Ders Notları

İslamiyet ve İnsaniyet Denklemi

İslamiyet ve İnsaniyet Denklemi | Ha-Mim

Ha-mim’de geçtiğimiz hafta sonu yapılan (20 Mayıs 20213) Divan-ı Harb-i Örfî dersinde metnin okunmasına ve müzakeresine devam edildi. Her zaman olduğu gibi, metni tarihsel bağlamı göz ardı etmemekle beraber daha çok bugüne bakan mesajları itibariyle anlamaya yönelik çabaların yoğunlaştığı derste pratik hayatımız açısından önemli mesajlar paylaşıldı. Ben bunları ilgili kayda havale edip (https://www.youtube.com/watch?v=KXCOyuXgA9w) metinde geçen “İslamiyet ise, insaniyet-i kübrâ; ve şeriat ise; medeniyet-i fuzlâ olduğundan, alem-i İslamiyet medine-i fazıla-i Eflatuniye olmaya sezadır” cümlesinde geçen ilk cümlecik ile ilgili tefekküre değinmek istiyorum. Aynı zamanda dersi modare eden bir katılımcı şunları söyledi:

“Metinde ifade olunduğu gibi insaniyet İslamiyet-i kübradır. İnsaniyet her insanda bulunan ortak, temel özelliklerdir. İnsaniyet yani insan ruhunda, insan duygularında bulunan değerler, insanı yaratan kim ise Onun özelliklerini yansıtır. Bu aynı zamanda ‘en büyük İslamiyettir’. Niye? Çünkü İslam insanı yaratanın insan potansiyelini açığa çıkarmak için gönderdiği ‘kullanma kılavuzu’dur. Müslim ya da Müslüman Yaratan’a teslim olan, hayatını bu kullanma kılavuzuna göre düzenleyen, böylece insanî özelliklerinin gereklerini gerçekleştiren kimse demektir. Başka bir ifadeyle İslamiyet, Yaratıcının insanı insanî özelliklerine uygun şekilde yaşamasını sağlamaya yönelik prensipler külçesidir.”

Diğer bir deyişle insan kainatın Yaratıcısını tanıyarak yahut tanımaya çalışarak Onun adına ‘hilafet’ görevini ifa etmek, kendisine verilen irade ile Onun özelliklerinin yeryüzünde görünür olmasını sağlamak üzere programlanmıştır. Mesela O rahimdir, ben de rahim olacağım; O hakîmdir, ben de hikmetli davranacağım, O adildir, ben de adil olacağım, O nâzımdır, ben de düzenli… olacağım. Böylece ne oldu? İnsanın özellikleri deşifre oldu, açığa çıkmış oldu. İşte İslamiyet budur!

“İnsan ruhu, insan duyguları kainatın Yaratıcısını kainat aracılığıyla tanıyacak şekilde donatılmıştır. Diğer bir deyişle insan kainatın Yaratıcısını tanıyarak yahut tanımaya çalışarak Onun adına ‘hilafet’ görevini ifa etmek, kendisine verilen irade ile Onun özelliklerinin yeryüzünde görünür olmasını sağlamak üzere programlanmıştır. Mesela O rahimdir, ben de rahim olacağım; O hakîmdir, ben de hikmetli davranacağım, O adildir, ben de adil olacağım, O nâzımdır, ben de düzenli… olacağım. Böylece ne oldu? İnsanın özellikleri deşifre oldu, açığa çıkmış oldu. İşte İslamiyet budur! İnsana böyle bir ruh veren Allah’a teslim olmak!”

“Evet, ‘İslamiyet insaniyet-i kübradır’, bu güzel bir sözdür ve iyi anlaşılması lazım. O yüzden kısaca temas edeyim istedim. Ama bu ‘hümanizm’ demek değildir. Hümanizm her şeyi kendine bağlar; ‘ben böyleyim’ der, bir bilinçli yaratıcıya inanıyorsa da ‘O yaratmış fakat ben ‘doğal olarak böyle gelişiyorum’ der, var oluşunu veya varlığının sürekliliğini tabiata, sebeplere vs. bağlar. Bu nedenle kendisine verilen, Mutlak yaratıcıya açılan, kainatın Var Edicisini tanımaya yönelik özelliklerini tesadüfe, doğal sebeplere vs. havale ederek savurur. Mesela hastane yapar, sonra da adını ortaya yazar. Okul yapar, ‘bu okulu ben yaptırdım’ diye imzasını atar. Bir iyilik yapar, kendi adını öne çıkarır. Oysa bir Müslüman, insaniyet-i kübra olan İslamiyet’i benimseyen bir kimse yaptırdığı hastaneye adını yazdırmaz, utanır. Niye? Çünkü insanlara iyilik etme duygusunu Yaratıcısının verdiğini bilir, bu duygu ile Onu tanır, bu duygunun gereğini yapar ama sonuçta bunu sahiplenmez. Hastane yaptıran bir kimsenin adını yazdırması için ‘bu duygular bana ait’ demesi lazım. Halbuki bir Müslüman, bir mümin bilir ki ne kendisi, ne duyguları, ne kainattaki her hangi bir şey insanın değildir. Dolayısıyla bu inançta olan bir Müslüman hastane yaptırdıktan sonra mesela, ‘Beni yaratan bana imkan verdi, onun verdiği imkan ile, onun verdiği duygu ile hastane yapımına vesile oldum, dua edin’ der. Hastanenin kapısına da besmele yazdırarak Yaratıcının adını nakşeder. Yahut vaktiyle her binanın kapısına yazıldığı gibi ‘el-mülkü lillah’ yani ‘mülk Allah’ındır’ diye yazdırır.”

