Ha-mim’de geçtiğimiz hafta sonu (03. 09. 2023) yapılan Mektubat dersinde, Yirminci Mektub’un İkinci Makam’ındaki Dokuzuncu Kelime’nin (bi yedihi’l-hayr) okunmasına ve müzakeresine devam edildi. Bu vesile ile kıymetli tefekkürler paylaşıldı. Ben bunları ilgili ders kaydına (https://www.youtube.com/watch?v=vyumb5EEq2g) havale ederek aşağıdaki paragrafla ilgili olanların bir kısmını aktarmak istiyorum:
“Şu kâinatta görünen ef’âl ile tasarruf edip icad eden Sâniin, bir muhit ilmi var. Ve o ilim, Onun zâtının hassa-i lâzime-i zaruriyesidir; infikâki muhâldir. Nasıl ki güneşin zâtı bulunup ziyası bulunmamak kabil değil; öyle de, binler derece ondan ziyade kabil değildir ki, şu muntazam mevcudatı icad eden Zâtın ilmi, ondan infikâk etsin. Şu ilm-i muhit, o Zâta lâzım olduğu gibi, taallûk cihetiyle her şeye dahi lâzımdır. Yani, hiçbir şey Ondan gizlenmesi kabil değildir. Perdesiz, güneşe karşı zemin yüzündeki eşya, güneşi görmemesi kabil olmadığı gibi, o Alîm-i Zülcelâlin nur-u ilmine karşı eşyanın gizlenmesi, bin derece daha gayr-ı kabildir, muhâldir. Çünkü huzur var. Yani, herşey daire-i nazarındadır ve mukabildir ve daire-i şuhudundadır ve her şeye nüfuzu var. Şu câmid güneş, şu âciz insan, şu şuursuz röntgen şuaı gibi zînurlar, hâdis, nâkıs ve ârızî oldukları hâlde, onların nurları, mukabilindeki her şeyi görüp nüfuz ederlerse, elbette vâcib ve muhit ve zâtî olan nur-u ilm-i ezelîden hiçbir şey gizlenemez ve haricinde kalamaz. Şu hakikate işaret eden, kâinatın had ve hesaba gelmez alâmetleri, âyetleri vardır…” (Mektubat, İstanbul 2020, s. 236)
Dokuzuncu kelimenin başında müellif “bi yedihi’l-hayr” fıkrasını açıklarken “bütün hayrât Onun elindedir, bütün hasenât Onun defterinde, bütün ihsanât Onun hazinesindedir. Öyle ise hayır isteyen Ondan istemeli, iyilik arzu eden Ona yalvarmalı” diyor. Ardından “şu kelimenin hakikatini kat’î bir surette göstermek için ilm-i ilahînin hadsiz delillerinden bir geniş delilin emarelerine ve lem’alarına şöyle işaret ederiz” ifadesine yer veriyor ve yukarıda alıntılanan paragrafla başlayan ve üç sayfayı bulan bir açıklamaya giriyor. Moderatörün de dikkat çektiği üzere müellif Yaratıcının ilmini delillendirirken genellikle yaptığı gibi kainattan yola çıkıyor, kainattaki her şeyin “bilerek yapılma” keyfiyeti gösterdiğini, bunun da Onun nihayetsiz ilmine delalet ettiğini ifade ediyor. Güneş ile ışığı arasındaki ilişkiye dikkat çeken müellif, ışık veren bir yıldız olarak tanımlanan güneşin zatı olup da ışığının olmamasının, güneş olma özelliği ile çeliştiği için muhal olduğu gibi, kainatta tasarrufta bulunan Sanatkarının da ilminin olmamasının imkansızlığını dile getiriyor. Çünkü kainatta gözlemlediğimiz yaratıkların hepsinin kendilerinde görülen özelliklerin bilinerek düzenlendiğini anlıyoruz. Bu bilginin bütün varlıklarda aynı anda gerçekleştiğini de gözlemliyoruz. Dolayısıyla bu kainata bir bütün halinde varlık veren tüm kainatın varlık Kaynağının sonsuz, mutlak bir ilme sahip olması Onun Zatının olmazsa olmaz özelliği olması olmalıdır diye anlıyoruz.
