Ders Notları

Kim Kime Hizmet Ediyor? “Abd” Kelimesinin Kur’anî İçeriği

Kim Kime Hizmet Ediyor? “Abd” Kelimesinin Kur’anî İçeriği | Ha-Mim

Yıllar önce din adına konuşan bir kişi, “Bizim yaratılış sebebimiz Allah’a köle olmaktır; zira ‘ubudiyet’ ve ‘ibadet’ kölelik, ‘abd’ da köle demektir. Nasıl ki bir köle efendisinin her emrine boyun eğmek zorundaysa biz de Allah’a itaat etmek, Onun bütün buruklarına tabi olmakla yükümlüyüz” mealinde bir konuşma yapmıştı. Allah’a itaat etmekle yükümlü olduğumuz konusunda hiçbir tereddüdüm bulunmamakla beraber bunu “köle” kelimesi üzerinden açıklaması bende olumsuz çağrışımlar uyandırmıştı. Çok sonraları ilgili literatüre baktığımda Arapça’da ‘köle’nin rakîk, memlûk, rakabe gibi birçok farklı kelime ile de anıldığını, meallerde bu kelimeye “kul”, ibadet ya da ubudiyete de “kulluk” denildiğini, kulluk ve itaat Allah’a yapılıyorsa “abd”in hür insan, kula itaat ediyorsa “köle” manasına geldiğini öğrendiğimde olumsuz çağrışımlar büyük ölçüde izale olmuştu.

Yine sonraları öğrendiğim bir şey daha vardı ki bu daha önemli gelmişti bana: Kur’an’ın, neredeyse kullandığı her kelimeyi kendi muhtevası içinde kavramsallaştırması. Kur’an’da birçok kez tekrarlanan “abd”, “ibadet” ve “ubudiyet” kelimeleri de Kur’an’da kendine has biçimde kavramsallaştırılan merkezî kelime gruplarından birisi idi. Buna göre -en basit haliyle- “ibadet” Allah’a kulluk yapmak, “abd” Allah’a kul olan kişi anlamına geliyordu. Nitekim Kur’an’da şöyle buyruluyor: “Ey insanlar! Sizi ve sizden öncekileri yaratan Rabbinize ibadet edin ki, Allah’a karşı gelmekten sakınasınız. O, yeri sizin için döşek, göğü de bina yapan, gökten su indirip onunla size rızık olarak çeşitli ürünler çıkarandır. Öyleyse siz de bile bile Allah’a ortaklar koşmayın” (2: 21-22).

Yakınlarda bir video kaydında izlediğim “abd” kelimesinin Kur’an’da kavramsallaştırılmasına dair konuşma bana dikkat çekici geldi. Video hem Kur’an’ı anlama ve kendimizle, kendi şartlarımızla irtibatlandırma açısından önemli usulî prensiplere değiniyor hem de “abd” kelimesi üzerinden bizim Rabbimize değil, Rabbimizin bize -deyim yerindeyse- nasıl “hizmet ettiği” yönünde samimi bir çerçeve sunuyor. Sıcak bir sohbet atmosferinde geçen bir tefekkürün orijinal halini ilgili kayda havale edip (https://www.youtube.com/watch?v=jiuUd2B1pUU) bir kısmını -bazı küçük tasarruflarla- aktarmak istiyorum:

“Benim Yaratıcım ‘deveye bakmıyor musunuz?’ (88: 17) diyerek devenin, -bu örnekle de benim yaşadığım çevrede gözüme ilişen bir hayvanın- yaratılışını düşünmemizi söylüyor. Başka bir ayette -mefhumen- ‘denizde gemileri ben yürütüyorum’ (22: 65) diyor, yine diğer bir ayette ‘kuşları havada ben tutuyorum’ (67: 19) diyor. Deveden gemiye niye geçiliyor diye soru geliyor insanın aklına. Yaratıcı şu mesajı veriyor: ‘Deve benim sana sunduğum bir rahmetimdir, gemi de sizin araştırıp bulmanıza imkan veren şu yaratılış düzenine uyarak yapılan ürün olup bu da Benim rahmetimdir. Deveyi, keşfetmek için çaba harcamana gerek olmadan ben sana ihsan ettim, ediyorum. Otomobil, tren, gemi, uçak vs. gibi araçların da yapılışı benim yaratılış düzenimde var. Haydi sen de git, araştır ve yap yahut araştırıp yapanlardan al, faydalan; yapanlara teşekkür et, o yaratılış düzenini bahşettiğim için de secdeye kapan! Teşekkür secdesine kapan, minnet secdesine kapan!”

