çalıştığını anlamaya çalışıyoruz. Yani, imanı ilgilendiren açıdan bakıyoruz.
Unutmayacağız, kararı irade verir. Bizim sorumluluğumuz da iradenin kullanımıyla ilgilidir. Yoksa aklın veya kalbin kabiliyetlerini tartışmak anlamsızdır, onların kabiliyetleri neyse odur, ben onların kabiliyetleri ile ne övünebilirim ve ne de yargılanmalıyım.
İnsani duygularım da akıl gibi “tarafsız” değildirler. Duygularım sever, veya arzu eder, kaçınır, hayran kalır, sahip olmak ister, utanır, iftihar ede … Bu listeyi binlerceye çıkarabiliriz. Bu duyguların da kullanılması gerekir. Yalnızca, ben aklen şu sonuca ulaştım: Bu kainatın veya bu şeyin bir Yaratıcısı var olmalı, bunu tasdik ediyorum, demek doğrudur, ama insaniyetimin kapasitesine göre çok basit bir davranıştır. Yani, insaniyeti çok sıradan bir düzeye indirgemektir. Duygularımı, iradem ile kullanarak, “Bu hisler bana niçin verilmiş olabilir?” diye sormayan bir kişi, o hisler kanalıyla kendisine ulaşan mesajı değerlendirmemiş olur. Güzel ve mükemmel gördüğü bir cisim ile karşılaştığında, bu kişinin iradesini kullanarak, bu güzelliği ve mükemmelliği sevişini değerlendirme altına almalı. Bu değerlendirme, akli bir değerlendirme değildir, ama aklın tamamen pasif kaldığı bir değerlendirme de değildir. Unutmayalım: İnsan bir bütündür, parçalanamaz.
Her bir yaratılış olayı, sayısız diyebileceğimiz “nitelikler” ile donatılarak yaratılmaktadır. Duygularımız bu nitelikler karşısında bir tavır alır, tarafsız olamaz. Bu sebepledir ki, biz insani özelliklerimizi daima dikkate almalıyız ve onları, yaratıklardaki özelliklerden Yaratıcılarının özelliklerini tanımak ve tasdik etmek için birer araç olarak kullanmalıyız.
Dikkat etmemiz gereken önemli olan bir konulardan birisinin de şu olduğunu zannediyorum: Duygularım, bir yaratıkta bazı özellikleri farkettikleri zaman bu farketme özelliği de, kendisinin Yaratıcısını tanımada bir araçtır. Yani, ne ki vardır, Yaratıcısını tanıtmak için vardır. Bizim bu özelliklerimizi kullanarak daima yenilenen şu yaratık aleminde, insani duygularımız vasıtasıyla kurduğumuz ilişkilerin herbirinden Yaratıcısını tanıtmaya vesile olan bir yol vardır. Bunu dikkate almanın adına akleden kalb denilebilir. Yani, daima dikkat eden, tefekkür eden, tefekkür-ü enfuside bulunan kalb denilebilir diye anlıyorum. İnsana emanet edilen duyguları kullanarak, o duygular vasıtasıyla bize ulaşan mesaja daima dikkat etmek, onları değerlendirmek, enfüsileştirmek demektir. Kısaca, iman, yalnızca akıl ile ulaşılan bir sonuç değildir. Akıl da dahil olmak üzere, bütün insani özelliklerimizi, irademiz vasıtasıtasıyla kullanarak, her an ulaştığımız ve yaşadığımız bir haldir. İman, sanki, duamıza verilen cevaptır.
Bir misal ile bağlamak istiyorum: Bir şeyi sevdiğimizde, eğer bu sevginin Yaratıcısını tanımak üzere irademizi kullanırsak, o sevgi beni, o sevginin Yaratıcısına ulaştırır ve enfüsi olarak Yaratıcıya olan imanı yaşarım. Yani, benim gerçeğim olur, yalnızca, aklı bir çıkarım olmaktan çıkar. Akli çıkarımlar, duygularımızın katılımı ile desteklenmedikleri sürece, bir insan için, zorunlu olmakla beraber, çok değerli değildirler. İnsan sonsuza açılan duygularıyla Rabbının marifetine erer, Onu sever, Onunla beraber olarak yaşar. Yani, Onu hiçbir zaman insani dünyasından çıkaramaz.
İman doğrultusunda dünkü ulaştığım akli neticenin, bugün benim dünyamda imanın hakikatini yaşamamda pek bir etkisinin olmadığını anlamak temennisiyle…
Not: Çok değişik aralıklarla düşüncelerimi toplamaya çalıştım. Karmaşıklık olması kaçınılmaz. Hakkınızı helal edin. Ayrıca, tam ihatalı bir değerlendirme olmadığının farkındayım. Ama hiç yoktan iyidir diye zamanınızı alıyorum. Affınıza sığınıyorum.
Lüften, imanın tahkikinin hizmetinde bulumak için dualarımızda buluşalım inshaAllah.