Derste metnin devam eden paragraflarında kainatın Sanatkarının muhit ilmi yanında küllî iradesine de değinildiğine işaret ederek moderatör şunları söyledi: “Metin, mevcudat üzerinden hareket ederek Yaratıcının hem her şeyi içine alan ilmi hem her şeye nüfuz eden iradesi bulunduğunu ispat ediyor. Bununla müellif galiba şuna dikkat çekmek istiyor diye düşünüyorum: Biz yaşadığımız sebepler dünyasında ‘Allah her şeyi bilir, Onun ilmi sonsuzdur; o irade sahibidir, her şey Onun iradesinin sonucudur’ türünden sözler söylüyoruz ama pratikte bir taraftan da bir şeylerin bilinmesini yahut dilenmesini kendimize veya başka şeylere de havale edebiliyoruz. Mesela çok sevimli bir çocuk için bir yandan ‘Allah çok güzel yaratmış’ derken bir yandan da ‘anne ve babanın ve çocuğun genleri çok sağlammış’ diyerek çocuğun güzel yaratılmasında genlere pay verebiliyoruz. Müellif çok sağlıklı bir usul takip ederek ‘yukarıdan aşağıya inmeci bir tavır’la değil, varlıklar aleminden hareket ederek Yaratıcının her şeyi kapsayan ilim ve iradesini ispat ederek hiçbir sebebe pay vermemek gerektiğini ifade ediyor”.
Yine moderatör metindeki “Her şey Onun daire-i nazarındadır ve mukabildir ve daire-i şuhudundadır ve her şeye nüfuzu var” şeklindeki cümlenin de altını çizerek -küçük tasarruflarla- şöyle dedi: “Bu cümle de çok önemli geliyor bana. İnsan bu tür ifadeler kullansa da kolayca gaflete düşebiliyor. Oysa bu konuda güçlü bir bilinç oluşturmak gerekiyor. Mevcudata bakınca görüyoruz ki her şey Onun ilminin tecelli alanının kapsamında olduğunu gösteriyor. O halde, O beni de bizi de, benim ve bizim yaptıklarımızı da en ince ayrıntısına varıncaya kadar biliyor, görüyor, ‘nazar-ı şuhudunda’ bulunduruyor. Nitekim dikkat edildiğinde Kur’an ayetlerinde de bu hususun sıklıkla gündeme getirildiğini görüyoruz. Mesela bir ayette ‘Şüphesiz Rabbin gözetlemededir’ (Fecr 89/14), başka bir ayette ‘Bilin ki Allah yaptıklarınızı görmektedir’ (Bakara 2/233), diğer bir ayette de ‘Allah her şeyi görmektedir’ (Mülk 67/19) buyruluyor. Yani ‘biri beni, devamlı gözetliyor’ diyeceğim ve Onun gözetlemesini sürekli ensemde hissedeceğim diye anlaşılıyor.”