“Kur’an; insanlara verilen bütün imkanların insanlara bir nimet, bir ihsan, bir hizmet olduğunu ifade ediyor. Hizmet veren bu kainatın yaratıcısı, hizmet alan insan, biz insanlar. Hani ‘abd’ köle demek; insan köle, Rab efendi’ anlamına geliyor deniyordu? Kur’an ne yaptı? Bu anlayışı alt üst etti! Şimdi tutup da insan başka bir insanın kölesi olmak istemez, zira böyle yaratılmış. Vaktiyle farklı şartlarda oluşmuş kölelik müessesi insanlık tarihinde var idiyse de zamanla, tedrici olarak kaldırılmış. Ama buna aldırış etmeyenler olmadı mı? Oldu. Böyle düşünenler sarayda ‘haremliklerle’ yaşadılar ama sonunda onlar da öldü. Sarayda yaşamak insanları kurtarmıyormuş. Onlar da hesabını verecek, ben de hesabımı vereceğim.”

Bu çerçevede insan, bu dünya misafirhanesinde şu Rabbü’l-alemin’in kendisini ne kadar güzel ağırladığını, her varlığı kendisine hizmet ettirdiğini, her ihtiyacını en güzel şekilde karşıladığını düşünerek yaşadığında gözleri yaşarıyor, hayatından tarifsiz bir lezzet alıyor. Böylesine güzel bir tablo var bu dünyada. Yaz mevsiminde yazın gerektirdiği nimetler, kış mevsiminde kışın gerektirdiği nimetler sunuluyor insanın önüne. Bunların hiçbirisinde insanın müdahalesi yok. Sanki ev sahibi ‘Gölge etme, başka ihsan istemem’ diyor.

“Tekrar ‘abd’ kelimesinin anlamına geleyim: Kur’an, ilk indirilen ayetleri ile birlikte, kendi bağlamı içinde o devirde kullanılan kelimelere yepyeni anlamlar yüklemiş, kendi terimlerini, kavramlarını oluşturmuştur. O devirde bu kelime şu anlama gelirdi diyerek, Kur’an’ın kendi kavramlaştırmasını dikkate almayarak veya arka plana bırakarak bir Kur’an okuması yapmak Kur’an’ın anlaşılmasına engel teşkil ettiği uzmanlarınca malumdur. Hiçbir kitap, herkesin dilinde olan bir kelimeyi kendi alanında kullandığı zaman, o kelimeyi genel sözlük anlamıyla sınırlamaz. Onun için her bilim dalının kendi sözlüğü vardır, Tıp sözlüğü, hukuk sözlüğü, ekonomi sözlüğü gibi. Bu dalda yazılan kitaplarda kullanılan kelimeler bu sözlüklerdeki terim anlamlarıyla anlaşılmalıdır. Kur’an’ın da kendi kavramlara yüklediği anlamları kendisinin maksadına göre okunması zorunludur. Değilse, Kur’an, sokakta günlük olayları konuşan insanların dili imiş gibi okunursa, sağlıklı bir Kur’an okuması olmaz; isterse bu kelimeye o zamanın insanlarının yüklediği anlam olsun. Nihayetinde o anlam da o toplumun kültüründe oluşmuştur. Kur’an bu kültürel ortamda bir kavram inkılabı yapar. Tanımlar getirir. Mesela sabit zannedilen kainatın her bir zerresini, Yaratıcılarını tesbih edip ilan eden varlıklar olarak bildirir. Bu özelliği ile Kur’an’a baktığımızda ‘abd’, ‘ibad’, ‘Ma’bud’, ‘Rab’ kelimeleri ile -bunların diğer kalıplarda- ‘ya’budûn’, ‘âbidûn’ gibi ifadelerin hepsi, o günlerde kullanıldığı manaların dışında anlama kavuşmuş, bu çerçevede ‘abd’ ve ‘Rab’ kelimelerini yalnızca Allah ile insanlar arasındaki ilişkiye ifade anlama dönüşmüş ve böylece de toplumun anladığı anlamlar değişmiştir. Nitekim vahiy o günkü şartların sosyolojik gerçeği olan kölelik müessesesini süreç içinde tamamen ortadan kaldırmaya yönelik mesajlar getirmiş, Resulullah (asm) da köle azat etmeyi teşvik eden beyanlarda bulunmuş, hatta insanların ‘köle’ ve ‘cariye’ gibi kelimeler kullanmamasını, zira kadın ve erkek bütün insanların Allah’ın kulu olduğunu (Müslim, “Elfâz”, 13-15) belirtmiştir.”

