Bundan üç sene kadar önce, rahmetli ağabeyimin tedavi gördüğü hastanede, refakatçi olarak kalıyordum. Bir gün büyük torunu ziyarete geldiğinde, “ben şifa duası okuyacağım”, deyip Arapça orijinali ile bir dua okudu ve dedesinin yüzüne üfledi. Dua, Resulullah’ın kendisine bir hasta getirildiğinde, okuduğu bildirilen meşhur rivayet idi:
Mealen: Ey insanların Rabbi! Bu hastalığı gider! Şifa ver! Şifa veren sensin! Senin verdiğin sıfadan başka şifa yoktur! Öyle şifa ver ki hiçbir rahatsızlık bırakmasın! (Buharî, “Merdâ”, 20).
Bundan birkaç gün önce de popüler bir TV kanalında, konuk edilen hadis hocasına genel anlamda hastalıklar ve özellikle de baş ağrısı için okunacak şifa duaları sorulduğunda, söz konusu hoca bir kısmını ezberinden, bir kısmını da notlarından okuyarak birkaç dua metni aktardı. Ardından “baş ağrısı çeken hasta kardeşlerimiz bu duaları okuyabilirler”, kaydını düşmekle yetindi, hiçbir ilave açıklamaya yer vermedi. Sunucu, “siz tıbba da inanan bir hocasınız, izleyicilerimiz hem bu duaları okusun hem de iyileşmezlerse doktora da gitsinler”, eklemesine bulundu.
Bu son olay beni Risale-i Nurlarla beslenerek iman terbiyesine girmeye çalışan bir tanıdığımın, yıllarca evvel evinde müşahede ettiğim bir sahnesinin gözümde yeniden canlanmasına vesile oldu: Söz konusu tanıdığımın, o zaman zannederim 5-6 yaşlarında çok sevimli bir çocuğu vardı (bütün çocuklar çok sevimli yaratılmıştır). Çocuk hafif rahatsızlanmış, ilaç alıyordu. Babası çocuğa ilaç içirirken “yâ Şâfi, yâ Allah, lâ Şâfiye illâ hû” (Ey şifa veren Allah, O’ndan başka şifa veren yoktur) gibi ibareleri tekrarlayarak ilaç veriyordu…
Sonra bu üç olayı kendimce, yüzeysel olarak tahlil etmeye çalıştım: Ağabeyimin torunu anlamını bilmeden, hakikatine hiç nüfuz etmeden şifa duasını okumakla iktifa ediyordu. Hadis hocası Peygamber’i “hastalara iyileşmesi için dua okuyan” manevi bir doktor yahut halk hekimi gibi bir derekeye indiriyordu. Sunucu hem hocayı onaylıyor hem doktora referans veriyordu. Tanıdığım kişi de kendi dünyasında “şifa veren”in yalnız O olduğunu hatırlayarak çocuğunun ilaç almasını sağlamaya çalışıyordu.
Burada, kimyasal karışımların “hastalığa iyi gelmek”, “şifaya yol açmak” gibi kendilerinden kaynaklanan özelliklerinin olmadığını, olamayacağını “sorgulamak, düşünmek, anlamaya çalışmak gerektiği” faslını geçiyorum. Benim dikkat çekmek istediğim husus, ilgili rivayetin tevhîde yönelik vurgusu. Ha-mim sitesindeki yazılarda çok güzel açıklandığı gibi Resulullah “bir sağlık elemanı”, bir “tıp insanı” değil. O Yaratıcı’nın elçisi olduğunu ifade eden, insanlara Yaratıcı’yı anlatan, kendisi de bu inanç içinde yaşayan ve örneklik yapan bir şahsiyet. Söz konusu rivayette o, “enteş-Şâfi” diyerek Yaratıcı’nın şifa verici, hastalıkları iyileştirici olduğuna dikkat çekiyor. “Lâ şâfiye illâ şıfâuk” kaydıyla da iyileşme hangi kişi, bitki, ya da bugünkü tabirle kimyasal karışımlar üzerinden gerçekleşirse gerçekleşsin, bu varlıkların bizzat kendilerinin şifa verme özelliklerinin bulunup bulunamayacağını araştırmaya bizi davet ediyor.
