Ha-mim’de, geçtiğimiz hafta sonu (06. 03. 2022) yapılan Lahikalar dersinde (https://www.youtube.com/watch?v=-gu1XEOrPxs), Barla Lahikası’ndan 41-48. Mektuplar okunup müzakere edildi. Müellifin talebelerinin kaleme aldığı mektuplardan oluşan metinlerin müzakerelerinde, pratik yönü olan önemli prensipler gündeme getirildi. Ben her zaman olduğu gibi müzakerelerin tamamını ilgili kayıtlara havale edip42. Mektup vesilesiyle paylaşılan tefekkürlerden bir kısmına işaret edeceğim.
Başındaki nottan Hakkı Efendi’ye ait olduğu anlaşılan mektup iki cümleden oluşuyor: “İş bu cihan kıymet eserin mütalaasında nasıl bulduğumuz istifsar buyruluyor. Dekâik-i hikmet ve hakâik-i ilmiye ile tezyin ve tarsîn edilmiş olan yüksek eser hakkında mütalaa serdetmek bidaamın fevkindedir” (Barla Lahikası, İstanbul 2020, s. 41). Anlaşıldığı üzere müellif, telif ettiği bir eser hakkında Hakkı Efendinin yorumlarını soruyor. Hakkı Efendi de söz konusu eserin hikmetin ince güzellikleri ve ilmin hakikatleri ile süslendirilmiş ve pekiştirilmiş, cihan çapında yüksek bir çalışma olduğunu, ancak böyle bir çalışma hakkında yorum yapmasının kendi sınırlarını aştığını belirtiyor.
Mektupta geçen ve “yorum istemek” anlamına gelen “istifsar”dan hareketle, söz alan bir müzakereci şunları dile getirdi: “Bu ve benzeri mektuplardaki soruşturmalardan, Üstad’ın, muhataplarının kapasitesini aşsa da onlardan mütalaalarını belirtmelerini istemekten vazgeçmediği anlaşılıyor. Bunun nedenini düşünmek lazım. Biz öyle yapıyor muyuz yoksa bildiğimizi empoze mi ediyoruz diye kendimizi de çek etmeliyiz diye anlıyorum. Ben kendimi sorguladığımda, açıkçası biraz suçlu bulmaya başladım kendimi. Evet, Üstad talebelerini, onların seviyelerini biliyor. Bu, elbette onların kıymetsiz olduğu anlamına gelmiyor. Hepsi çok halisane bir şekilde eserlere muhatap oluyorlar. İhtiyaçlarının farkındalar, besbelli. Ama Risale-i Nur’daki derin ilmi meselelere vakıflar mı yahut ne kadar vakıflar, Üstad’ın bunu bilmemesi düşünülemez. Ama Üstad, neredeyse her defasında, nasıl anlaşıldığını veya anlaşılıp anlaşılmadığını soruyor. Bunun muhatapların eğitimi açısından çok önemli bir prensip olduğu anlaşılıyor.”
“Ben kendime bakıyorum. Muhataplarıma göre mi konuşuyorum, onların içinde bulundukları şartları dikkate alıyor muyum yoksa kendime göre bildiklerimi veya düşündüklerimi empoze mi ediyorum, deyince farklı bir durum ortaya çıkıyor. Bu, benim için kendimi yadırgadığım bir durum. Empoze eden bir kimse hakikati elinde bulundurduğuna inanır. Oysa yapılması gereken empoze etmek değil, paylaşmaktır. Paylaşırken de durumuna göre geri bildirim almak ve gereken tavrı bu geri bildirimler ışığında belirlemektir. Bu yüzden bakıyoruz, Üstad talebelerine daima soruyor. Bu mektupta olduğu gibi Hakkı Efendiye soruyor, örnekleri önceki mektuplarda geçti, Sabri Efendi’ye soruyor, Hulusi Bey’e soruyor; nasıl buldunuz, ne diyorsunuz? diye. Onlar da, -tevazularından olduğunu zannetmiyorum-, samimi ve hürmetkâr bir dille, “benim bu yazılanlar hakkında söyleyeceğim bir şey yok, faydalanmaya çalışıyorum’ diye cevap veriyorlar. Onların bu nezaketli dili elbette insanlar arası ilişkilerde ahlakî bakımdan önemli prensiplere işaret ediyor. Ama tekrarlamam gerekirse benim bu mektuptan anladığım Üstad’ın muhatapların seviyesine bakmaksızın, onlardan mütalaa istemesi, bizim de yazdıklarımız veya konuştuklarımızla ilgili olarak muhataplarımızı dikkate almamız gerektiğidir.”
