Birkaç gün önce, müzakereli bir ders ortamında, peygamberlerin “harikulade” özelliklere sahip olup olmadıkları bir örnek üzerinden konuşulurken, katılımcılardan birisi, “Bu, benim için peygamber kimdir ya da ben peygamberden ne beklerim, sorusunun cevabı ile ilgilidir” diye söze başladı. Ben cümlelerin devamını beklemeden içimden cevabı yetiştirdim: “Peygamberler sıradan insanlar olmayıp hayatı olağan-üstülüklerle dolu özel şahsiyetlerdir”. Ardından aklıma gelen bazı örnekleri de sıraladım: Süleyman peygamber rüzgara binip uçmuştur. İbrahim peygamber ateşe atılmış, yanmamıştır. Musa peygamber denizde yürümüş, batmamıştır…”.
Ben bilebildiğim kadarıyla diğer peygamberlerin “harikulade” özelliklerini hatırlamaya çalışırken, ilgili müzakereci mealen şöyle devam etti, konuşmasına: “Peygamber bana Gayb’ın mesajlarını ileten ve bu mesajları “insan” olarak benim hayata nasıl yansıtacağım konusunda örneklik yahut öğretmenlik yapan kişidir. Diğer bir ifade ile Peygamber benim için bana, hayatın akışı içinde Gayb’a karşı insanî olarak nasıl bir tavır takınacağımı gösteren eğitmendir.”
Bu ifadeler bana çok güzel ve çok tatmin edici geldi. Eğer ben gerçekten belli bir araştırma ve sorgulamaya bağlı olarak, beni ve içinde yaşadığım alemi var eden bir Yaratıcı var, ve Onun bana cevabını alemde bulamadığım sorularıma cevap vermek üzere mesajları olmalı, ve O bu mesajları bana iletmek üzere benim gibi bir insanı seçip görevlendirmiş olmalı… diye bir sonuca ulaşmışsam, elbette “o insan peygamber” bana hem Gayb’ın mesajlarını iletmek hem de o mesajların hayatıma nasıl aktarılacağı konusunda bana eğitmenlik yapması gerekir.
Tamam. Peki, peygamberlere ait benim zikretmeye çalıştığım “olağan-üstülükleri” nereye koyacağız? Diğer taraftan peygamberliği böyle bir çerçeveye oturtmak onları sıradanlaştırmaz mı?
Gerek ilgili müzakereci gerekse diğer katılımcılar öteki çağrışımlarla birlikte, akla gelen bu ve benzeri sorular etrafında bir saati aşkın değerli müzakerelerde bulundular. Ben bunları kendimce şöyle maddeleştirmeye çalıştım:
1. Biz, maalesef zaten seçilmişlikleri ve konumları dolayısıyla çok değerli olan peygamberleri “değerli gösterme” adına onları bize “örneklik yapacakları boyutlarıyla değil, olağan-üstülükleri ile anma ve anlama” gibi büyük bir kültürel yanlışlığın içinden geliyoruz. Dikkat etmek, peygamberlerin “gönderiliş maksadını” iyi anlamak gerekiyor.
2. Peygamberlere ait olağan-üstülükler, teknik tabiriyle “mucizeler”, Yaratıcının, peygamber olarak görevlendirdiği kişiyi doğrulamak üzere gerçekleştirdiği fiillerdir. Peygamberin getirdiği mesaj, insanların yeterince anlayıp sorgulayabileceği yekûna ya da seviyeye gelinceye kadar başlangıçta böyle bir “onay”a ihtiyaç vardır. Sonraki süreçte insanlar peygamber olduğunu söyleyen bir kimsenin, bu iddiasında doğru olup olmadığını mesaj içeriği ile anlamaya çalışır yahut çalışmalıdır. Nitekim her biri özel gerekçelere dayalı istisnai olanlar hariç, mucizelerin genellikle ilk dönemlerde ortaya çıkmış olması da bunu gösteriyor.
3. Mucizelere yahut olağan-üstülüklere dayalı peygamber tasavvuru, onların getirdiği mesajın insanlar tarafından uygulanması gerektiği gerçeği ile çelişir. Ben ancak benim gibi olan, benim gibi yaşayan, benim gibi alemdeki câri kurallara uyan bir insanı örnek alabilirim. Yahut bana ancak benim gibi bir insan bana örnek olabilir. Ben denizde yürürsem batarım. Ateşe atılırsam yanarım. Elimle ayı ikiye bölemem yahut parmaklarımdan çeşme gibi su akıtamam… Bunları gerçekleştirmekle de görevli değilim ki peygambere tabi olacağım, veya onun sünnetini hayatıma yansıtacağım diye, onun eliyle gösterilen mucizeleri benim de göstermem beklenmez elbette.
4. Peygamberlerin gösterdiği mucizeler, peygamberlerin aslî görevi olan “mesajı aktarma ve onu örnek uygulamalarla hayata yansıtma” prensibi merkezde tutulmak şartıyla, insanları yaratılış düzenini inceleyerek benzerlerini gerçekleştirmek için çalışmaya sevk edici bir boyut taşır, taşıyabilir; bu ayrı bir konudur. Kainatın Yaratıcısının kainatın düzeninde bulunan ve henüz insanlar tarafından keşfedilmemiş olan yaratılış kurallarını açığa çıkararak, insanları bu kuralları bulmaya ve onlardan faydalanmaya da teşvik etmek amacıyla bunları peygamberler üzerinden “mucize” olarak bildirmesi önemli, fakat işaret edildiği gibi ayrı bir keyfiyettir.
5. Peygamberlerin hayatlarına baktığımızda, özel durumlarda ve işaret edilen bağlamda olağan-üstülükler göstermiş olmakla birlikte, genelde hepsi de benim gibi, bizim gibi hayatın içinde olmuş, yaratılış düzenine uygun hareket etmiş, bazen yenmiş bazen yenilmiş, bazen sevinmiş bazen üzülmüşlerdir.
6. Hz. Muhammed’in (asm) hayatına baktığımızda da bunun böyle olduğu müşahede olunuyor. Mesela kendisi, geleceğe dönük olaylarla ilgili olarak, “ben gaybı bilmem” demiş, mesela, birbiri ile ihtilafa düşen iki kişinin davası ile ilgili olarak “ben, davalıların bana anlattıklarına göre hüküm veririm” kaydını düşmüş, yine mesela meşhur “aşılama” olayında “Siz dünya işlerinizi iyi bilirsiniz” beyanında bulunmuştur.
Sonuç olarak, Hz. Muhammed örneği üzerinden ifade etmek gerekirse, o (asm) hayatında birtakım olağan-üstülükler sergilemiş olmakla birlikte, Gayb’tan aldığı mesajı bana-bize taşımış, kendisi de içinde yaşadığımız yaratılış düzenine tabi olarak bu mesajı hayatın her evresine ve her alanına taşıyarak bana “örnek” ve “öğretmen” olmuştur. Eğer onun uygulama örnekleri olmazsa ben “mesajı” hayatıma sağlıklı şekilde aksettiremem. O halde bana düşen, onun “sünnet” adı verilen uygulama örneklerini dikkate alarak Gayb’a yani Mutlak Yaratıcıya karşı insanî, doğru, “Mutlak”ın rızasına uygun tavır geliştirmemdir.