Kur’an kişilerden kendileri adına değil sahip oldukları özellikler adına bahseder. Firavun, Musa, Ebu Leheb’den vs. bahsedilmesi bu şekildedir. Rasulallah da (s.) bu yöntemi sözlerinde kullanmıştır. Mesela “Dünya öküz ve balık üzerindedir” derken ziraat ve balıkcılığa işaret ediyor diye yorumlar Said Nursi bu ifadeyi. Başka örnekler de gösterilebilir.
Aşağıdaki hadisi de bu şekilde yorumlamanın gerektiğini düşünüyorum.
Muâviye İbn Câhime’nin anlattığına göre; Câhime radıyallahu anh Peygamber aleyhissalâtu vesselâma gelir ve: “Ey Allah’ın Resulü, ben gazveye (cihad) katılmak istiyorum, bu konuda sizinle istişare etmeye geldim” der. Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm: “Annen var mı?” diye sorar. “Evet” deyince, “Öyleyse ondan ayrılma, zira cennet onun ayağının altındadır” buyurur. (Nesâî, Cihâd, 12)
Bu hadis genelde anneleri ilgilendiriyor diye düşünülür ama öyle olmasa gerek. Allah’ın Elçisi (s.) burada anneliğin belirgin vasfına vurgu yapıyor. Yani Rahman ve Rahim isimlerinin yoğun bir şekilde tecelli ettiği şefkat ve merhamet duygusuna… Yavrusuna olan derin muhabbetine… Yavrusunun en ufak bir zarar görmesini istememe duygusuna…
Kısacası Allah Rasulü (s.) “Cennet anaların ayakları altındadır” derken “Cennet, yani Yaratıcının esma ve sıfatlarını tanıma, yani marifetullahta mesafe katetme, merhametli insanların hemen yanı başındadır” demek istiyor gibi. Peki nasıl?
Şöyle:
“Mufarakat-ı umumiye hengâmı olan harab-ı dünyadan haber veren âhirzaman hâdisâtı içinde müfarakat-ı hususiyemi ihtar eden ihtiyarlık ve âhir ömrümde bir hassasiyet-i fevkalâde ile
fıtratımdaki cemâlperestlik ve güzellik sevdası ve kemâlâta meftuniyet hisleri inkişaf ettikleri bir zamanda, daimî ve tahribatçı olan zevâl ve fenâ ve mütemâdi ve tefrik edici olan mevt ve adem, dehşetli bir surette bu güzel dünyayı ve bu güzel mahlûkatı hırpaladığını, parça parça edip güzelliklerini bozduğunu fevkalâde bir şuur ve teessürle gördüm. Fıtratımdaki aşk-ı mecazî bu hale karşı şiddetli galeyan ve isyan ettiği zamanda bir medar-ı teselli bulmak için yine bu Âyet-i Hasbiyeye müracaat ettim. Dedi: “Beni oku ve dikkatle mânâma bak.” Ben de, Sûre-i Nur’daki Âyet-i Nurun rasathanesine girip imanın dürbünüyle Âyet-i Hasbiyenin en uzak tabakalarına ve şuur-u imanî hurdebîni ile en ince esrarına baktım, gördüm:”
Nasıl ki âyineler, şişeler, şeffaf şeyler, hattâ kabarcıklar güneş ziyasının gizli ve çeşit çeşit cemâlini ve o ziyanın elvân-ı seb’a denilen yedi renginin mütenevvi güzelliklerini gösteriyorlar. Ve teceddüt ve teharrükleriyle ve ayrı ayrı kàbiliyetleriyle ve inkisaratlarıyla o cemâli ve o güzellikleri tazelendiriyorlar. Ve inkisaratlarıyla güneşin ve ziyasının ve elvân-ı seb’asının gizli güzelliklerini izhar ediyorlar. Aynen öyle de, Şems-i Ezel ve Ebed olan Cemîl-i Zülcelâlin cemâl-i kudsîsine ve nihayetsiz güzel olan Esmâ-i Hüsnâsının sermedî güzelliklerine âyinedarlık edip cilvelerini tazelendirmek için bu güzel masnular, bu tatlı mahlûklar ve bu cemâlli mevcudât hiç durmayarak gelip gidiyorlar. Kendilerinde görünen güzellikler ve cemâller kendilerinin malı olmadığını, belki tezahür etmek isteyen sermedî ve mukaddes bir cemâlin ve daimî tecelli eden ve görünmek isteyen mücerret ve münezzeh bir hüsnün işaretleri ve alâmetleri ve lem’aları ve cilveleri olduğu pek çok kuvvetli delilleriyle Risale-i Nur’da tafsilen izah edilmiş. Burada o burhanlardan üç tanesine kısaca işaret edilecek. (4. Şua, 6. Mertebe-i Nuriye-i Hasbiye)
Dikkat edilirse yoğun bir şefkat duygusu insanı arayışa sürüklüyor ve hemen o duygunun yanı başında cennet ile yani Yaratıcısının isim ve sıfatlarıyla tanıştırıyor.
