Kur’an’daki Cehennem veya Cennet tasvirlerinin genellikle, “biz öldükten sonra başımıza gelecek hallerin bize bildirilmesi olarak” anlaşıldığını görüyoruz. Evet, öncelikle Allah’ı isimleriyle tanımak lazım. Fakat mesele böyle bir genelleme ile çözülemez. Böyle bir tanımanın nasıl gerçekleşeceğini konuşmak gerekiyor. Kur’an’a yaklaşımımızı gözden geçirelim öncelikle.
Kur’an, benim Yaratıcımın bana, bu dünyayı nasıl anlayacağımı, varlığımı nasıl anlamlandıracağımı ve ondan sonra da varlığımı nasıl değerlendireceğimi öğretir. Bu minval üzere, azap ve mükafat haberleri de, benim bu dünyada iken özgür iradem ile seçeceğim tavrın bana getirisinin ne olacağının haberleridir. İman ve teslimiyet yönünde yapılacak bir tercih bana Cenneti kazandıracak. Tersi de bana Cehennemi kazandıracak. Ve ben bu sonuçları burada tecrübe etmeliyim ki bu habere inanıp tasdik edebileyim. Yoksa, hem iman edeceğim, hem de imanımın sonucu müzmin bir hayat yaşayacağım ve sonra da Cennet varmış sonunda diye inanacağım. Böylesi bir tavır, insanlara emanet edilmiş olan hikmet arayışına aykırı olurdu. Ben böyle bir habere inanmam ki! Neden inanayım bu haberin doğruluğuna… Ve sonra da tasdik etmezsem sonsuz azap var! Böyle bir habere insan inanmaz.
Genellikle Kur’an’ın haberi bu minval üzere insanlara takdim edildiği için, insanlar reddetmek zorunda kalmışlar. Dini, bir takım “peşin kabullerin” sonucunda insanların onayladığı bir “varsayım” olarak tanımlamak durumunda kalmışlar. Kur’an adına konuşanların, başkalarını dinden uzaklaştırmak gibi bir tehlikeli sorumluluk altına girme ihtimallerini hiç unutmamak lazım. Diğer taraftan da, insanlar olmadık havalara girerek “dini yaşadıklarını” zannetmişler. Kendilerini dünyada kendilerine takdim edilen nimetlerden mahrum bırakarak fazilet kazandıklarını zannetmişler. Yani, “Şimdi sabret, mahrum ol, ta ki ileride sana va’d var, Cennet verilecek” vs. diyerek dünyada imanın gerçekliğini yaşamadan Cenneti garantileme sevdasına kapılmışlar. Bu dünyaya gelişimizi, sanki “bir hapishanede mahkum edildik, işkence çekeceğiz, ama sonra bu işkencenin neticesinde Cennete gideceğiz” şeklinde yorumlamışlar. Böyle bir yaklaşımın, Allah’ın dininin insanlara takdiminde ne kadar tehlikeli ve itici bir tavır olduğunu şimdiki alemde çok bariz bir şekilde görüyoruz. Böyle bir anlayışın münafıklar tarafından desteklendiğini de farkediyoruz (imanın ferasetiyle bakmak şartıyla).
“Allah’ı Esmasıyla tanımak,” güzel bir ifade ve de doğru. Konumuz ise, Allah’ı Esmasıyla bu dünyada tecrübe ederek tanımak üzerinedir. Yani, “cahim” (şiddetli Cehennem azabı) diye haber verilen azabin, “tekasur” (devamlı dünya malını toplayarak mutlu olunacağı beklentisiyle yaşamak) peşinde olanların bu tavırlarının içinde ve otomatik sonucu olduğunu hatırlatmaktır Kur’an’ın yaptığı. Ölümden sonraki “ba’su ba’da’l-mevt” olan yaratılışta ise bu halin devamını, yani ebedî olanını vereceğim diyor, Kur’an’ın haberi. Eğer ben “tekasur” de “cahim”i görürsem, yaşarsam, hissedersem, o takdirde “tekasur”un sonucunun “cahim” olduğunu tasdik ederim ve ”Böylesi bir davranış ile insaniyetimi geliştirirsem, bu insaniyetimin bana böyle bir hayatı yaşatması kaçınılmaz sonucum olur,” derim.
Yani, her bir imtihandan “geçmez” notu almış ve herbir geçmez notunun kendisinin hiçbir şey öğrenmediğinin karşılığı olduğunu bizzat yaşamış bir öğrencinin diplomasi da “geçmez” olacaktır ve de hayatının gerisinde de “geçmez” bir kişi olarak yaşayacaktır. Bu öğrencinin ”geçmez notunu beğenmeyip” şikayet etmek yerine, dersleri dinleyip, konuları öğrenip “geçer” notu alması ve “öğrenmenin memnuniyetini” de, diplomayı aldıktan sonra hayatı boyu yaşamayı tercih etmesinin belgesi olduğunu bilmesi beklenir. ”Serbest İrade’‘ böyle bir tercihi yapmak için verilmiştir.
Hiçbir zaman unutmamak lazımdır ki, Kur’an, “şimdi-burada” düsturuyla okunur. Mehmet Ali hocamızın “Usul Yahu!” listesini hatırlamak lazım.
Ancak böyle bir anlayışladır ki, “İmanın içinde Cennetin çekirdeğini, küfrün içinde de Cehennemin çekirdeğini” görmek mümkün olur. Tahkik-i iman ancak böyle bir usul takip edildiğinde gerçekleşir, inşaAllah.
Özetle, “cahim”i “tekasur” içinde görmektir vazifemiz.