Ders Notları

“İman Hizmeti” Kavramı yahut İmanı Yaşayarak Örnek Olmak!

“İman Hizmeti” Kavramı yahut İmanı Yaşayarak Örnek Olmak! | Ha-Mim

Ha-mim’de, geçtiğimiz hafta sonu (27. 08. 2020) yapılan Lahikalar dersinde Barla Lahikası’ndan 290-293. Mektuplar okunup müzakere edildi. Bu vesile ile pratik hayatımıza bakan önemli tefekkürler paylaşıldı. Ben bunları ilgili video kaydına havale edip (https://www.youtube.com/watch?v=QBb6Mhhtz2E) ilk kısmını aşağıya alıntıladığım kısa Mektup’la ilgili müzakerelerin bazılarına işaret etmek istiyorum:

“Azîz, Sıddık, Muhlis Kardeşim ve İman Hizmetinde Sebatkâr, Metîn Arkadaşım!

Evvelâ: kat’iyyen bil, sen eski mevkiini Nur dâiresinde, tam muhâfaza ediyorsun. Ve senin ile muhâbere hiç kesilmemiş. Ben, kardeşlere yazdığım mektûbumda “Azîz, sıddık” dediğim vakit dâima saff-ı evvelde Hulûsî de muhâtabdır. Senin bu ağır şerâit altındaki nurlu hizmetlerine, bin bârekallâh deriz. Ve bu bîçâre hasta kardeşine ettiğin çok yüksek duâna binler âmîn deyip, Allah senden râzı olsun, sizi tebrik ederiz” (Barla Lahikası, İstanbul 2020, s. 334, Mektup no: 290).

Görüldüğü gibi müellif, ilk talebelerinden biri olan Hulusi Bey’e (Yahyagil) yazdığı bu mektupta onun eski yerini koruduğunu, irtibatını asla kesmediğini, daima dualarına dahil ettiğini, zor şartlar altında yaptığı “nurlu hizmetler”inin tebrike şayan olduğunu, kendisinin de hakkında yaptığı dualara binlerce “amin” dediğini ifade ediyor. Mektubun devamında Risale-i Nurlarla ilgili olumlu gelişmelerin her yerde devam ettiğini dile getirip Risale-i Nurlarla alakadar kimselerin kendisine selam ettiğini belirtiyor. Derste mektubun mesajlarından birisi olarak “sebat, metanet ve istikrar”a ilişkin önemli hususlara işaret edildi, bu eserlerden yararlanan insanların hayatlarının sonraki safhalarında da aynı heyecan, coşku ve bağlılığı göstermeleri gerektiği ifade olundu. Ardından bir müzakerecinin mektubun hitap kısmında yer alan “iman hizmeti” tabirinin ne demek olduğunu sorması üzerine bu kavram etrafında kıymetli tefekkürler paylaşıldı. Ben bunların tamamını ilgili ders kaydına havale edip bir kısmına değinmek istiyorum.

Tanım itibariyle iman ‘vahyin bize bildirdiği hakikatlere inanmak’ demektir. Bu terkipte yer alan ‘hizmet’ ise bu hakikatlerin aklımızda yoğrulup, kalbimizde onaylanmasından sonra hayatın her alanında yaşanması, uygulanması, sonra da muhtaç olanlara aktarılması diye ifade olunabilir. İmanın yaşanması deyince insanın Yaratıcıyla ilişkilerini duygu dünyasına taşıması, çevresiyle ilişkilerine yansıtması, diğer insanlarla ilişkilerine aktarması gibi hususlar akla geliyor. ‘Hizmet’ sözcüğü bu amaçla gerçekleşen bütün faaliyetleri içine alıyor diye düşünüyorum. Bu da iman seviyesi ile alakalıdır. Bir kimse imanı kendi dünyasında ne kadar anlar, uygular ve yaşarsa o oranda başkalarıyla paylaşma imkanı bulur.