“Tarihsel ve geleneksel açıdan köle, insan-insan ilişkilerinde efendisinin dediğini yapar. Oysa Kur’an’ın ‘abd’ dediği köle değildir. Kur’an’ın nazarında insan ‘en değerli varlıktır’ (17: 70). Nursi’nin ifadesiyle söylersem, insan ‘misafir-i Rahmanîdir’, Yaratıcının en değerli misafiri, en aziz konuğudur. Bu dünya Yaratıcının konuk evi, ağırlama yurdu, insan ise bu konakta ağırladığı güzide misafiridir. Daha somut konuşmak gerekirse ben/biz bu dünyada Onun misafiriyiz. Hizmetimizi kim yapıyor? Yeme, içme, barınma ve öteki ihtiyaçlarımızı kim karşılıyor? Tek kelime ile O! Biz bu kainatın düzenlenmesinde bir tuğla mı koyduk? Hayır! Kur’an, ‘Yeter ki yer yüzünde benim koyduğum düzeni kendi ellerinizle bozmayın, ben düzenli yaptım kullanın ey kullarım,  sana hizmet ediyorum’ diyor. Bak, O hizmet eden oldu. Diyor ki ‘Verdiklerimi ye, iç ama israf etme’ (7: 319). Buradaki israftan maksat yemeğin bir kısmını çöpe dökmekle ilgili israftan ibaret değil. O işin küçük bir parçası. Asıl israf bu ağırlanmayı, bu ikramları, bu iyilikleri görmezden gelerek insanî duygularımızı boşa harcamaktır. Şöyle diyor O sanki: Bunları yemen, içmen için verdim, lezzetle yaşa. Ama aynı zamanda bunların sana ne haber getirdiğini, bunların benim seni sevdiğimi hatırlattığını unutma!”

“Bu çerçevede insan bu dünya misafirhanesinde şu Rabbü’l-alemin’in kendisini ne kadar güzel ağırladığını, her varlığı kendisine hizmet ettirdiğini, her ihtiyacını en güzel şekilde karşıladığını düşünerek yaşadığında insanın gözleri yaşarıyor, hayatından tarifsiz bir lezzet alıyor. Böylesine güzel bir tablo var bu dünyada. Yaz mevsiminde yazın gerektirdiği nimetler, kış mevsiminde kışın gerektirdiği nimetler sunuluyor insanın önüne. Bunların hiçbirisinde insanın müdahalesi yok. Sanki ev sahibi ‘Gölge etme, başka ihsan istemem’ diyor. Gözümüzün ihtiyacı için güzel manzaralar, burnumuzun ihtiyacı için güzel kokular, midemizin ihtiyacı için güzel yiyecek ve içecekler verdiği gibi inanma, sevme, şükretme, güvenme… gibi duygularımız için de onların ihtiyaçlarını karşılayan imkanlar sunmuş ve sunuyor. Rabbimiz, ‘Her şeyi sizin için hazırladım, insaniyet dairesi içinde faydalanın, keyfinize bakın’ diyor. İstediğimiz meyveye ulaşmak için nasıl bir yol takip etmemiz gerektiğini yaratılış düzeni içinde gösteriyor. Kayısı almak istiyorsam, bir kayısı çekirdeğini alıp toprağa atacağım, bilinen süreci takip ederek kayısıya ulaşacağım. Bal yemek istiyorsam, işçiler hazır, yine ilgili süreç ve işlemler içinde bala ulaşacağım. Süt içmek istiyorsam aynı şekilde gerekenleri yapacağım. Sanki Rab şunu söylüyor: ‘Evet, ihtiyaçlarına ulaşmak için ne yapmak gerektiğini bu varlık aleminde ben sana gösteriyorum. Bu da aslında benim seninle temasa geçme vesilesi. Yoksa o süreçler sana bu imkanları vermiyor’. Şimdi böyle bir ‘abd’liğe, böyle bir Rabbe kul olmaya insan can kurban demez mi? İşte ‘ubudiyet’ de insanın bu bilinç içinde hareket etmesi olarak anlaşılıyor.”