Diğer bir müzakereci de şunları paylaştı: “Metinde geçen ‘perdesiz güneşe karşı eşya, güneşi görmemesi kabil olmadığı gibi, o Alîm’i Zülcelâl’in nur-ı ilmine karşı eşyanın gizlenmesi bin derece daha gayr-ı kabildir, muhaldir’ cümlesi bana ilginç geldi. Her bir eşyanın yaratılış biçiminde ilim yani ‘bilme’nin söz konusu olduğunu anlıyoruz. Bilmese kargaşa olur. Her şey yerli yerinde. Her şey olması gereken yerde. Her şey ‘bilinerek’ yerli yerine yerleştirilmiş. Bunu kimse inkar edemez. Kainat bunun şahididir. Şimdi, konumuzla ilgili tarafı şu: Hem Onun her şeyin varlığına ‘ilmi’ olsun hem de o ilim ile eşyanın arası kesilsin; sanki bu eşyayı yaratan bilmiyor gibi telakki edilsin. Bunun imkansız olduğu ortada. Materyalist ne diyor? Bilgi var gibi görünüyor ama bu bilgi tesadüf diyor. Yani bilgiyi inkar edemez, edemiyor. Düzeni inkar edemez, edemiyor. Düzen bilginin sonucu. Düzenin bilerek kurulduğunu inkar etse kendi çalışmaları boşta kalır. Geçmişi ve geleceği aynı anda bilen birisinin kurduğu bir düzen yoksa laboratuarda ne arıyorsun? Rastlantı sonucu oluşan bir düzenin ileride rastlantı sonucu bozulabileceğini düşünerek mi araştırmalarından vaz geçmiyorsun? Düzenin tutarlı bir şekilde nasıl çalıştığını bulup, bilerek kurulan bu düzenin devamına da nasıl güveniyorsun? Aslında ne yapmak istiyorsan, düzenin o maksada ulaşmana müsaade eden yönünü tespit edip istediklerini elde etmeye çalışıyor değil misin Düzenin bir ilim sonucu gerçekleştiğine güvenip, Düzeni Kuranın İlminde hiç sapma ve tutarsızlık olmayacağından emin olduğun için laboratuarda ulaştığın sonuçlara göre milyarlar yatırarak üretime geçmiyor musun? Demek ki her şey yerli yerine, düzenli şekilde konulmuş. Bilerek konulmuş. O zaman o bilgi ile ve dolayısıyla, o bilginin Sahibi ile varlıkların bağını kesme! Yani metin o bilgiyi kendi kendine olmuş gibi düşünmenin imkansızlığını anlatıyor diye hissettim.”
“Öte yandan metnin devamında zikrolunan ‘Çünkü huzur var. Yani her şey daire-i nazarındadır…’ diye başlayan cümleyi iyi düşünmek gerekir. Sanki müellif peşin hükümle konuşuyor gibi görünüyor. Oysa bu bir sonuç cümlesidir; aksi halde ‘nereden çıktı bu?’ denir. Bu bakımdan önceki izahlara çok dikkat etmek lazımdır. Ben büyük-küçük her şeyin varlığında ilim tecellisi görüyorum. Bilmeden yapılamaz. Her şeyin ince ve kapsamlı bir bilginin eseri olduğu meydanda. Eğer ben hem her şeyin bir ‘ilmi”, bir bilgiyi gösterdiğini görür ve hem de o bilgi ile, o ilim ile eşyanın arasını kesersem bu mümkün olabilir mi? Çünkü bir maddeden ibaret olan eşyanın kendisinde ilim olduğuna dair hiçbir delil, hiçbir belge yok. Ama bilen birisinin yaptığı belli. Çünkü madde ilmin kaynağı olamaz. Demek ki, eşyanın kendisi ilmin kaynağı olamaz. Eşya canlı ise, canlılık, cansız bir maddenin varlık kaynağı olamaz. Eşyayı kim canlılık özelliği vererek yaratmış ise, aynı Kaynak onu İlim ile var etmiş olabilir. Başka türlü spekülasyonlara dayalı, ‘Belki de milyarlarca yıl sürecinde rastlantılar sonucu kendi kendine oluşmuştur’ gibi efsanelerde dahi bulunamayacak saçma bir iddia ortaya atılmış olur. Bu, söz gelimi, bilgisayardaki ilmi görüp bunu mühendisine vermek yerine metal parçalarına vermek gibi akıl dışı bir anlayış olur. İşte metin gerek okunan yerde gerekse devam eden paragraflarda varlıklarda görünen ilmin, Yaratıcılarının ilminin tecellisi olduğunu ifade ediyor. Buna bağlı olarak da, ‘Çünkü huzur var. Yani her şey daire-i nazarındadır…’ cümleciği ile, bütün eşyanın Onun gözetiminde olduğu sonucuna ulaştığımızı dile getiriyor.”
Metin devam eden kısımlarında, alemdeki örneklerle kainatın Sanatkarının her şeyi kuşatan ilmine ve her şeye şamil olan iradesine yönelik çok somut, çok açık, çok ikna edici deliller sunuluyor. Buna bir giriş niteliğindeki derste hem ilm-i ilahiye olan imanımızı tahkim eden hem ilim ile eşya arasındaki bağlantıyı nazara veren tefekkürler bana oldukça istifadeli geldi. Allah razı olsun.