İlgili soruyla bağlantılı olarak moderatör “iman hizmeti” kavramını “imana dair çalışmalara yoğunlaşma” olarak anladığını belirterek kısaca, -küçük tasarruflarla- şunu dile getirdi: “Biliyoruz ki iman dinin temelini teşkil ediyor. İman hizmeti tabiri de kendimizden başlayarak dinin temelini teşkil eden hakikatleri anlamaya, yaşamaya ve başkalarıyla paylaşmaya yönelik çalışmalar olarak düşünülebilir. Zira dinin diğer alanlarını teşkil eden ibadetler yahut amel ve ahlak esasları ‘iman’ temeli üzerine kurulur. Dolayısıyla iman hizmeti sadece iman alanına yoğunlaşan çalışmalar gibi anlaşılmakla beraber gerçekte amel ve ahlak alanındaki çalışmaları da kapsar.”

Başka bir müzakereci ise şunları paylaştı: “Tanım itibariyle iman ‘vahyin bize bildirdiği hakikatlere inanmak’ demektir. Bu terkipte yer alan ‘hizmet’ ise bu hakikatlerin aklımızda yoğrulup, kalbimizde onaylanmasından sonra hayatın her alanında yaşanması, uygulanması, sonra da muhtaç olanlara aktarılması diye ifade olunabilir. İmanın yaşanması deyince insanın Yaratıcıyla ilişkilerini duygu dünyasına taşıması, çevresiyle ilişkilerine yansıtması, diğer insanlarla ilişkilerine aktarması gibi hususlar akla geliyor. ‘Hizmet’ sözcüğü bu amaçla gerçekleşen bütün faaliyetleri içine alıyor diye düşünüyorum. Bu da iman seviyesi ile alakalıdır. Bir kimse imanı kendi dünyasında ne kadar anlar, uygular ve yaşarsa o oranda başkalarıyla paylaşma imkanı bulur. Dolayısıyla iman bilgiyi değil onun içselleştirilmesine yönelik süreçleri içine alır. Hatta imana dair bilgiler de gerçekte iman değildir. Söz gelimi, meleklere iman konusunun Kur’an’da hangi ayetlerde, ne şekilde ele alındığını bilmek de meleklere iman etmek anlamına gelmez. Yahut ayet ve hadislerde ya da Risale-i Nur’da mesela ‘ahirete iman şöyle anlatılıyor, şöyle delillendiriliyor, şu açıklamalar var’ demek iman değildir. Ahirete iman bu bilginin hakikatinin araştırılıp, delillerinin şahitliği ile aklen doğru, hakikat olduğunu anlayıp, sonra da bunu bütün duygularımıza içirilmesiyle devam eden ve şahsî hayatımızdan toplum hayatımıza kadar yaşamın her alanına ve her kademesine yansıyan, söz gelimi alış-verişimizi bu inancın gereğine uygun olarak yapmamızı sağlayan bir derinlik ve genişlik içinde gerçekleşmesidir.”

“İman hizmeti tabirinde ‘iman’ kelimesinden neyin kast edildiğine böyle işaret edilirse, ‘hizmet’ boyutunu da bunun yani imanın kendi hayatımızda en canlı şekilde uygulanması diye açıklayabiliriz. İnsanlara örnek olmak da ancak bu suretle mümkündür. Bununla söz gelimi, evime gelen kimselerle, beraberce namaz kılmayı kast etmiyorum, mamafih bu da gereklidir ama kastettiğim şu: Kendi duygularımı Yaratıcısına ne kadar bağlayarak kullanmışsam, kullanıyorsam insanlara iman dediğimiz hakikati ancak o kadar yansıtabiliriz. Bunu değil de insanlara imanın bilgisini aktarıyorsak -ki çoğunlukla bugüne kadar yapılan şey bilgi yüklemekten ibaret görünüyor-, bu iman hizmeti değildir, bilgilendirme hizmetidir. Şimdi zaten görüyoruz ki bilginin pek de fazla değeri kalmadı. Telefonunuza veya bilgisayarınıza ilgili uygulamayı indirdiğinizde karşınıza yapay zeka çıkıyor ve sorduğunuz veya ilgilendiğiniz her bilgiyi size veriyor, hem de istediğiniz dil ile. Gelinen nokta bu! Bunun giderek daha da gelişeceği, geliştirileceği anlaşılıyor.”