Eğer kainatın Yaratıcısı, insanlara rehberlik yapma göreviyle bir Elçiyi görevlendirirse, bu elçi bize, görevimizi hatırlatacak rehberliği, sonucu söyleyerek yapar. Bizi araştırmaya davet eder, değilse kendisini taklit etmek üzere eğitim veren bir kişi olamaz. İnsan bir başkasını taklit ederek kendisine ait bir sonuca ulaşamaz. O halde, Rasulullah’ın bu tavsiyesini duyan bir kişi olarak bizim, bize sunulan haberi, “Doğru mu?” diye masaya yatırmamız gerekir. Rasullerin yaptığı daveti, üzerinde araştırma, inceleme, tefekkür etmeye davet olarak algılamalıyız. Eğer araştırmalarımız sonucunda varlık alemindeki her hangi bir şeyin kendisine ait bir başka sonuca varlık verecek özelliği yok ise, o takdirde, beklediğimiz sonucun ne veya kim tarafından karşılanabileceğini sorgulamaya almalıyız.
Ben şifa istiyorum, ihtiyacım var. Beni bu ihtiyaçla kim veya ne var etmiş olabilir diye önce kendi varlığımızı, şifaya ihtiyacın varlığını sorgulamak ile araştırmaya devam etmemiz gerekir. Bu araştırmalar sonucunda eğer, “Şu evrende hiçbir şey ne benim varlığımın ve ne de benim şifaya olan ihtiyacımın varlığının kaynağı olabilir” diye ikna olmuş isem, o zaman şu soruyu sorarım: “Peki, benim ve ihtiyaçlarım ve bu ihtiyaçlarımı karşılayacak olan şeylerin varlığı kim veya ne olabilir?”. Bu sorgulama sonucunda, “Bu varlık alemine kim veya ne varlık verdi ise, demek ki ancak o ihtiyacımı karşılayan olabilir” diye ikna olmuşsam, o takdirde Rasulullah’ın yaptığı rehberlik konuşmasını tasdik ederim. Rasulullah’ın gerçekten kainatın Yaratıcısının Elçisi olduğunu tasdik eder, ve onun doğru, kabul edilebilir teklifte bulunduğundan emin olarak, “Gerçekten kainatın Yaratıcısından başka şifa kaynağı olacak hiçbir şey görmüyorum” derim.
Bu aşamadan sonra, kalbî bir huzur ile Rasulullah’ın bana sunduğu sonucu ben de kendi alemimde dile getirebilirim: “Ey Şifanın kaynağı bu kainatın Yaratıcısı! Sen’den başka şifa kaynağı görmüyorum. Sana müracaat ediyorum. Senin bana verdiğin şifa ihtiyacını ancak Senin yarattığın bir araç ile karşılayacağından eminim, bana şifa ver!”
Bu yaklaşım aynı zamanda sunucunun zihnindeki “hem dua, hem doktor” şeklindeki ikilemi de ortadan kaldırıyor. İster bitkisel ilaçlar, ister kimyasal ilaçlar, isterse başka türlü girişimler söz konusu olsun, sonuçta bir “iyileşme/şifa bulma” gerçekleşiyorsa, bunların hiçbiri gerçek anlamda şifanın kaynağı değil, gerçek şifa kaynağı onlara bu özellikleri veren ya da bunları vesile kılan Şâfi-i Mutlak’tır, diye anlaşılıyor. Kişi durumuna göre vesileler çerçevesinde şifanın kaynağı Yaratıcıya müracaat, dilekçe verme manasında dua da edebilir, doktora da gidebilir. Burada önemli olan dua etmekle yetinmek ya da doktora gitmek veya gitmemek değil, şifa’nın kaynağını doğru olarak bilmek ve tasdik etmek; diye anlıyorum.
Kendimi şöyle uyarıyorum: Ne ağabeyimin torunu gibi kuru kuruya Arapça ibareleri okumakla iktifa etmeliyim, ne hadis hocası gibi Peygamber’i “özel bir tıp elemanı” hüviyetinde düşünmeliyim, ne de sunucu gibi ilaçları veya doktoru “şifa kaynağı” görme eğiliminde olmalıyım. Aksine, tam da Resulullah’ın (sav) öğrettiği gibi hangi vesile üzerinden iyileşme gerçekleşirse gerçekleşsin, bu vesilelerin gerçekte şifa kaynağı olmayacağını, şifa vericinin yalnız bütün vesilelerin Varlık Kaynağı olan bu kainatın Sahibi, Rabbi olduğunu anlamalıyım, bilmeliyim; diyorum.