Kainat ve İnsan

Şer Problemi: ”Elem” ve ”Ağrı” Arasındaki Fark

Şer Problemi: ''Elem'' ve ''Ağrı'' Arasındaki Fark | Ha-Mim
“Elem” (İngilizcesi, ”suffering”) ve “ağrı” (İngilizcesi, ”pain”) arasındaki farkın anlaşılması gerekir, diye düşünüyorum.
Önce fiziksel “ağrı”yı tarif edelim: “İyi” diye tanımladığımız bir halin ortadan kalkması, elimizden gitmesi, ve dolayısıyle bizim bir acı hissetmemiz.

“Şer” için getirdiğimiz tarifte olduğu gibi, “hayrın” olmaması. “Yaratılışta “şer” yok, “hayr”in nisbeten yokluğu var. Cehennem tarifinde de, “Cennet olmasaydı Cehennem yakmazdı,” der, Nursi.

“Fena”nın, yani “zeval”in ELEMini algılayacak şekilde yaratılmışız ki, “zeval” veya “fena”nın farkına varalım, onları sevmeyelim. Ta ki, “fenadan bekaya giden yol”u arayalım. Değilse, yaratılmışlık olmasaydı, Yaratıcıyı; fena olmasaydı, bekayı anlama kabiliyetimiz yok. Hem Yaratıcı ve hem de beka bizim kavrama kapasitemizin dışındalar, başka bir yaratılış boyutudurlar. Ki biz bu yaratılış boyutunun içine giremeyiz, ancak varlıklarını kavrayabilecek kapasitedeyiz. Varlıklarını kavramak bile insanî duygularımızı tatmin etmeye yetiyor. “Teslimiyet” manasındaki “İslam” bu demektir. Yani, varlıklarını kavradığımız bu hakikatlere teslim olmak. Bu varlıklarını kavradığınız kavramların içeriklerine teslim olmak. Onların mahiyetini kavrayamadık, diye inkar etmemek. Biz bu kapasitedeki bir varlık boyutundayız, yani yaratıklarız. Beka’yı ve Yaratıcı’yı kavrayamayız. Bir taşın, insanî özellikleri kavrayamadığı gibi. O kavramların mahiyetini kavrayabilseydik, Yaratıcı ve dolayısıyla Baki olurduk. Ki değiliz.

Fiziksel ağrıyı inkar etmek değil, bizi bir maksada ulaştırmak için var edildiğini algılayabilecek bir kapasitede yaratılmışız. Bu acının üstesinden gelmenin tek yolu: “Sabır.” Kur’an’da sabrın kaç yerde tekrar edildiğine bakarsak çok çok önemli olduğunu anlarız. Sabır demek, “Bir anda hissettiğimiz bir acının yalnızca o ana ait olduğunu anlamak ve yalnızca o an için o acının hangi maksatla verildiğini düşünmek.” Daha önce tattığımız ve “iyi” diye tarif ettiğimiz halin (yani, var olmanın, zevkettiğimiz bir halin -mesala, sıhhatin) bizim beklentilerimize göre devamının gelmemesinin, fenaya gitmesinin, elimizden alınmasının verdiği ağrılı halin, bizim tarafımızdan hissedilenin acısı. Yani, kaybedilenin verdiği acı. Mesela, ben cüzdanımı kaybetsem içinde hiç para olmasa ve de cüzdanım kıymetli bir şey olmasa, hiç umurumda bile olmaz. Ama içinde birçok önemli belgeler, çok para vs varsa, cüzdanın kaybolması beni çok üzer. Belgelerin benim için taşıdığı önem ve paranın miktarı iler orantılı olarak acı çekerim. Demek ki, kaybettiğimizi düşündüklerimizin “acısı”nı çekiyoruz. Bu acı vehim midir? Hayır, gerçektir. Biz bu acıyı çekecek mahiyette yaratılmışız. Ama, “sabır” da verilmiş.

