Ha-mim’de 04. 06. 2023 yapılan Mektubat dersinde Yirminci Mektubun okunmasına ve müzakeresine devam edildi. Bilindiği gibi bu Mektup, sabah ve akşam namazlarından sonra tekrarının çok faziletli olduğu belirtilen, sahih bir rivayette “ism-i azam” mertebesi taşıdığı ifade olunan “lâ ilahe illallahü vahdehü lâ şerîke leh, lehü’l-mülkü ve lehü’l-hamdü yuhyî ve yümît ve hüve hayyun lâ yemût biyedihi’l-hayr ve hüve alâ külli şey’in kadîr ve ileyhi’l-masîr” cümlesinin açıklamasına dayanıyor. İki Makam’dan oluşan Mektup’un Birinci Makamında söz konusu tevhidî cümlede yer alan on bir kelimeden her birinin ihtiva ettiği müjde, şifa ve manevi lezzet; İkinci Makamında ise bu kelimelerin temellendirilmesi konu ediliyor. Derste faydalı bir usul takip edilerek önce Birinci Makam’dan ilgili kelime okunup çok kısa açıklaması yapılıyor, sonra bunun delillendirildiği İkinci Makam okunup müzakere ediliyor, daha sonra tekrar Birinci Makam’a dönülerek yapılan delillendirmeler ışığında müjdeli ve şifalı izahlar müzakereye açılıyor. Mezkur tarihteki derste ikinci kelime olan “vahdehü”nün verdiği müjdelerden oluşan Birinci Makam’daki parça okunup paylaşıldı:
“Vahdehü: Şu kelimede şifalı, saadetli bir müjde vardır. Şöyle ki: Kâinatın ekser envâıyla alâkadar ve o alâkadarlık yüzünden perişan ve keşmekeş içinde boğulmak derecesine gelen ruh-u beşer ve kalb-i insan,’vahdehü’ kelimesinde bir melce, bir hâlâskâr bulur ki, onu bütün o keşmekeşten, o perişaniyetten kurtarır. Yani, ‘vahdehü’ mânen der: Allah birdir. Başka şeylere müracaat edip yorulma. Onlara tezellül edip minnet çekme. Onlara temellûk edip boyun eğme. Onların arkasına düşüp zahmet çekme. Onlardan korkup titreme. Çünkü Sultan-ı Kâinat birdir. Her şeyin anahtarı Onun yanında, her şeyin dizgini Onun elindedir. Herşey Onun emriyle halledilir. Onu bulsan, her matlubunu buldun; hadsiz minnetlerden, korkulardan kurtuldun. (Mektubat, İstanbul 2020, s. 218)
Görüldüğü gibi bu kısa metnin başında genel bir insan tasviri yapılıyor; insanın sadece kendisiyle değil, bir şekilde etrafıyla, çevresiyle, bölgesiyle, olup-biten her şeyle alakadâr olduğuna işaret ediliyor. Bu alakadarlığa bağlı olarak her şeyin fenaya gitmesi, insanların acı ve ölümlerle karşılaşması gibi durumların insanı ciddi sıkıntılara duçar bırakacağı ifade olunuyor. Eğer insan mutlak bir Yaratıcıya ulaşmamışsa gördüğü olumsuzluklar, yaşadığı veya ileride yaşayacağı kayıplar, elemler, ölümler vs. dolayısıyla çok acı çekeceği, ruhunun adeta boğulma derecesine geleceği belirtiliyor. Devamında ise kainatın yaratıcısına inanan, Onun vahdetini tasdik eden bir kimsenin bu iman sayesinde acılardan ve karamsarlıktan kurtularak güvenli, ümitli ve huzurlu bir hayat yaşayacağı dile getiriliyor.