“Tekrarlamak gerekirse, imanın ne olduğuna dair bilgilerin yahut hangi iman esasının hangi ayetlerde ele alındığının çok önemi yok artık. Fakat önemli olan o bilgiye ihtiyaç duyan insanların duygularını harekete geçirmek, -bu insanları hissî şekilde duygulandırmak anlamında değil-, onların ne anlama geldiğini, nasıl yapılması gerektiğini hayatımızda fiilî örneklerle göstermektir. Söz gelimi, çevreden gelen baskılara karşı nasıl direndiğimizi kendi hayatımızla somut şekilde resmetmektir. Sonra da insanlar merak ederlerse, bunun kendi hayatımızdaki akislerini, bize sağladığı huzur ve güveni, hissettirdiği lezzeti, ‘bak, ben şöyle şöyle yaptım, sen de şöyle şöyle yaparsan bunları tecrübe edebilirsin’ demektir.”

“Vaktiyle İstanbul’da insanlarla iç içe olmayı gerektiren, onların ev ve iş ortamlarında bulunmama vesile olan bir işim vardı. Gördüğüm manzara ibret dolu idi! İstanbul’un beş-altı asır önce fethedildiği söyleniyor. Peki ne oldu? Oranın yerlilerine ne oldu? Anadolu’dan gelip oraya yerleşenlere ne oldu? Anadolu’dan gelen insanlar zaten Müslüman idi. Yerlilere ne oldu? Fetihten önce nasıl yaşıyorlar idiyse yaşantılarını aynen devam ettirdiler. Anadolu’dan gelenlerin nasıl yaşadıklarını da yakından gördüm. Evlerine gittim, iş yerlerine gittim. Aynen yerliler gibi yaşıyorlar. Onlara benzediler. Aile düzeni onlar gibi, ev düzeni onlar gibi, çevreyle ilişkileri onlar gibi. Burada insan kim kimi fethetti diye sormadan edemiyor. Ulaştığım sonuç şu oldu: Top-tüfek hizmeti vardı da iman hizmeti yoktu. İman diyoruz ama imanın insanın pratik hayatındaki karşılıklarını ne kendimiz sergileyebiliyoruz ne toplum hayatımıza yansıtabiliyoruz!”

Tekrarlamak gerekirse, imanın ne olduğuna dair bilgilerin yahut hangi iman esasının hangi ayetlerde ele alındığının çok önemi yok artık. Fakat önemli olan o bilgiye ihtiyaç duyan insanların duygularını harekete geçirmek, -bu insanları hissî şekilde duygulandırmak anlamında değil-, onların ne anlama geldiğini, nasıl yapılması gerektiğini hayatımızda fiilî örneklerle göstermektir. Söz gelimi, çevreden gelen baskılara karşı nasıl direndiğimizi kendi hayatımızla somut şekilde resmetmektir. Sonra da insanlar merak ederlerse, bunun kendi hayatımızdaki akislerini, bize sağladığı huzur ve güveni, hissettirdiği lezzeti, ‘bak, ben şöyle şöyle yaptım, sen de şöyle şöyle yaparsan bunları tecrübe edebilirsin’ demektir.

“Elimizde bir belgemiz var; namazımız var el-hamdü lillah. Namazımızı kılıyoruz, Ramazanda oruçlarımızı kaçırmıyoruz, tamam. Ama özel olarak imanın yaşanmasına yönelik vurgu yok. İmanın bizi ruhî olarak nasıl bir güven ve iç huzuruna sevk ettiğini, dışarıdan gelen baskılara nasıl dayanma gücü verdiğini gösteremiyoruz. İşte iman hizmeti tam da bunu fiilî olarak göstermeye yönelik çabalara işaret ediyor diye anlıyorum. Yani iman hizmeti ilim hizmeti değildir. İlim hizmeti veren çok çevreler var. Risale-i Nur aklı ve duyguları eğitir. İman hizmeti verir. Hayatın bütün alanlarında imanın nasıl yaşanacağının eğitimini gerçekleştirir. Sözler, Mektubat ve Lem’alar’da bunun alt yapısı hazırlanır, Şualar’a geldiğimiz zaman Şualar aynı zamanda münacatlarla, hasbiyelerle, kainat okumalarıyla birlikte mahkemeler ve müdafalar vs. dahil olmak üzere imana sahip bir kimsenin toplumla nasıl ilişki kuracağının örneklerini açıklar.”