Dersin devam eden kısımlarında metnin diğer paragraflarının anlaşılması ve günümüze bakan mesajları hakkında değerli tefekkürler paylaşılmaya devam etti. Benim açımdan en önemli husus müellifin İslamiyet’i insaniyet üzerinden tanımlaması, derste de insaniyetin hümanizmden farklı olan yönüne dikkat çekilmesi idi. ‘İslamiyet-insaniyet’ ilişkisi hem insaniyeti tanımlama hem İslamiyet’i tanımlama açısından çok önemli. Müzakerecinin işaret ettiği üzere “insaniyet” sözlük anlamına uygun olarak “temel insanî özellikler” değil, “Yaratıcının verdiği, Yaratıcıyı tanımak üzere herkesin varlığına koyduğu, Yaratıcının özelliklerini yansıtan niteliklerdir”. İslamiyet de aynı Yaratıcının insandaki bu özellikleri yaratılış maksadına uygun şekilde tezahür ettirme yolu ve prensipleridir. Bu açıdan bakıldığında insaniyetin İslamiyet’e, İslamiyet’in insaniyete ters düşmesi, aralarında çelişki olması mümkün değildir.

Oysa insaniyet-i kübra olan İslamiyet’i benimseyen bir kimse yaptırdığı hastaneye adını yazdırmaz, utanır. Niye? Çünkü insanlara iyilik etme duygusunu Yaratıcısının verdiğini bilir, bu duygu ile Onu tanır, bu duygunun gereğini yapar ama sonuçta bunu sahiplenmez. Hastane yaptıran bir kimsenin adını yazdırması için ‘bu duygular bana ait’ demesi lazım. Halbuki bir Müslüman, bir mümin bilir ki ne kendisi, ne duyguları, ne kainattaki her hangi bir şey insanın değildir. Dolayısıyla bu inançta olan bir Müslüman hastane yaptırdıktan sonra mesela, ‘Beni yaratan bana imkan verdi, onun verdiği imkan ile, onun verdiği duygu ile hastane yapımına vesile oldum, dua edin’ der.

Derste verilen örnekler üzerinden gidersek insaniyetimizde bulunan “merhametli olmak, adaletli olmak, iyilik yapmak…” gibi duygular bizim tesadüfen edindiğimiz özellikler olamaz. Zira bu özellikler ne var oluşumuzla ilgili süreçlere, ne anneye, ne doğaya vs. dayandırılarak açıklanamaz. Bu hususta yapacağımız küçük bir mantıkî sorgulama bizi bu sonuca götürür. O halde bu özellikler, yine -müzakerecinin ifadesiyle- insanı yaratan kim ise Onun verdiği, kazandırdığı özellikler, Onun özelliklerinin yansımaları olmalıdır. Onun gönderdiği mesaj olan İslamiyet de bize hem bu duyguların kaynağını gösteriyor hem bu duyguların niçin verildiğini bildiriyor hem de bu duyguları hayata yansıtma yollarını öğretiyor. Mesela Yaratıcının rahîm, âdil, iyilik yapan/yardım eden (el-birr, el-muîn) olduğunu ifade ediyor. Bizim de merhamet, adalet ve iyilik temelli yaşamamızı hatırlatıyor. Söz gelimi “merhametli olun ki ilahî rahmete nail olsanız” (Ebu Davud, “Edeb”, 58) diyor, evlatların yaşlı anne ve babalarına merhamet kanatlarını germelerini emrediyor (İsra 17/24), “konuştuğunuz zaman adaletli olun” (Enam 6/152) deyip adaletin zıttı olan her çeşit zulüm ve haksızlıktan uzak durmamızı söylüyor (Hûd 11/113), “insanların hayırlısı insanlara faydalı olandır” (Taberâni, Evsât, VI, 58)… diyor.

Derste, kısa da olsa insaniyet ile hümanizm arasındaki farka değinilmesi de çok önemli geldi bana. Zira insaniyet deyince insanların aklına hümanizm ya da hümanist değerler gelebiliyor. Oysa ansiklopedik açıklamalardan biliyoruz ki “insan-merkezcilik” diye dilimize aktarılan hümanizm felsefî bir yaklaşım olarak “tanrı-merkezcilik” kavramının geri plana atıldığı bir anlayışa dayanıyor. Her ne kadar hümanizmin çeşitleri arasında dinî hümanizm var ise de -ki bu İslamiyet’le örtüşür- hümanizm deyince daha çok bilimsel hümanizm, seküler hümanizm hatta Marksist hümanizm akla geliyor. Bu ise insanî değerleri Varlık Kaynağı ile irtibatlandırmayan, insana ‘halife’ unvanıyla bakmayan, insanın bedenini çamurdan ve fakat duygularını ise, Allah’ın “ruhundan üflediği bir mahluk” (Hicr 15/29) olarak görmeyen, aslında insan gerçeği ile de çelişen anlayışları ihtiva ediyor.

Allah razı olsun.

Yazar hakkında

İlyas Üzüm

Dünyalıyım. Güneş Sistemi sokağında oturuyorum. Yaşadığım Samanyolu galaksisi şehrini bile gezemedim. Yolda mıyım, emin değilim ama "yolda olmak, yolcu olmak" istiyorum; zaman ve varlığın sonsuz yolculuğunda.

Yorum yazın