Moderatör önceki derslerde okunan kısımlara işaret ederek kainatta her şeyin birbiriyle bağlantılı olduğunu, bunun da kaçınılmaz olarak Yaratıcının “mutlaklığı” anlamına gelen “vahdet”ini yani birliğini gösterdiğini, bu Vâhid’e inanıp teslim olanın dünyada huzuru yakaladığını, bundan uzak olanın ise ardı arkası kesilmeyen arzu ve ihtiraslar içinde hayat geçirdiğini ya da geçireceğini, sonunda “yorgun” düşeceğini, ölümüyle birlikte her şeyi kaybedeceğini düşündüğü için gerçek anlamda tatmini yakalamadan da bu dünyadan göçüp gideceğini ifade etti. Metinde geçen “Allah birdir, başka şeylere müracaat edip yorulma” cümlesinin altını çizerek inançsız ya da gaflet dolu bir hayatın insanı nasıl bitip tükenmek bilmeyen bir koşturmaca içine ittiğini ve iteceğini ve nasıl yorduğunu ve yoracağını söyledi.
Ardından bir müzakereci söz alarak- bazı tasarruflarla ifade etmek gerekirse- şunları kaydetti: “Metinde ‘vahdehü’nün yani kainatın Yaratıcısının ‘vahdet’ine iman etmenin ne demeye geldiği on veya on bir cümle halinde çok veciz bir şekilde açıklanıyor. İkinci Makam’da bu kelime dellillendirilirken zikrolunduğu üzere, kainatı dikkatle gözlemleyen birisi istisnasız her varlıkta gördüğü kusursuz düzen, şaşmaz ölçülülük, hayret verici hikmetten yola çıkarak Var Edicinin birliğini, her şeyin Onun irade, kudret ve tasarrufu altında olduğunu, hiçbir sebebin etken olmadığını ve olamayacağını, insanın ilk bakışta gördüğü sebeplerin arkasında yalnızca Onun iradesinin etken olduğunu fark ediyor, Onun mutlak birliğine ulaşıyor. Bu sonuç onu varlık aleminin bir parçası olan ve kendileri de yaratılmaya muhtaç olan başka şeylere müracaat etmekten alıkoyuyor, yok olup gitmeye mahkum olan sebeplerin boyunduruğu altında ezilmekten engelliyor, belirsizlik kaygısından uzaklaştırıyor, her çeşit zahmet ve korkudan emin kılıyor…”
Daha sonra söz alan müzakereciler yaşanan hayattan kareler sunarak metnin pratik hayatımıza bakan yönlerine dair kıymetli katkılar paylaştı. Mesela bir müzakereci özetle şunları dile getirdi: “Söz alan arkadaşların ifade ettiği gibi, burada ‘vahdehü’ hakikatinin ispatı yapılmıyor. Ya ne yapılıyor? İnsanın kalbî bağlantılarının, benliğindeki arzularının ne kadar geniş bir alana yayıldığına, bu taleplerinin karşılanması gerektiğine, aksi halde insanın büyük sıkıntılar içinde kalacağına dikkat çekiliyor. Eğer insan varlık aleminden hareketle sağlıklı bir sorgulama çabasına girmez, kainatın anlamsızlığını düşünürse, bu anlayışın onu pek çok sıkıntılara maruz bırakacağına, hatta buhranlara sevk edeceğine, ruhî perişaniyete iteceğine değiniliyor. Böyle bir vakıa karşısında insanı bu denli ıstıraplardan kurtaracak devanın, çözümün ne olduğunu dile getiriyor: Kainatın Sultanın birliğine yani ‘mutlakiyet’ine ulaşıp, her şeyin Onun elinde olduğunu bilerek, Onun yaratıklar aracılığıyla Kendisini tanıtan mesajları dahilinde güven ve emniyet içinde yaşamak.”