Daha sonra söz alan başka bir müzakereci şunları ifade etti: “Önemli hususlar gündeme getirildi, Allah razı olsun. Ben bunlara ilave olarak buradaki ‘iman hizmeti’ terkibini ‘Risale-i Nur hizmeti’ olarak anlıyorum. Bilindiği gibi müellif bu ifadeyi bazı yerlerde ‘hizmet-i imaniye ve Kur’aniye’ şeklinde anıyor. Zira ona göre dindeki zayıflığın temeli iman zafiyeti olup Risale-i Nur bu zafiyete karşı imanı ‘tahkim’ ve ‘takviye’ etmek üzere telif ediliyor. Müellif bir taraftan telifleriyle kainattan yola çıkarak iman esaslarının hakkaniyetini ispat etmeye yönelik çalışmalar yaparken, bir taraftan da bu teliflerin insanlara ulaşması için bir cemaat tesisine, bir şahs-ı manevi oluşturmaya çalışıyor. Bu bağlamda Risalelerin istinsahı, çoğaltılması, yazılması, okunması, başkalarına ulaştırılması gibi faaliyetlere giriliyor, bunlara kısaca ‘iman hizmeti’ adını veriyor.”

“Geleneğe baktığımızda ‘iman hizmeti’ kavramının çok yaygın olmadığını görüyoruz. Bunun yerine, o dönemlerde daha çok ‘din hizmeti’ veya çoğul olarak ‘din hizmetleri’ anlamında ‘hidemât-ı diniye’, bu görevi fiilen yapanlara da ‘din hizmetçileri’ anlamında ‘hademe-i din’ tabiri kullanılıyor. Müellifin ‘din hizmeti’ yerine ‘iman hizmeti’ tabirini kullanması çok anlamlı görünüyor. Zira her ne kadar din ile iman eş anlamlı değilse de dinin özünün iman olduğu, -moderatörün de ifade ettiği üzere- dindeki ibadetlerle ilgili hükümlerin ve ahlakî umdelerin iman üzerine inşa edilmesi imanın ne kadar merkezî bir kavram olduğunu gösteriyor. Müellif imana vurgu yaparak insanların dikkatini bu hakikate çekiyor. Sonuç olarak buradaki ‘iman hizmeti’ tabiri özelde Risale-i Nur hareketi olarak anlaşılıyor. Mektubun son cümlesinde geçen ‘Buradaki Nurcular size arz-ı hürmetle çok dua ediyorlar’ ifadesi de bunu teyit ediyor. Zira şunu biliyoruz ki imanın yaşanması, hayata taşınması -ferdi olarak da gerekli ve mümkün olmakla beraber- bir hareket, bir sosyal çevre, bir cemaat içinde gerçekleştiğinde hem daha kolay oluyor hem de bu bazı açılardan adeta zorunlu görünüyor. Zira müellifin başka yerlerde dikkat çektiği gibi küfür, imansızlık ve zındıka sadece fikir olarak değil aynı zamanda bir cereyan, bir sosyal yapı olarak geldiği için buna karşı iman merkezli çalışmaların da aynı şekilde bir cereyan, bir hareket, bir şahs-ı manevi olarak gelmesi gerekiyor, diye anlaşılıyor.”

Derste gerek bu kavramla ilgili olarak gerekse okunan diğer mektuplarla ilgili kıymetli müzakereler paylaşılmaya devam etti. Allah razı olsun.

Yazar hakkında

İlyas Üzüm

Dünyalıyım. Güneş Sistemi sokağında oturuyorum. Yaşadığım Samanyolu galaksisi şehrini bile gezemedim. Yolda mıyım, emin değilim ama "yolda olmak, yolcu olmak" istiyorum; zaman ve varlığın sonsuz yolculuğunda.

Yorum yazın