“Hakikat böyle olduğu halde bazı kimselerin ‘abd’ kelimesini köle olarak çevirip sanki insan Rabbine hizmet ediyormuş gibi bir çerçeveye oturtması ne kadar yanlış diye düşünüyor insan. Bir kere Rab, -tanımı gereği- hiçbir şeye ihtiyacı olmayan, kudreti sonsuz olan, -Kur’anî ifade ile- ‘ganiyyün ani’l-alemin’ olandır (3: 97). İnsan ise hizmete ihtiyacı olan, yardıma muhtaç olan, sayısız ihtiyaç sahibi olandır. Diğer taraftan baktığımızda görüyoruz ki Rab insanın bedenî ve ruhî bütün ihtiyaçlarını karşılamaktadır. Ayrıca insanın yaşadığı mülk Onundur, sahip olduğu her ne varsa Ondandır. Meseleyi sanki Allah’ın yardıma ihtiyacı varmış gibi bir noktaya getirerek, yanlış anlaşılmaya imkan veren bir kelime ile çeviri yapmak doğru değildir. Evet, mülk Onundur, bunu söylüyor (67:1). O ev sahibidir. Ama ‘kullanma hakkını sana verdim’ diyor. Nasıl kullanacağız? İnsaniyetimize yakışır şekilde, insaniyetimizin gerektirdiği edebe uygun olarak, misafir olduğumuz bilerek, nankörlük etmeyerek, insaniyetimizde bulunan teşekkür ve minnet duygumuzun gereğini yaparak…”

“Bütün bunları düşündüğümüz zaman ihtiyaçlarımızı karşılayanın Rabbü’l-alemin olduğu açıkça görülüyor. Mülk Onun, güneş Onun, toprak Onun, su Onun, hava Onun… Mülkünde her şeyi hizmetimize sunan O. Bizim varlığımız da Onun. Kuru topraktan türlü yiyecekler çıkarıp bize sunan O. Küçük baş ve büyük baş hayvanları emrimize sunarak güçlerinden, derilerinden sütlerinden yararlandıran O. Arı gibi, ipek böceği gibi hayvancıkları koşturarak bize bal ve giyecek sunan O… Bizim yaptığımız ya da yapmamız gereken şey bir tür dilekçe vermek mesabesinde olan yaratılış düzenine uyarak Onunla temasa geçmek. Ama kainatı yaratan O, evirip çeviren O, temizleyen O. Bizim lehimize ne gerekiyorsa yapan O. Nitekim kendisi, ‘Göklerde ve yerde ne varsa sizin emrinize amade kılan O’dur’ (45: 13) diyerek bunu hatırlatıyor. Kısacası biz Onun mülkünde ağalar-paşalar gibi yaşıyoruz. Bizim sandığımız hiçbir şey gerçekte bizim değil, ölünce hepsi burada kalıyor. O bunu da bize bildiriyor: ‘Göklerin ve yerin mirası Allah’ındır’ (57: 10). Yani sahip olduğumuz şeyleri devam ettiremeyeceğimizi ifade ediyor. Öyleyse bize düşen bu misafirhanede, misafirhanenin adabına uygun yaşamaktan ibarettir.”

Dersin devam eden bölümlerinde Kur’an’ın başka bazı kelimeleri kendi mesaj bütünlüğü içinde nasıl kavramsallaştırdığına dair güzel örnekler veriliyor. Allah razı olsun.

Yazar hakkında

İlyas Üzüm

Dünyalıyım. Güneş Sistemi sokağında oturuyorum. Yaşadığım Samanyolu galaksisi şehrini bile gezemedim. Yolda mıyım, emin değilim ama "yolda olmak, yolcu olmak" istiyorum; zaman ve varlığın sonsuz yolculuğunda.

Yorum yazın