Bir başka örnek:
“Bir zaman, ihtiyarlığımın mebdeinde, bir inzivâ arzusuyla, İstanbul’un Boğaz tarafındaki Yûşâ Tepesinde, yalnızlıkla ruhum bir istirahat aradı. Birgün o yüksek tepede, daire-i ufka, etrafa baktım. Gayet hazîn ve rikkatli bir levha-i zeval ve firâkı, ihtiyarlığın ihtarıyla gördüm. Şecere-i ömrümün kırk beşinci senesi olan kırk beşinci dalındaki yüksek makamından, tâ hayatımın aşağı tabakalarına nazar gezdirdim. Gördüm ki, o aşağıda, herbir dalında, herbir senenin zarfında sevdiklerimden ve alâkadarlarımdan ve tanıştıklarımdan hadsiz cenazeler var. Ve o firak ve iftiraktan gelen gayet rikkatli bir mânevî teessürat içinde, Fuzûlî-i Bağdâdî gibi mufarakat eden dostları düşünerek enîn edip,
Vaslını yâd eyledikçe ağlarım,
Tâ nefes var ise kuru cismimde feryad eylerim
diyerek bir teselli, bir nur, bir rica kapısını aradım. Birden, âhirete iman nuru imdada yetişti; hiç sönmez bir nur, hiç kırılmaz bir rica verdi.” (26. Lem’a, 5. Rica)
Özetle bu hadis, merhamet ve marifetullah ilişkisini veciz bir şekilde ifade ediyor.
İlgili Yazılar:
”Rahmet-i İlâhiyenin en
lâtîf, en güzel, en hoş, en şirin cilvelerinden olan şefkat, bir iksir-i
nuranîdir, aşktan çok keskindir. Çabuk Cenâb-ı Hakka vusule vesile
olur. Nasıl aşk-ı mecazî ve aşk-ı dünyevî, pek çok müşkülâtla aşk-ı
hakikîye inkılâp eder, Cenâb-ı Hakkı bulur. Öyle de, şefkat, fakat
müşkülâtsız, daha kısa, daha safî bir tarzda, kalbi Cenâb-ı Hakka
rapteder.” (17.Mektup ,5.Nokta). Çok güzel ve isabetli bir yaklaşım. Ayet ve ayetlerin tefsiri olan hadislerin yüksek hakikatlerine ulaşmak ve eğitimine girmek için kainattan ve insaniyetime ait duygularımdan hareketle yapılan tefsirler benim için çok anlamlı ve etkileyici oluyor.Ayrıca Cenneti Yaratıcıyı tanımak (marifetullah) olarak tanımlamanız şu anda dünyada iken vahyın ve Peygamber’in rehberliğinde insaniyetimi kainatın şahitliğinde kullanarak, eğiterek cennete ulaşamazsam öldükten sonra nereye ulaşacağımdan nasıl emin olabilirim. Allah razı olsun.
“Cennet “Anaların” Ayakları Altındadır” hadisi, genellikle kültürümüzde bir virüs gibi mevcut olan, anne ve babaya mutlak itaatı hatıra getirmektedir. Hadisin yaygın olarak dile getirilmesi de maalesef bu çok yanlış olan anlayışın egemenliği altında olmaktadır. Bir çok tanıdığım dindar kişiler, bu hadisin kültürden kaynaklanan yanlış anlamanın kurbanı olarak, yanlış tercihlerine mazeret uydurabilmektedir. Benim kastım anne-baba ile cedelleşelim değil. Çünkü onların görüşleri, mutlak doğru değil. Mutlak doğru, Rabbimizin fıtratımıza – yaratılışımıza koyduğu ve vahiyle teyit ettiği prensiplerdir. Anne ve babalar, Rahman ve Rahim isimlerinin en güzel aynalarıdır. A. BERA abiye teşekkür ederiz, bu güzel çalışmaları için…