“Biraz açarak ifade etmek gerekirse, insan kainatı okuyarak, kainattaki özellikleri inceleyerek şu kainatın Yaratıcısının bilinçli, rahmet sahibi, hikmet sahibi bir Kaynak olduğunu anlar ve anlaması gerekir. Onun kendisine bütün kainatla bağ kuracak bir duygu zenginliği verdiğini, ancak kainatın bu duygu zenginliğine, duygularının arzu ve beklentilerine cevap verecek durumda olmadığını görür, bütün arzu ve beklentilerini ancak kendisini böyle yaratan ‘mutlak Yaratıcı’nın karşılayabileceği sonucuna ulaşır. Görülüyor ki, beni/bizi yaratan kainat içinde bir çeşit ‘çelişki’ içeren bir özellikte yaratmış. Zira kainatın içinde bu talep ve beklentileri karşılayacak hiçbir şey yok. Fakat insan başta sevdikleriyle beraber olma, her arzusunu doya doya yaşama, ebedi mutluluk içinde olma gibi duygular içinde kıvranıyor, ancak kainattan bunları karşılamaya yönelik olumlu bir cevap alamıyor. İşte tam bu noktada bu çelişki, insanın önüne O ‘mutlak Kaynak’a başvurmaya bir davetiye çıkarıyor. Bir anlamda, ‘Gel, seni bu duygular içinde yaratan kaynağı ara, bul’ diyor; ‘bulabilirsen, seni bu duygularla donatarak yaratan O Yaratıcı senin bütün duygularının ihtiyaçlarının nasıl karşılanacağını sana bildirir, bildiriyor’ diyor.”
“Açık bir davetiye var kainatta; ‘insanî duygu ve beklentilerini ben karşılayamam, Sultan-ı Kainatı bul’ anlamında bir çağrı, bir davetiye. Sultan-ı Kainat, Kur’an’ın ifadesiyle ‘Rabbü’l-alemîn’ yani kainatı var eden, varlığını düzen içinde devam ettiren, bizi de kainat içine yerleştiren Yaratıcı. Bizi sayısız duygularla donatan, ebediyete uzanan duygular veren Yaratıcı. Evet, duygu yoğunluğumuzu ve duygu çeşitliliğimizi dikkate alarak kainat ile baş başa kaldığımızda onun yetersizliği karşısında çaresiz kalıyoruz, ümidimiz yitiriyoruz; ancak kainatın ‘mutlak Yaratıcısı’nı tanıdığımızda, Onun her beklentimizi karşılayacağı haberini alıyor, böylece bütün çaresizlik ve ümitsizlikten kurtuluyor, adeta sevinçten uçacak gibi olacağımız bir tablo ile karşılaşıyoruz. Metindeki ifade ile-, Onu bulursam bütün korkulardan, endişelerden, ‘aman ben ne yapacağım, ölünce bedenimi kurtlar yiyecek’ korkusundan kurtuluyor, ‘Sen ebet için yaratıldın’ müjdesiyle kendimi buluyorum. İnşallah hep birlikte o sonsuz müjdeyi bekliyoruz Yaratıcımızdan.”
“Demek ki, insana ebedi mutluluk talebini veren Yaratıcı, kainatın her bir parçasını ve insanı ne kadar uzun süre yaşatsa da sonuçta ölüme mahkum etmekle insana açık bir davetiye gönderiyor: ‘Sen bu dünyada seni tatmin edecek hiçbir şey bulamazsın. Seni ve kainatı yaratanı bulur, varlığının Onun yaratması ile gerçekleştiğini anlarsan, sana duygularını verenin O olduğunu anlayarak yaşarsan işte o zaman gerçek tatminin Onun elinde olduğunu anlarsın. Seni böyle hem ebet isteyen ve hem de bu dünyada ebedi yaratmayan senin Yaratıcın böyle bir çelişki sayesinde sana Kendini tanıtıyor.’ Bu çelişkili yaratılış sayesinde insan var olmanın gerçek hedefine ulaşıyor. Bu çelişkiden dolayı şikayetçi değil, tam tersine, memnun ve müteşekkir olmalıyız, diye anlaşılıyor.” Dersin devam eden bölümlerinde hem konuyla ilgili güzel tefekkürler hem de aynı “cümle-i tevhidiye”deki üçüncü kelime olan “lâ şerike leh” hakikati etrafında istifadeli tefekkürler paylaşılmaya devam etti. Allah razı olsun.