Nursi’nin, dönüp dolaşıp, fenaya gitme yok! demesinin altında, kaybetmiyorsunuz, sabredin, yani, yaratıldığınız “AN”ı düşünün. O kaybın verdiği acı, size boşuna verilmedi. Kaybettiğinizi sandığınız her şey muhafaza oluyor. Tekrar tekrar yaratılarak, kaybettiğinizi düşündüğünüz cüzdanınınızın içindekiler tekrar tekrar yaratılarak, “kaybetmenin acısı”nı tattıran size bir mesaj gönderiyor. Sizinle konuşuyor. Bu acı çektiğiniz halinizi, geçmişe ve geleceğe yaymanız yanlıştır. Anındaki yaratılışa ve o yaratılış biçimi ile size anlatılana kulak verin. Sabır, AN’a dikkat etmektir. Konsantre olmaktır. “AN”da gelen mesajı okumaktır. Çünkü, geçmiş geçti ama yok olmadı, gelecek henüz gelmedi, ve senin de geleceği kontrol etme kabiliyetin yok. Neden geçmişi, cüzdanımdaki olanları kaybettim diye bugüne taşıyorsun? Kaybetmedin ki! Onların kendilerinin fani olduğunu, onların sana bir emanet olarak verildiğini ve bu verilişin seni, onların Sahibini tanımak için olduğunu kavraman için senden alındı. Elem çekmek ve tekrar tekrar, “Vay, paralarımı (sıhhatimi, hayatımı vs) kaybettim!” diye üzülmek yerine, bu alınıştaki maksadı gör,” diye Beka’ya olan ihtiyacımız bize öğretiliyor.

Acısız olsaydı, olmaz mıydı? Hayır. Kaybedilen cüzdanın acısını çekmeyen kimse, içindekilerin kıymetini takdir etmediğindendir ve onların kıymetini takdir etmeyen de, onların Ebedî kaynağını hiç mi hiç aramaz. Bu tecrübe ettiğimiz yaratılış biçimi, bizi Bekaya müştak olarak donatanın, bizi Kendisine DAVETidir. Acı çektirerek mi? Evet, verilenlerin kıymetini anlatarak, onların EBEDÎsini istetmek içindir.

Yaptığımız online Risale-i Nur derslerinde sık sık bunu anlatmaya çalışıyoruz. Ne mutlu ki, ölüm var, ölüm olmasaydı biz yerimizden bile kıpırdamaz, anlamsız. zevksiz bir hayat yaşardık. Çırpınıyoruz, bu geçici dünyamızı nasıl zevklendirir ve lezzet ile yaşarız diye. Yol ikidir: Ya dünyanın kendisini yakalamak için çırpınırız, ki beyhude! Yakalayamıyoruz, devamlı gidiyor. Ya da, fenadan Beka’ya giden yolu görüp, teslim olmak! Beka’nın varlığından emin olup, iman edip, Beka’nın özlemi ile, bu fena’dan gelen acılara, “Hoş geldiniz, güzel haber getirdiniz,” diye memnun olmak. Yani, bu acılardan dolayı elem çekmemek.

İşte şimdi “elem” yok, diyebiliriz. Nursi’nin devamlı, “Fenaya gidiş yok, her şey bekaya işaret ediyor, bekaya gidiyor,” demesindeki hikmeti ben böyle anlıyorum. Beka’nın haberini alan kimse, verilen “acı”yı bir haberci olarak algılar, ve ”elem,” yani işkence çekmez. Bilakis, memnun olur. İşte sabır bunun için imandandır. Yani, müminler sabreder. Bekaya teslim olamayanlar hep “şikayet” eder. Geçmişi düşünerek, “Nerede benim gençliğim, sıhhatli günlerim?” diyerek hep “Ahh, ahh!” diye inler, durur. Ve elinden de bir şey gelmediği için, ümitsizlikten dolayı hep şikayet eder. Acının yaratılmasındaki ince hikmeti görüp, sabırla karşılayıp, mesajı almak ve elem çekmek yerine, şükretmek gerekir.

Nursi’nin, ”Ölüm bir son değil, herşey bekaya gidiyor, bekaya işaret ediyor, dikkat et, yokluk yoktur, senin çok memnun olduğun sıhhatin -cüzdanındaki kıymetli eşyan ve paraların- yok olmadı, elinden alınarak, elinden gitmesinin acısı tattırılarak, ‘onlara kalbini bağlama, onları sana Veren’i tanı’!” şeklinde konuşmasının nedeni bu diye anladım.

Yazar hakkında

Ali Mermer

Yorum yazın

1 Yorum

  •  Hem Yaratıcı ve hem de beka bizim kavrama kapasitemizin dışındalar, başka bir yaratılış boyutudurlar. Ki biz bu yaratılış boyutunun içine giremeyiz, ancak varlıklarını kavrayabilecek kapasitedeyiz. Varlıklarını kavramak bile insanî duygularımızı tatmin etmeye yetiyor.Keske bu paragrafi bir gun evvel okumus olsaydim. Allah razi olsun.