Başka bir müzakereci şunları ifade etti. “Müellifin talebelerinden geri bildirim istemesi, ifade edildiği gibi muhatabın eğitimi açısından önemli bir usulî prensip. Bununla bağlantılı başka bir husus ise bunun muhatabın eseri daha dikkatli okumaya sevk edici bir yönü olması. Bazen elimize bir eser geçince kabaca süzüp bir yere koyabiliyoruz. Oysa muhatap bizden bir yorum bekliyorsa, -ki, eser benim ihtiyacımı karşılayan bir niteliğe sahipse, müellifinin benden yorum istemeye hakkı var, diye düşünürüm-, daha dikkatli okur, daha alıcı gözüyle mütalaa ederim. Sanki müellif bir taraftan buna da imada bulunuyor gibi geldi bana.”
Diğer bir müzakereci de şunları ilave etti: “Arkadaşlar geri bildirimden bahsetti. Bir kimsenin yazdıklarından geri bildiri isteyebilmenin arkasında, hakikatin “herkesin ortak malı” olduğu düşüncesini benimseme vardır. ‘Ben söylüyorum, bu böyledir’ demek buyurgan, üstten, hakikati tekelinde görmekten kaynaklanan bir durumdur. Bu tür kimseler hakikati paylaşmaz, dikta eder. Şayet bir geri bildirim isteyecek olsa da, ‘ben böyle düşünüyorum, bunu düzeltmek ya da geliştirmek için tekliflerine açığım’ demek yerine, ‘bu böyledir, dediklerimi belledin mi, ezberledin mi’ demeye gelir, bu. Halbuki Üstad’ta bunun tam tersi bir durum müşahede ediyoruz.”
Müzakereler daha çok geri bildirim eksenli devam edince, başka bir müzakereci kendinden pay biçerek şöyle söyledi: “Hepimiz kaç zamandır Risale okuyoruz. Bu ve benzeri mektuplardan da Üstad’ın okuyuculardan mütalaa talep ettiğini öğrendik, öğreniyoruz. Bunun eğitim açısından yararlarına da değinildi. Ben kendi adıma şöyle düşündüm. Madem Üstad, Risale okuyanlardan mütalaa istiyor, ben de kendimi hayalen Üstad’ın mütalaa istediği bir konuma koyup, her Risale okuduktan sonra -mektuba dökmesem bile-, zihnimden o risale hakkında bir yorum geçirmeliyim. Eminim ki böyle bir teşebbüs hem benim Risaleleri daha dikkatli okumama hem de yazılanların hayatıma daha tesirli olarak aksetmesini sağlar.”
Başka bir müzakereci ise şunları ifade etti: “Risale-i Nur genel olarak iman hakikatlerinden bahsediyor. Ben Risale’yi okuduğumda, orada anlatılanlar bir şekilde benim iç dünyama yansıyacaktır. İlgili mektuptan ve yapılan müzakerelerden anlıyorum ki, ben, iç dünyama yansıyan bu hakikatleri başkalarıyla da paylaşmalıyım, ta ki bu suretle hem başkaları bu hakikatlerin benim kalbime nasıl yansıdığından haberdar olsun hem de ben aynı hakikatlerin onların kalp aynalarına nasıl aksettiğini bileyim. Böylece karşılıklı olarak istifademiz gittikçe artan bir seyir takip etsin. Biz nasıl ki sevineceğimiz bir olay olduğunda, diyelim ki bebeğimiz dünyaya geldiğinde paylaşıyor, paylaşmamız da sevincimizi artırıyorsa, imanî hakikatlerin kalbimizdeki yansımasını paylaşmamız da bu hakikatlere karşı ilgi, şevk ve coşkumuzu artıracaktır, diye düşünüyorum.”
Allah razı olsun.